Kim Ahlâklı?

Ahlâk konusu belki de insanlığın en çok tartıştığı mefhumdur. Ne olduğu konusunda felsefeciler sonsuz tartışmalar yapmış fikirler ileri sürmüş, dinler tarafından insanlara ahlâk kuralları tavsiye edilmiş, çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır ama net bir sınır çizilememiştir ya da herkes kendi anlayışına göre sınır çizmeye kalkmış, diğerlerini ahlâksızlıkla suçlamıştır.

“Ahlâk nedir?” sorusunun felsefî kısmı benim boyumu aşar. Bu tartışma da insanlık var oldukça bitmeyecektir. Ama ahlâkın pratik hayata yansıması üzerine, hayat tecrübemle bir şeyler söyleyebilirim sanıyorum. Ahlâkın tanımını şöyle yapabiliyorum; “insanın olduğu (ve hatta olmadığı) her yerde diğer bütün insanlar tarafından güven uyandıracak davranışlar, tutumlar, tavırlar, sözler ve hasletlerin hepsini ihtiva eden bir ‘hal’dir”. Yani bir toplumda makbul olan davranışlar şayet diğer toplumda da eksiksiz olarak makbul karşılanabiliyorsa, bu davranışlara ‘ahlâk’ diyebiliriz. Tersi de ahlâksızlık için geçerlidir. Şayet, içinde bulunduğu toplumdaki bir davranış, en uzaktaki toplumda da kerih görülüyorsa, o davranış ahlâksızlık olarak nitelendirilebilir. Toplumdan topluma değişen, ama içinde bulunduğu toplum için makbul olup, diğer toplumlar için pek dikkate alınmayan fakat rahatsızlık da uyandırmayan tavır ve davranışlara da “kültürel farklılık” diyebiliriz. Ahlâk, ilk insandan beri, zaman ve mekâna bağlı olarak hiçbir değişikliğe uğramamış ama kültürler zamana ve mekâna göre yenilenmişlerdir.

Daha da pratik şekilde izah etmeye çalışayım. Bulunduğunuz mekândan 20 bin km. (dünyanın çevresi 40 bin km. yani bulunduğumuz yerden gidebileceğimiz en uzak yer orasıdır, o bölgede yaşayan insanların da bizden en farklı insanlar olabileceği düşünülebilir) uzağa gittiğimizi farz edelim. Orada karşılaştığımız, iletişime geçtiğimiz, ilişkiye girdiğimiz ama bizi yakından tanımayan insanlar bizden ne beklerler? Giyimimizin şöyle veya böyle olmasını mı, bizden bir tehlike gelmeyeceğinden emin olmayı mı? Yediğimiz içtiğimizin ne olduğuna mı odaklanırlar, yalan söyleyip söylemediğimize mi? Tersini de düşünebiliriz. 20 bin km. uzaktan birinin köyümüze yerleştiğinde ve artık komşuluk ilişkisi kurmak zorunda olduğumuzda, onun dininin-inancının bizimki gibi olmaması mı bizi gece rahat uyutmaz yoksa elinin malımıza, canımıza uzanacağı korkusu mu? Eğer biz 20 bin km. öteye gitmişsek, yeme içme, eğlenme, giyinme kültürümüzün ne olduğu pek önemli değildir. Ama elimizden, dilimizden, gözümüzden, niyetimizden diğerlerinin emin olamaması büyük bir sorun teşkil edebilir. Tabiî tersi de geçerlidir.

O zaman ahlâk kurallarının neler olduğu aslında madde madde ortaya çıkıyor demektir. Yalan söylememek, çalmamak, emanete ihanet etmemek, kimsenin namusuna göz dikmemek, mahreme saygı göstermek, şiddet göstermemek, cana kastetmemek, sözünde durmak, insanlar hakkında dedikodu yapmamak, aralarına nifak sokmamak, laf taşımamak, iftira atmamak gibi belki en fazla 10-15 madde şeklinde adetlendirilebilir. Bu özelliklere sahip insan dünyanın her toplumunda muteberdir, saygı ve sevgiye müstahaktır. Kurumlar toplumu ahlâklı ve ahlâksız diye niteleyemezler. Ahlâkın hükmünü insanlar bireysel olarak verirler.

Bizim toplumumuzda, yerel kültüre ve inanışa aykırı olduğu kabul edilen bazı hal, tavır, eda, giyim, yeme-içme gibi davranışlar da “ahlâksızlık” olarak yaftalanabiliyor. Sosyal medyanın ve kitlesel güdülenmenin çok büyük güç olduğu günümüzde, bu damgalar insanların nezdinde kabul görebiliyor. Tehlikeli sonuçları da olabiliyor. Hemen herkes ve her kurum bu tepkilere karşı bir refleks geliştirmek zorunda kalıyor.

Yine pratik örnekler verelim: Bir kişi içki içiyor olabilir ama söz verdiği günde borcunu ödüyordur. Yine bir kişi çokça dini ritüel yapıyordur ama malını satarken yalan söylüyor olabilir. Bir kişi inançsız olabilir ama kimsenin namusunda gözü yoktur. Yine bir başkası çok diplomalı, çok kültürlü olabilir ama insan öldürüyor olabilir. Bir başkası eşcinsel olabilir ama emanete ihanet etmiyordur. Bir başkası çok sufî bir hayat yaşıyor olabilir ama insanların arasına nifak sokuyordur. Son tartışmalara göre söylersek, bir kişi ‘açık saçık’ giyiniyor olabilir ama canlılara karşı çok merhametli ve şefkatli olabilir. Şimdi soru şu: Hangi davranışlara sahip insanlar bizim için makbuldür, güvenilirdir?

Şu an içinde yaşadığımız ortamda, bazı kişilerin giyimi, hayat tarzı, sözleri, inancı belki toplumun çoğunun uygulamalarına (son olaylarda, bir kısmının anlayışına) uymuyor olabilir. En fazla yapılacak olan, o kişiden yüz çevirmek olabilir. Konserine gitmemek, dükkânından alışveriş yapmamak, selam vermemek gibi pasif tepkiler de yapılabilir. Ama kendi anlayışımızı toplumun tümünün hayat anlayışı diye gösterip, öyle zannedip, etkili olduğumuz mecraları harekete geçirerek hedef alınan insanların hayatını idame ettirmelerinin engellenmesi gibi davranışların, çabaların, fiillerin, işte asıl başkasının “hayat hakkına, geçimini temin için çalışma hakkına” müdahale olarak sayılması ve asıl o davranışın ahlâksızlık olarak görülmesi gerekir.

Beşer olarak hiçbir insan “tam, eksiksiz, üstün, melekvari” ahlâklı değildir, olamaz ve olamayacaktır. Her insanın bir diğerinden farklı ve üstün bir ahlâkî özelliği vardır. Yine bir diğerinden eksik ve farklı ahlâkî özelliği de vardır. Dolayısıyla hiç kimsenin hiç kimseyi “ahlâksız” diye suçlamaya hakkı yoktur. Aslında ahlâken de olamamalıdır. Çünkü her insanın kendisi de ahlâken eksikliklerle mücehhezdir. Kendisinin başkasında eleştirdiği hasletin dışındaki bir özellikten dolayı kendisi de eleştiriye müstehaktır. Bunun sonunu bulmak mümkün değildir. Yapmamız gereken tek şey, kendi eksik yanlarımızı tamamlamaya çalışmaktır. En ahlâkî tutum da budur.

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et