Türkiye Hatalarını Düzeltmeyi de Biliyor

Al-Monitor için kaleme aldığım son yazının başlığı şöyleydi: “Selefiler Türk İlahiyatına mı Saldırıyor?” Yazıdaki “Selefi” ifadesini, felsefeyi ve diğer seküler ilimleri Müslümanlar için zararlı unsurlar olarak gören, dar görüşlü bir İslami yaklaşımı tanımlamak için, mecazi bir anlamda kullanmıştım. Zira, bu türden bir dogmatik düşünce Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinden felsefe derslerini kaldırmaya karar vermişti. Ben de bu fakülteler Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) yani hükümete bağlı olduğu için, kararın Türkiye’nin geleceği adına çok önemli bir sınav niteliğinde olduğunu düşünerek, şöyle yazmıştım:

About This Article

Summary :

Türkiye’deki liberallerin böylesine kafa karıştırıcı bir AKP karşısında takınacakları doğru liberal tutum, düşmancıl değil; eleştirel olmaktır.

Author: Mustafa Akyol
Posted on: Eylül 26 2013

Categories : Orijinal Makaleler Türkiye  

“Bu karar, AKP’nin oldukça başarılı geçen on yılının ardından gerçekten de ciddi bir yol ayrımında olduğunu gösteren muhtelif işaretlerden biri olabilir. AKP, ya demokrasinin (ve hatta aklın) evrensel kriterlerini benimseyerek, kendisini yenileyecek ya da bağlı olduğu siyasi geleneğin çekirdek kadrosunun 90’ların sonunda, daha liberal bir seyir izlemek için terk ettiği dar görüşlü İslamcılığa geri dönecek.”

Ne var ki, bu satırların ardından iyi gelişmeler yaşandı. Türkiye’deki İslami cenahtan çok sayıda kanaat önderi de YÖK’ün girişimine tepki gösterdi. Birçok köşe yazarı “felsefesiz bir ilahiyatın” eksik kalacağını savundu ve bu yazılar Yeni Şafak, Star ya da Zaman gibi muhafazakar gazetelerde  yer aldı.

Kendisi de bir ilahiyatçı olan Diyanet İşleri Başkanı Dr. Mehmet Görmez de konuya ilişkin açık konuştu. YÖK’ün “ülkedeki yüzlerce ilahiyatçı akademisyene danışmadan, oldu bittiyle” aldığı kararı eleştirmekle kalmayan Görmez, felsefe eğitimini de savundu. Bunu yaparken de Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesini, medreselerin felsefeye ve hikmete verdiği önemin azalmasına bağlayan 17. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Evliya Katip Çelebi’ye atıf yaptı.

Hükümet de bu tepkileri gördü ve neyse ki olumlu karşılık verdi. 19 Eylül’de açıklama yapan YÖK, felsefeyle birlikte diğer sosyal bilimler derslerinin ilahiyat fakülteleri müfredatından çıkarılmasına ilişkin, 15 Ağustos 2013’te alınan kararın “yürürlükten kaldırıldığını” duyurdu. YÖK gerekçeyi ise “Kamuoyundan gelen görüş ve düşünceler üzerine” diyerek açıkladı. Bir diğer deyişle, toplumdan yükselen tepkiler devletin bir kurumuna geri adım attırmıştı.  

Bu sadece Türk eğitim sistemi açısından güzel bir haber değil, aynı zamanda Türkiye demokrasisi adına rahatlatıcı bir işarettir. Zira, son zamanlarda Türkiye’nin geleceğine ilişkin yoğun bir kaygı söz konusu. Öyle ki, pek çok köşe yazarı Türkiye’yi,  gittikçe derinleşen bir otoriterleşmenin (hatta “faşizmin”) beklediğini savunuyor. Lakin, Orhan Kemal Cengiz’in de Al-Monitor’a yazdığı güncel bir makalede güzelce açıkladığı gibi, her şey mükemmel olmasa da; durum o kadar da iç karartıcı değil. AKP’nin ilk yıllarındaki reformcu çizgisini kaybettiği ve iktidar sarhoşluğunun tüm belirtilerini gösterdiği açık. Gezi Parkı protestolarından sonra bu kibre bir de paranoya eklendi ve bu da hükümeti daha otoriter bir hale getirdi. Ancak, AKP’nin hala reformcu bir tarafı var ve hala hatalarını görüp, onları düzeltebiliyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Eylül’de açıklaması beklenen yeni “demokratikleşme paketi” bu aydınlık tarafın iyi bir örneğidir.  Paketin ana dilde eğitim, camevlerinin ibadethane olarak tanınması ve Ekümenik Patrikhane’ye bağlı Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gibi uzun zamandır beklenen adımları içermesi bekleniyor. Bunlar Türkiye’deki liberallerin on yıllardır tahayyül ettiği; ancak şimdiye kadar hiç bir siyasi iradenin gerçekleştirmediği adımlar.

Dolayısıyla, aralarında Al-Monitor yazarları meslektaşların da bulunduğu liberaller AKP’yi nasıl görmeli? Türkiye’deki her muhalefeti susturmaya ve ülkeyi daha az özgür bir yere çevirmeye çalışan, gittikçe otoriterleşen İslamcı bir parti olarak mı? Hep otoriterce yönetilen bir cumhuriyetin, Hristiyanlar da dahil bütün ötekileştirilmiş kesimlerini özgürleştiren reformcu bir Müslüman parti olarak mı?

Tuhaf ve bazen de kafa karıştırıcı olan şu ki, bugünün Türkiye’sinde AKP’ye ilişkin bu iki anlatıyı da doğrulayacak pek çok realiteye rastlanabilir. Bir başka anlatımla, seçmece realitelere göre, iktidardaki partiye ilişkin tablo birileri için kapkara diğerleri için ise pespembe olabilir. Lakin, hakikat bu ikisinin ortasında bir yerdedir. AKP bir yandan demokratik ve özgürleştirici bir güçtür, öte yandan gittikçe otoriter ve hoşgörüsüz bir aktördür. (Benim, bu tutarsızmış gibi görünen tabloya ilişkin açıklamam, AKP’nin Kemalistlerin eski rejiminden kalan sorunları çözerken çok özgürlükçü, kendi iktidarının ürettiği sorunları çözerken ise çok otoriter olabildiği yönündedir.)

Sonuç olarak, bence bu kadar çetrefilli bir AKP karşısında takınılacak doğru liberal tutum partiye muhalif değil, eleştirel yaklaşmaktır. Bir diğer deyişle, AKP’yi kategorik olarak kınamak değil, sadece hata yaptığında kınamak, doğru bir adım attığında da desteklemektir. Maalesef, bugünlerde ülkedeki her liberal bunu yapamıyor. Bunun nedeni, belki “İslamcılara” karşı beslenen laik önyargılar ya da ülkedeki temel siyasi mücadelede belirleyici olan güçlü sosyal dinamiklerin herkesi taraf olmaya zorlaması olabilir. Ne var ki, ateşe daha fazla körükle gitmek kimseye yarar getirmez. Ve görünen o ki, AKP’nin demokrasiyi geliştirme konusundaki iradesi de halen sürüyor.

Read more: http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/opinion/2013/09/turkey-akp-opposition-mistakes-liberals.html#ixzz2g4rpEuVx

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et