Yargı temelli yaşanan sorunların temeli: fetihçi anlayış

Yargı tarafgir tutum sergilemek suretiyle hukuki zeminde sahip olduğu mecra haricine çıkmaya ya da bu yönde yaygın algılar ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren, bu tutum iktidar tarafına yönelik de olsa, muhalefet tarafına yönelik de olsa, sert tepkilere sebep olmakta; bu kez bizzat yargının kendisi tartışmaların odağına yerleşmektedir.

Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin hemen her döneminde yargı alanında hep sorunlar yaşanmıştır. Her ne kadar yargı ile alakalı çeşitli düzenlemeler yapılmış ise de, sorunlar bir türlü çözülememiştir. Hatta mevcut HSYK düzeni, ileri demokrasinin cari olduğu birçok ülkedeki sistemle büyük ölçüde uyumlu olduğu halde, sorunlar hala yaşanmaya devam etmektedir. Hükümetin HSYK’na ilişkin kanun tasarısının TBMM’nde görüşüldüğü şu günlerde, AB’den gelen tepkiler, bu tasarıya karşı eleştirel niteliktedir. HSYK’na ilişkin değişiklikleri de içeren 2010 Anayasa değişikliğine ilişkin halkoylaması aşamasında bu değişikliğe karşı ısrarla direnen kesimlerin birçoğunun, şimdilerde, daha önceleri karşı çıkmış oldukları mevcut anayasal metin üzerinde aşırı hassasiyet göstermekte, yapılması düşünülen kanun tasarısına şiddetle karşı çıkmakta oldukları da görülmektedir.

Hâlihazırda yaşanan yargısal temelli sorunlar içerisinde HSYK’nun da hatırı sayılır hissesi mevcuttur. Fakat burada sadece HSYK’nun suçlu ilan edilmesi, sorunlar yumağını tasvir eden büyük resmin görülmesine mani olacaktır. Bu sorunların yaşanmasında daha başka etkenler de mevcuttur. Bu sorunların bir kısmının şu şekilde sıralanması mümkündür:

Hukuk eğitimindeki formasyon eksikliği, hâkim ve savcıların staj eğitimine ilişkin ciddi zafiyetler, hâkim ve savcıların sayıca yetersiz olmaları, hâkim ve savcı alımında benimsenen mülâkat sistemi, yargılama dışı çözüm yollarının yetersizliği, uzun süren yargılamalardan dolayı adaletin gecikmesi; yargı camiasında devletçi reflekslerin baskın olması, hemen her türlü ihtilafın, yeterli ön inceleme ve delil toplaması yapılmaksızın derhal yargının önüne taşınması; bu yolla yargıda aşırı dosya yığılmalarının ortaya çıkması vb.

Kamplaşma ve bürokrasi!

Burada listelenen sorunların, uzun, kısa ve orta vadelerde, bir kısmının kısmen, bir kısmının da tamamen çözümleri bulunabilir. Fakat ben bunlardan çok daha farklı ve kısa sürede çözülebilmesi pek kolay olmayan bir başka temel sorunlu alan üzerinde durmak istiyorum. Bu sorunlu alanın adı: ‘Yargıda fetihçi anlayıştır’. Maalesef ülkemizde meselenin bu veçhesi üzerinde ya hiç durulmamakta ya da yeterince bu konuya temas edilmemektedir.

Peki, nedir bu fetihçi anlayış? Şimdi bunu izah edelim. ‘Fetihçi anlayış’, devletin çeşitli kadrolarının, kendilerinden farklı olan kesimlerden kurtarılarak ele geçirilmesidir. Bu telakkiye göre, bazı kesimler, kendilerinden farklı olan kesimleri, devlet bünyesinde yer alan kadrolar için liyakatli olmamanın ötesinde, mutlaka bu kadroları terk etmeleri gereken kişiler olarak görürler. Burada her bir kesim, devleti kendisi için önemli güç olarak görürler. Kendilerinden farklı olan kesimler, ya iç düşmandırlar, ya da en hafif bir değerlendirmeyle mutlaka bu kadroları terk etmeleri gerekli zararlı unsurlardır. Kısaca tipik bir militan demokrasi ve militan cumhuriyet anlayışı söz konusudur.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden bu yana ülkemizde bir ideolojik kamplaşma mevcuttur. Bu kamplaşmanın bürokrasiye de yansıdığı görülmektedir. Osmanlı’nın son zamanlarında, bürokrasi ile bazı aydın çevrelerinde Osmanlı’yı kurtarmanın bir yolu olarak pozitivizm temelli Batılılaşma politikaları ortaya çıkmıştır. Diğer bazı kesimler de buna karşı muhafazakâr bir tutum sergilemeye çalışmışlardır. Her iki kesim de devlet kadrolarına hükmetmek istemişlerdir. Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde birinci kesimin tam manasıyla maksatlarına ulaştıkları söylenemez.

Yargıdaki tarafgirlik!

