Fazıl Hüsnü Erdem – İlk hedef yeni anayasa

12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan 82 Anayasası, tarihin bir ironisi olarak, askeri darbenin 30. yılında (12 Eylül 2010’da) adeta darbecilerden rövanş alırcasına bir kez daha değiştirildi. Bu son değişiklik, bugüne kadar gerçekleştirilen 20 değişiklik teşebbüsü içerisinden yürürlüğe girebilmiş 16. değişikliği oluşturuyor.

Bugüne kadar gerçekleştirilen 16 değişiklikten nicelik ve nitelik itibariyle en önemlileri, 1995, 2001 ve 2004 tarihli olanlarıdır. Her üç anayasa revizyonuyla, ağırlıklı olarak özgürlükler rejimi olmak üzere, demokratik devlet ve hukuk devleti alanlarında kısmi iyileştirmeler gerçekleştirildi. Bu değişikliklerle birlikte, Anayasa’nın ruhuna ve özüne sinmiş olan devletçi ve otoriter karakter belirli bir ölçüde törpülenmiş oldu. Bununla birlikte, -2001’de MGK’nın oluşum ve görevlerine, 2004’te ise TSK’nın Sayıştay’ca denetimine ilişkin değişiklikleri hariç tutacak olursak- esas itibariyle 82 Anayasası’nın ikili iktidar (devlet iktidarı ile siyasi iktidar) formülünde ifadesini bulan vesayetçi sisteme hiç dokunulmadı.

Son değişiklik paketini önemli ve anlamlı kılan, bugüne kadar yapılan anayasa değişiklikleriyle hiç dokunulmayan vesayetçi sisteme dokunması ve onu sarsmak istemesidir. Gerçekten de, 12 Eylül halkoylamasıyla kabul edilen anayasa değişiklik paketinin en önemli özelliği, ilk kez vesayetçi sistemi hedef alması ve onun tasfiyesine kapı aralamasıdır. Bu nedenledir ki, vesayetçi sistem yanlısı olan statükocu güçler koalisyonu bu referandumu bir “hayat-memat” meselesi olarak görüp buna uygun bir referandum kampanyası yürüttüler. Normalde anayasa paketinde yer alan değişiklikler üzerinden bir kampanya yürütmeleri gerekirken, bunları bir tarafa bırakıp, anayasa paketiyle alakalı olmayan konu ve sorun alanları üzerinden hükümet karşıtı bir strateji izlediler. Referandumu, hükümete yönelik bir güven oylamasına dönüştürdüler.

‘HAYIR’ OYU VE KADİM KORKULAR

Aslında, vesayetçi sisteme yaslanan ve ondan nemalanan statükocu güçlerin başka türlü bir strateji izlemeleri, kendi duruşları ve konumlanmaları açısından pek mümkün görünmüyordu. Çünkü, anayasa paketinin -yetersiz de olsa- özgürlükçü ve demokratik içeriği, pakete karşı çıkanları kaba bir biçimde özgürlük ve demokrasi karşıtı pozisyona itmekle kalmayacak, aynı zamanda bu kesimlerin vesayetçi sistemi koruma ve kollama noktasındaki gerçek niyetlerini de faş etmiş olacaktı. Bu ise, referandumda hezimete uğramalarına yol açacaktı. Böylesi bir akıbetten kurtulmak için paketin içeriğini halktan özenle gizlemeye çalıştılar. Paketin içeriğine girmeden, hükümetin genel politikaları, siyasi liderlerin özel hayatları ve özellikle de bildik kadim korkular (Türkiye’nin bölüneceği ve devleti şeriatçıların ele geçireceği korkusu) üzerinden bir “hayır” kampanyası yürüttüler.

Statüko taraftarlarının esas amaçlarını gizlemeye yönelik izledikleri bu maniplatif strateji kısmen de olsa başarılı oldu. % 42’lik hayır oyunu başka türlü açıklamak mümkün değildir. Ancak, halkın %58’lik çoğunluğu oynanan oyunun ve gizlenen gerçeğin farkında olarak pakete “evet” oyu verdi.

Pakete karşı “hayır” kampanyasını yürütenleri derin bir sessizliğe boğan ve aynı zamanda bu kesimlerde şaşkınlık yaratan beklentilerin üzerindeki bu oy oranı şu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koyuyor: Bu halk, daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük istiyor. “Bize özgü şartlar” gerekçesiyle dayatılan sınırlı ve eksik bir demokrasiyi değil, evrensel normlara uygun çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasi istiyor. Bu arzusunu gerçekleştirmenin önündeki vesayetçi sistemi de tasfiye etmek istiyor. Pakette yer alan Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile askeri yargının görev alanına ilişkin değişikliklerin bürokratik vesayeti sona erdirmede gerekli ama yeterli olmadığını biliyor. Bunun, ancak toplumsal mutabakat temeline dayalı yeni ve sivil bir anayasayla mümkün olduğuna inanıyor.

