Kurallar ve Demokratik Sistem*

Anayasa değişikliği süreci ilerliyor. Değişikliğe muhalif olanlar, değişiklik paketini var güçleriyle eleştiriyor.  Sadece buna sonuna kadar hakları olan siyasî partiler değil, yüksek yargının kimi mensupları da adeta kılıçlarını çekip meydana inmiş durumda. Hepsinin endişesi topluma gidilmesi. Toplumun bu değişiklikleri onaylamasından korktukları için, değişiklik teşebbüsünü en hızlı şekilde boğmaya çalışıyorlar. Onların bu çabasının demokrasiyi korumaya yönelik olmaktan çok cari sistemin otoriter yönlerini muhafaza etmeye yönelik olduğunu itirazları üzerinde yapılan analizler kolayca gösteriyor.

Türkiye’de 1950’de bir devlet felsefesi değişikliği gerçekleştirildi. Yarı otoriteryen-yarı totaliteryen bir tek parti cumhuriyeti felsefesinden demokratik devlet felsefesine geçildi. Daha doğrusu buna teşebbüs edildi, ama, geçiş, zihniyet ve yapılanma bakımından, şimdiye kadar tamamlanamadı. Bu geçiş topluma tepeden hükmeden bir iktidar zümresinin kendine biçtiği misyonun ve verdiği yetkilerin sınırlandırılmasını gerektirmekteydi. DP’nin “Yeter! Söz Miletindir!” sloganı bu talebin ifadesiydi. 1950’ye kadar sadece bürokratik iktidar odakları konuşmuştu. Artık halk ve temsilcileri konuşacaktı. Nitekim, 1950’de 14 Mayıs’ta oylarıyla konuşan halk kendini toplumun velinimeti sanan bu tabakayı iktidardan indirdi.

İktidardan halk tarafından uzaklaştırılan zümre bunu bir türlü hazmedemedi. Hem iktidara gelenlerden ve hem de onları iktidara getirenlerden nefret etti. 1950-1960 arasındaki seçimler demokratik yollarla iktidara gelme umudunu iyice eritince, halktan güç ve onay almadan iktidarı sahiplenme yollarını aramaya başladı. Darbeler ve 1961 ve 1982 Anayasaları bu arayış sonucunda doğdu. Bu anayasalar seçilmiş iktidarı liberal demokrasiye uygun olarak birey hak ve özgürlükleri lehine sınırlama yoluna gitmedi. Demokratik iktidarı bürokratik siyasî odakların iktidarı lehine sınırladı. Böylece demokratik toplumsal denetim alanı dışında bir bürokratik mekanizma yaratıldı. Hâlen işlemekte olan bu mekanizmanın en önemli ayakları askerî, yargısal ve akademik bürokrasidir. Bu bürokrasi kendi kendini yeniden üretmekte, toplumla bir bağ kurma ihtiyacı hissetmemekte, toplumun ve temsilcilerinin demokratik denetiminin dışında kalmayı başarmaktadır. Sık sık siyasîlere çatmasına ve siyasetin kendisine ‘bulaşmamasını’ istemesine rağmen bürokratik güç odakları aslında siyasî olmaktan asla çıkmamaktadır. Onların siyaset alerjisi genel bir alerji değildir, demokratik siyasete duyulan alerjidir ve tavırları altı ok siyasetine duyulan sempatiyi ve teslimiyeti yansıtmaktadır. Ancak, toplum bunu taşıyamamakta ve siyasî aktörleri bu anormal durumu değiştirmeye teşvik etmekte, hatta zorlamaktadır. Her değişim teşebbüsü bürokratik iktidar odaklarını rahatsız etmekte ve direnişe itmektedir. Bu yüzden sistemde değişiklik yapmaya yönelen her parti yaylım ateşine tutulmaktadır. Demirel’in devletçiliğe teslim bayrağını çekmesinden önceki AP’nin de, Özal’ın ANAP’ının da başına gelen budur. Şimdi AKP aynı şeyle karşılaşmaktadır.

Mevcut sıkıntıları AKP’nin anayasayı değiştirme teşebbüsüne bağlayanlar yanılmaktadır. Sıkıntı sistemin doğasından kaynaklanmaktadır. Türkiye yarı demokrasi olarak yürüyememektedir; ya tam demokrasi olmak ya da otoriterizme teslim bayrağını çekmek zorundadır. AKP gitse, halkın teveccühünü kazanan bir başka parti iktidara gelse, aynı sorunlar yine yaşanacaktır. Bu sıkıntı bürokratik odakların demokrasi çizgisine gelmesiyle veya getirilmesiyle aşılabilir. Bu yüzden, demokrasi konusunda hassasiyeti bulunanlar AKP üzerinde odaklanmayıp meseleye evrensel demokratik standartlar açısından yaklaşmalıdır.

