Hür İnsan Hür Toplum

En büyük özgürlük insanın kendine ait biricik düşüncesini açıklayabilmesidir. Buradaki temel sınırlama hiçbir kimseye veya topluluğa karşı hakaret, küfür, iftira ve itibarsızlaştırma gibi kastî eylemlerde bulunulmamasıdır. Değerli olan işte bu sınırlarda kalıp fikirlerini er meydanına çıkarmaktan çekinmemektir. Doğruya giden yollar muhteliftir ve herkes ne düşündüğünü söyleyebilmelidir! Kâinat güzelliklerle, farklılıklarla, yaratıcısını hatırlatan ve tasdik eden canlılarla dolu, bakıp da görmek isteyene. Hepimizin içinde nefes alabileceği ve herkese yeten bir yaşam alanına sahibiz. Kavgayı bırakıp anı seyretmeli! “O ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı.” {Secde Sûresi/7}

Herkes kuşkusuz aynı düşünmek zorunda değildir. Herkes aynı müziği dinlemek, aynı filmi izlemek, aynı yemeği yemek, aynı giyinmek, aynı siyasi/ideolojik tercihe sahip olmak, aynı şeylerden hoşlanmak zorunda da değildir! Elhasıl farklılıklarla var olmak hem insanî hem de Rabbanîdir. Ama buna rağmen ülkemizde herkes birbirini tekfir edip cehenneme koyma ya da payelendirip cennetle müjdeleme derdinde. Görünüşünü ve fikirlerini beğenmediklerini cehennem ehli ilan ediyorlar, kendilerinden olanları ise cennete koyuyorlar. Buradan duyurmak lazım: Cennete bir kişi fazla girdiğinde diğerlerini çıkarmıyorlar. Rahat olunuz! Modern bir devlette ve gelişmiş bir siyasal sistemin içerisinde yer alan insanlar olarak farklılıkları zenginlik addedip onları baskılamamanın çok önemli olduğu fikrindeyim. Her ne kadar demokrasiye dair düşüncelerinin bütününe katılmasam da Habermas’ın şu ifadelerinin günümüz demokratik değerlerinin muhafazası açısından önemli olduğunu düşünüyorum: “Demokratik bir hukuk devletinde çoğunluk, azınlıktaki kesimlere kendi kültürel hayat biçimini, yani sözüm ona rehber kültürü zorunlu kılamaz.” Aslında merhum Ali Fuat Başgil de benzer bir ifadelendirme yapmıştı ki bizim içinde bulunduğumuz durumu pek sarih olarak açıklamaktadır: “Demokratik terbiye yokluğu. İşte Türkiye’de eskiden olduğu gibi bugün de noksan olan şey budur. Her türlü demokratik hayatın temelini teşkil eden bu duygu ve terbiyenin yokluğu neticesinde geriye karşılıklı hakaret, kin ve düşmanlık kalmıştır…”

Farklı olmak ve farklı kalmak şüphe, sorgulama, anlamlandırma ve tefekkür ile güçlü bağları bulunan bir durumdur. Hiçbir evresinde sorgulama ve tefekkürün olmadığı bir hayat yaşanmaya değer midir? Değildir elbette! Hayatımızı anlamlandırmak ve avare gezinen birer canlı olmanın ötesine geçmek için “şüphe duyma” ve “sorgulama” bize lazım olan edimlerdir. Aliya İzzetbegoviç pek çok sözü gibi şu sözünde de harika bir tat bırakmıştı zihinlerimizde “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Ve birçok zaafın kaynağı budur.” Bugün gerçekten bu coğrafyanın sorunlarının kaynağı budur kanaatindeyim.

Buna rağmen, iktisadi, siyasi ve içtimai çöküş, entelektüel ve ahlaki bozukluğu da beraberinde getirdiği için her çöküş kokuşmuş bir kültürü, tiksindirici bir ‘ahlâkı’ (ya da ahlaksızlığı) ve cehaletin kutsandığı, bilginin yerildiği bir entellektüel ortamı da arkasında bırakmaktadır. Bilgi sınırlıdır. Sınırsız olan ise her şeyi bildiğini düşündüren aptallıktır. Etrafta bildiği bilmediği konularda olur olmadık ahkâm kesen ve başkasının sözünü bastırma derdine düşmüş kişiciklere Sophoklesçe cevap verelim mi?  “Sus evlat, sükût birçok güzelliğin sahibidir!” Bazen durup düşünüyorum. On yıllardır yanlış giden neydi? Bizim fikri dünyamızı, enerjimizi, ruhi derinliğimizi ne ya da neler mahvetti diye. Merhum Erol Güngör’ün şu sözü bulabildiğim en makul ve doğru cevap sayılabilir: “siyasi kavga entellektüel enerjimizi yok etti.” El-Hakk, Doğru!