Cumhuriyet rejiminin ilk yıllarından itibaren uzunca bir süre birinci kesimin sisteme tam manasıyla hâkim olduğu söylenebilir. Fakat bu kesimin devleti kadrolaşma bağlamında elde etmesi; bir diğer ifadeyle kadroları fethetmesi, devrimci bir yöntemle, halkın onayına bağlı olmaksızın, yukarıdan aşağıya olmuştur. Tabii ki bu tutum, toplumun yukarıdan aşağıya modernleş(tiril)mesini; bir diğer ifadeyle halka rağmen halkçı politikaların tatbik edilmesini beraberinde getirmiştir. Bu politikalar, devletin hemen her kurumunda yansımalar bulmuştur. Bu katı politikalara tepki neticesinde, demokrasiye geçildiği dönemlerde, arkasında geniş halk kesimlerinin desteği olan bazı siyasi ve toplumsal kesimler, karşı atağa geçerek, devlet kadrolarını birinci kesime mensup kişilerin ellerinden alarak, kendilerinin de buralarda yer almaları yönünde fetihçi yönelimler sergilemişlerdir. Bu durum, bürokrasi zemininde ciddi çatışmalara sebep olmuştur. Bir kesim, kendilerini Cumhuriyetle özdeşleştirerek, elde ettikleri ya da ellerinde bulundurdukları kurumları ve kamusal kadroları, cumhuriyet düşmanı olarak niteledikleri kesimlere karşı ne pahasına olursa olsun korumaya çalışırken, diğer bazı kesimler de buralarda kendilerine yer bulmaya; tabiri caiz ise kurtarılmayı bekleyen kaleleri fethetmeye çalışmışlardır. Bu çatışmalardan en fazla etkilenen kurumlardan birisi de ‘yargı’ olmuştur.

Bu karşılıklı kamplaşmalar ideolojik zeminde cereyan ettiği için, fetihçi anlayış, yargı mercilerinde katı tarafgirlikleri ortaya çıkarmıştır. Oysa yargı alanında karşılaşılabilecek en marazi hal tarafgirliktir. Tarafgir tutum içerisinde, tarafı tutulan siyasi, felsefi düşünce ya da inanç ne olursa olsun, bu, hukuk devleti ile bağdaşırlığı mümkün olmayan bir tutumdur. Bu bağlamda maalesef geçmiş yıllarda yargı, bazı dönemlerde hukuki mecrasından çıkarak hep oraya buraya savrulmuştur. Hemen her bir kesim, yargıyı elde etmeye (fethetmeye), bu kurum vasıtasıyla bazı hukuksuzluklarını kamufle etmeye, bazı ihtilaflarda kendileri lehine yargısal neticeler almaya çalışmışlardır. Burada yargı, belli güçlerin, çıkar sağlama ya da düzenlerini koruma amacına yönelik manivela olarak kullandıkları bir kurum haline getirilmiştir. Bazen de yargı, tıpkı siyasi bir aktör gibi hareket etmekten imtina etmemiştir.

Bir hukuk devletinde, yargı sadece hakkın korunması yönünde işlev görebilir. Yargı ne iktidarın, ne muhalefetin ne devletin ne de bir başka kesimin tarafı ya da yargısı olabilir. Yargı, kendi hukuki mecrası haricine çıkıp bir siyasi mücadele aracına dönüştüğü andan itibaren hukuk devleti zemininde inanılırlığını; hatta bir ölçüde meşruiyetini kaybeder ya da yara alır. Oysa yargının adaleti gerçekleştirebilmesi, her şeyden önce onun tarafsızlığına bağlı bulunmaktadır. Tarafsızlığı söz konusu olmayan bir yargı ne kadar güçlü ve bağımsız olursa olsun, orada hukukun üstünlüğü temelli bir hukuk devleti değil, seçilmişlerin üstünlüğü temelli demokratik devleti yok eden ‘hâkimler hükümeti’ ortaya çıkar.

Yargıda reform

Başta HSYK olmak üzere yargı merkezli yaşanan son hadiselerin, burada sözü edilen tespitlerin haricinde olduğunu söyleyebilmek oldukça zordur. Yargı tarafgir tutum sergilemek suretiyle hukuki zeminde sahip olduğu mecra haricine çıkmaya ya da bu yönde yaygın algılar ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren, bu tutum iktidar tarafına yönelik de olsa, muhalefet tarafına yönelik de olsa, sert tepkilere sebep olmakta; bu kez bizzat yargının kendisi tartışmaların odağına yerleşmektedir. Bizzat kendisi tartışılan bir yargıdan adaletin çıkması çok zordur. O, ya bizzat siyasi tartışma ve mücadelelerin aracı ya da nesnesi haline gelmiş olmakta ya da siyasi mücadelelerin öznesi olarak işlev görebilmektedir.

O zaman yargı alanında yapılması gereken asıl reform, yargının tarafsızlığının sağlanması, bu yönde yaygın bir yargı kültürünün gelişmesi, bu mercilerin fetihçi anlayış istikametinde fethedilecek kaleler olarak görülmemesi, bilakis, adaleti gerçekleştirecek kurumlar haline getirilmesi gerekir. Hâkim ve savcı alımları bu maksatla uyumlu olmalı, eğitimler bu minval üzere gerçekleştirilmeli, adaleti amaçlayan bir yargı kültürü gelişmeli. Gerek siyasi gerekse toplumsal kesimlerin, yargıyı elde edilecek kaleler olarak görmekten vazgeçmeleri gerekir. Bunun bugünden yarına derhal gerçekleşmesi elbette ki pek mümkün görülmüyor; ama en azından bu yönde yoğun çabaların sarf edilmesi gerekir. Aksi halde, gerek HSYK’nun yapılanmasına ilişkin olsun, gerekse yargının diğer alanlarına ilişkin olsun, yapılan her bir düzenleme yüzeysel ve yetersiz kalmaya mahkûm olacaktır.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et