Bürokratik iktidar özellikle yüksek yargıda ve askerî bürokraside tecessüm etmektedir. Demokratik bir ülkede asker memurların Türkiye’deki ölçüsünde dokunulmaz ve -en azından çok yakın zamanlara kadar- yargılanamaz olması normal midir? Ordu ülkedeki ana siyasetlerin belirlenmesinde bu derecede ağırlık sahibi olabilir mi? Bütün bunlar demokrasiden bir sapma değil midir? Aynı şey yüksek yargıya egemen zihniyet için de geçerlidir. Ertuğrul Özkök geçenlerde, aklınca, liberalleri bir teste tabi tutmak için, “Bütün üyeleri CHP ve MHP tarafından atanmış bir HSYK ister misiniz?” diye sormaktaydı. Cevabı ben vereyim: Elbette istemeyiz, ama bu yaklaşımda iki çarpıtma vardır. İlk çarpıtma teklif edilen değişiklikle AKP’nin HSYK’nın bütün üyelerini belirleme gücüne sahip olacağıdır. Her iktidar gibi AKP iktidarının geçici olması bir tarafa, yeni düzenleme iktidar partisine tek belirleyici olma gücünü vermemektedir. Tam da tersine, HSYK içindeki tekelci siyasî iktidarı dağıtmayı hedeflemektedir. HSYK üyelerinin geliş kaynaklarını çoğaltmakta ve farklılaştırmaktadır. Yargının daha geniş kademelerine seçme hakkı tanıyarak yargı içi demokratikleşmeyi sağlamaktadır. Yargıtay ve Danıştay’da yapılan seçimlerde fiilen uygulanan ve %60’lara varan barajı kaldırarak kliklerin HSYK’ya egemen olmasının önüne geçmektedir. Özkök’ün yaptığı ikinci çarpıtma ise mevcut yapısıyla HSYK’nın siyasî etkiden azade olduğu varsayımına dayanarak muhakeme yürütmesidir. Liberal demokratlar HSYK’da tek boyutlu siyaset egemen olduğu için rahatsızdır ve bunun önlenmesini istemektedir. HSYK’nın seçilmiş üyelerinin hepsinin aynı siyasî zihniyete sahip görünmesi tesadüf müdür? HSYK’ya bir siyasî çizginin egemen olmasından mı yoksa Özkök’ün rahatsız olduğu siyasî çizginin egemen olmasından mı korkmalıyız? Mevcut durum kanıtlamaktadır ki, siyasîlerin hiç müdahalesi olmasa bile HSYK’nın siyasîleşmesi tehlikesi vardır. HSYK’ya siyasetin bulaşması kaçınılmaz ise bırakalım demokratik siyaset bulaşsın ve değişik görüşlerdeki yüksek yargı bürokratları mevzuat kadar akıl ve vicdanlarını da kullanarak, birbirleriyle muhtevalı ve seviyeli müzakereler gerçekleştirerek, en isabetli kararları almaya çalışsın.

Bürokratik iktidar odaklarının ve sivil müttefiklerinin öğrenmesi gereken şey, demokratik sistemin şu veya bu grubun zihniyetine ve çıkarına uygun olacak şekilde değil, genel ve eşitlikçi kurallara dayanarak kurulmasının şart olduğudur. Bunun yapılmasına izin verilmezse, bugün birilerinin ellerinde bulunan kurumlar yarın onların muhaliflerinin eline düşebilir ve sevmedikleri icraatların yolu açılabilir. Bakın, Cumhurbaşkanlığını, her zaman sizden birinin o makamı işgal edeceği inancıyla, bir parlamenter sistemde olmaması gerektiği kadar çok yetkiyle donattınız. Şimdi orada size ters biri oturuyor. Aynı şeyi YÖK’te yaptınız, artık YÖK’ten şikâyetçi oluyorsunuz. HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi önemli organları demokratikleştirmez ve çoğulculuğa açmazsanız yirmi sene sonra, bunlar, demokraside bir sapma olan yapılanmalarıyla muhaliflerinizin kontrolüne girebilir.

İyi bir demokratik sistem şu veya bu gruba imtiyazlar tanıyarak ve kilit noktalara güvenilir adamlar yerleştirerek kurulamaz. İyi demokrasi iyi kurallarla inşa edilir. Kayırıcı ve ayrımcı düzenlemeler bugün rakiplerinize zarar veren ama yarın sizi vurabilecek bumeranglardır. Bürokratik iktidar sahipleri ve müttefikleri bu gerçeği anlarsa ve ona göre davranırsa hem onların hem de ülkenin üzerinden ağır bir yük kalkabilir.

*17 Nisan 2010’da yayınlanan yazım.

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et