TOPLUM ÖZGÜRLEŞMEK İSTİYOR

Referandum sonucunun verdiği en önemli mesaj, toplumun demokratikleşme ve özgürleşme talebidir. Bu talebin normatif çerçevesini çizecek yeni ve sivil bir anayasa yapmaktır. Bu çerçevede referandum sonuçlarını, başta iktidar partisine olmak üzere bütün siyasi partilere yönelik yeni bir anayasa yapma direktifi olarak okumak mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, yeni anayasa talebinin sadece “evet” oyu veren seçmen kitlesiyle sınırlı olduğunu söylemek yanlış olur. “Hayır” oyu kullananların önemli bir kısmının da yeni bir anayasa yapılmasından yana olduğu biliniyor. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun referandum kampanyasını “Hayır deyin, yeni anayasa yolda!” sloganıyla yürütmesi ve referandum sonuçlarının ilan edildiği günün akşam saatlerinde de yeni anayasaya katkı sunacakları doğrultusunda bir açıklama yapması, “evet” karşıtı bloğun önemli bir kısmının da yeni anayasa arayışının arkasında olacağını gösteriyor.

Referandum sonuçları, Türkiye’nin sıcak sorun alanlarının başında yer alan Kürt meselesinin çözümünde de yeni bir anayasaya duyulan ihtiyacı çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Boykot kararına uymayıp sandık başına giden Kürt seçmenlerin kahır ekseriyetinin (yaklaşık olarak %90’ının) anayasa değişiklik paketini onayladığı; boykot kararına uyanların büyük bölümünün de demokratik ve özgürlükçü bir yeni anayasadan yana olduğu gerçeği, bize Kürt meselesinin çözümünde izlenmesi gereken yol haritası hakkında bilgi veriyor. Buna göre Kürtlerin talep ve beklentilerini de içerecek demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir yeni anayasa yapımı, Kürt meselesinin demokratik zeminde ve barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulmasında bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor.

Yeni ve sivil bir anayasaya duyulan ihtiyaç konusunda Türkiye’de az çok bir mutabakatın var olduğu biliniyor. Bunu, gerek referandum sürecinde ve gerekse sandıkların açılmasının hemen akabinde başta AK Parti Genel Başkanı olmak üzere çeşitli siyasi parti (CHP, BDP, SP ve BBP) liderleri ile birçok meslek kuruluşu ve sivil toplum örgütünün bu doğrultuda yaptığı açıklamalardan anlamak mümkündür. Ancak bu mutabakatın bir an önce kuvveden fiile geçebilmesi, referandum sonucunun Türkiye’nin anayasa sorununu çözemeyeceğini görmekten geçer. Son değişiklik paketine aşırı önem atfetmek ve bu paketle birlikte anayasa sorunumuzun büyük ölçüde giderildiğine inanmak, yeni anayasa konusunun savsaklanmasına yol açabilir.

ÇÖZÜM YENİ ANAYASADA

Hiç şüphesiz; yeni hak ve özgürlük alanları yaratan, kimi özgürlüklerin sınırlarını genişleten, hak arama yollarının önünü açan, yargının toplumla ve toplumsallıkla olan kopukluğunu kısmen de olsa gidermeye çalışan, yargıya demokratik meşruiyet katan, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını daha da güçlendiren ve bürokratik vesayeti zayıflatan bu anayasa değişiklik paketinin, bütün eksiklik ve yetersizliğine rağmen, halkoylamasında kabul edilmesi, demokrasi ve özgürlükler adına olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir.

Ancak, Türkiye’de cari olan vesayetçi sistemin tasfiyesine kapı aralamasına ve birtakım özgürlüklerin önünü açmasına rağmen, yeni anayasa değişikleri bir “son” olmalı; artık mevcut Anayasa’da değişiklik yapılması yoluna gidilmemelidir. Bu paketin kabul edilmesi, hiçbir zaman yeni ve sivil bir anayasa yapma arayışında bir duraksamaya mahal vermemelidir. Önümüzdeki süreç, yeni anayasa arayış ve tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı bir dönem olarak değerlendirilmelidir. Bu konuda siyasi partilere olduğu kadar, sivil toplum örgütlerine de büyük sorumluluklar düşmektedir. Umulur ki, siyasi partilerde ve sivil toplumda yaygın olan yeni bir anayasa yapma iradesi soğutulmadan, tez elden kollar sıvanarak “yeni anayasa için pupa yelken!” deyip işe başlamak gerekir.

Yeni Şafak-Yorum,29.09.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et