Peki, farklılıklarımızla yaşayabileceğimiz, bilginin ve bilgi sahibi olmanın önemli ve değerli görüldüğü bir toplum inşa edemez miyiz? İnsan olarak bu kadar bir irade sahibi değil miyiz? Kanaatime göre insan yaratıcısının verdiği güç ve ferasetle her şeyin üstesinden gelebilme, toplumu ve insanı yaratılışa muvafık olarak rehabilite etme istidadına sahip bir varlıktır. Ancak unutulmaması gereken bir husus vardır: Ulaşılması arzulanan “şey” ile “engel” hep iç içedir. Kararlı olmak, çıkılan yolda tereddüde yer vermemek ve pes edip yılmamak başarılı insanların en önemli şiarıdır. Başarılı olmak için gereken altın kural “ben yapmazsam yapan olmaz” ilkesi ile her işte sanki tek kendi varmış ve o olmasa iş ortada kalacakmış gibi bir mesuliyetle hareket ederek aşkın bir performans ortaya koymaktır. Bu kabilde, ‘sorunlu insan’ değil ‘sorumlu insan’ olmak lazım. Tüm bunları yaparken üslub ve davranışlarımızı da iyi akorde etmek gerekir. Ne söylediğimizi, biraz da nasıl söylediğimiz belirlediği için mülteci politikalarından, adalete; demokrasiden dış politikaya dair tüm eleştiri, yorum ve tutumlarımızda akl-ı selimliği ve vicdanı elden bırakmamak lazım. Mütevazı olmak da önemli pek tabii. Fakat, ülkemizde gerçek anlamda “mütevazı” olma imkânımız pek yok. Herhangi bir ortamda mütevazı olduğunuzda bu sizin bir kusur/eksiklik taşıdığınıza yoruluyor ve size gösterilen saygı azalmaya başlıyor. Ama bilmediğiniz konularda bile ahkâm keserseniz saygıya en fazla layık kişi siz olabiliyorsunuz!

Zaman zaman bizim eksikliklerimiz ve yapamamışlıklarımız, başkalarının kusur ve zeval ihtimali ile kıyas edilip gayet iyi noktada olabileceğimizle alakalı değerlendirmeler yapılabiliyor. Batı ile kıyaslamalarda olduğu gibi. ”Batı zaten çöküyor.” Yüzyıllardır söylenen kalıp cümledir bu. Batı’nın sıkıntılar yaşadığı, bir takım dönüşüm ve rehabilitasyona tabi olması gerekliliğine inanan bir insan olarak altını çizmenin doğru olduğunu düşündüğüm bir nokta var ki o da bu tartışmaların ciddi anlamda sadece Batı içinde yapılıyor oluşudur. Yani dönüşüm ve değişim gerçekleşse bile bu muhtemelen Batı içerisinden olacaktır eğer biz hâlâ beylik laflar ederek kendimizi avutmaya devam edersek. “Batı Çöktü” yerine ikame edilecek nedir? Var mıdır yeni bir medeniyet tasavvurumuz ya da bir entellektüel birikimimiz? “İslam medeniyeti” diyenleri duyar gibiyim. Doğru ama onları da Endülüs’te bıraktık. Batı kendine aldı.“Batı” oldu. Unutmayalım ki Endülüs’ü Endülüs yapan farklılıklara kıymet vermek, muhatabını ciddiye almak ve özgür düşünme ortamına verilen değerden ileri gelmektedir. Biz de birini diğerine alternatif olarak görmeden, yekpare bir medeniyetin farklı yapıtaşları ve zenginlikleri olarak değerlendirip dünyamızı farklılıklarla kıymetlendirmeli, anlamlandırmalı ve daha yaşanabilir kılmalıyız.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et