Evet ve özgürlük açığı

Evet kampanyası yürütecek olanları — özellikle de kampanyanın sahibi ve taşıyıcı unsuru olan AKP’yi — bekleyen birçok önemli sorun var. Bu yazıda, en önemlisi olarak gördüğüm özgürlük açığı üzerinde durmaya çalışacağım.

Bazı istisnaları kenarda tutmak kaydıyla, 1982 Anayasası üzerinde daha önce yapılan değişikliklerin başat özelliği, bireylerin özgürlük alanını genişletmeleri ve hak arama mekanizmalarını tahkim etmeleriydi. Değişikliklerin gayesi, yürürlükteki anayasanın özgürlüklere ters düşen baskıcı karakterini yumuşatmak ve devlet karşısında bireylerin elini bir nebze olsun güçlü kılmaktı.

Hak merkezli bir değişiklik girişiminin başlıca iki nimeti vardı. Biri, değişikliğn savunmayı kolaylaştırmasıydı. Metinlerde hak ve özgürlükleri azaltan — ya da bu ihtimali taşıyan — bir hükmün bulunmaması, değişiklik karşıtlarının hareket sahalarını kısıtlıyor ve tezlerini zayıflatıyor, taraftarlarını ise daha baştan üstün bir konuma itiyordu. Anayasa değişiklikleri temel insani değerleri ihtiva ettiği nisbette anayasa değişikliklerine karşı durmak zorlaşıyordu.

Diğer nimet ise, özgürlük ve hak eksenli bir menin — sadece hazırlayıcılarınca değil — farklı toplumsal kesimlerce de sahiplenilmesi ve desteklenmesiydi. İyi bir örnek, 2010 değişiklikleri esnasında yaşananlardır. O dönem CHP ve MHP’nin mutlak karşıtlık gütmelerine ve HDP’nin boykot tavrına karşılık toplumda özgürlük savunusu etrafında kendiliğinden bir koalisyon oluşmuştu. Değişikliğin anlatılmasını sadece AKP’liler üstlenmemişti. Liberaller, sosyalistler, sosyal demokratlar ve benzeri diğer gruplar da halkın evet demesi için çaba göstermiş ve nihayetinde, yüzde 58’lik bir oranla 12 Eylül anayasasında anlamlı bir değişiklik yapmak mümkün olabilmişti.

Ağza alınmayan demokrasi

Şimdi ise böyle bir durum yok. Nisan ayında halkın onayına sunulacak anayasa değişiklik teklifinde, ne genel olarak özgürlük ve hakları kuvvetlendiren ve genişleten, ne de doğrudan bir toplumsal kesimin mağduriyetlerini gideren ve taleplerini karşılayan bir hüküm söz konusu. Önümüzde, salt hükümet sistemi değişikliğine teksif edilen ve o noktada da birçok problem içeren bir metin var.

Özgürlük ve hak açığıyla malûl olması nedeniyle metnin halka anlatılmasında ve savunulmasında büyük bir güçlük çekiliyor. Gören gözler için, savunucuların yaşadığı güçlük ortada ayan beyan duruyor. Mimarı oldukları değişikliği savunmak adına AKP’lilerin yaptıkları beyanata baktığımda üç yola başvurduklarını görüyorum.

Bir, değişikliği yalnızca güçlü devlet, güçlü yönetim ve istikrar kavramlarıyla meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bir zamanlar dillerinden düşürmedikleri demokrasi, özgürlük, insan hakları, kuvvetler ayrılığı vb kavramları ise bu dönemde ağızlarına almıyorlar. Zira getirdikleri teklifin bu ve benzeri kavramlarla haklılaştırılmasının mümkün olmadığını onlar da gayet iyi biliyor.

İki, önerdikleri anayasa değişikliğini hazırladıkları metnin iyiliği üzerinden değil, 1982 Anayasasının kötülüğü üzerinden savunuyorlar. Oysa sorun cari anayasanın kötü olması değildir; orada zaten geniş bir toplumsal mutabakat var. Toplumun çok geniş bir bölümü 12 Eylül yükünden ve anayasasından kurtulmayı istiyor. Sorun, sözümona bu toplumsal isteği karşılamak için getirildiği söylenen değişikliğinin kendisinin iyi olup olmamasıdır; memleketin anayasa derdine deva olacak normları kapsayıp kapsammaası, anayasa sorununu çözüp çözmemesidir. Ancak taraftarları değişikliğin böyle bir niteliğe sahip olmadığının farkında olsalar gerek. Zira meşruluğu kendi metinlerinden üretmeye değil, 82 Anayasasının kötülüğünden devşirmeye çabalıyorlar.

Sakat mantık

Ve üç, anayasa değişikliğini bazı karşıtların kimliği üzerinden şeytanlaştırmaya gayret ediyorlar. Şimdilik bunun zirve noktasına Başbakan Yıldırım çıktı ve PKK HDP, FETÖ “hayır” dedikleri için kendilerinin “evet” dediğini söyledi. Vatandaşlara da kimin yanında durduklarına bakıp öyle tercihte bulunmaları çağrısı yaptı.

Çarpıcı ve etkileyici görünebilir, ama epey sakat ve tehlikeli bir mantık bu. Çünkü bu neviden bir akıl yürütme doğru kabul edildiğinde sahibini zor duruma sokacak ve mahcup edecek sonuçlar üretebilir. Tercihini hayır’dan yana kullanan çok farklı gruplar olduğu gibi,  evet’çiler arasında da çok farklı kişi ve gruplar var. Meselâ halk oylamasında evet oyunu kullanacaklarını açıktan yazan namlı FETÖ mensupları var. Ya da kararlı bir evet’çi olduğunu ilan ve hayır’cıları tehdit eden meş’um şöhretli mafyöz tipler, suç örgütü liderleri de var ortalıkta.

Peki, ne denecek bu durumda? Bunların evet’çi olması fırsat bilinerek, kararı evet’ten yana olan herkes FETÖ’cülükle mi itham edilecek? Evet diyen herkes mafyatik örgütlerle mi irtibatlandırılacak? Böyle bir genelleme yapılabilir mi Allah aşkına?

Bir anayasal önerinin kuvvetli veya zayıf olması, onu savunanların kimliğinde değil, önerinin içeriğinde ve karşı karşıya olunan sorunları çözme kapasitesinde yatar. Eğer dikkatler metnin kendisinden ziyade karşıtlarının kimliklerine yöneltilmek isteniyorsa, bunu metnin aczinin bir göstergesi olarak yorumlamak gerekir.

“Coşkulu demokrasi havasının yokluğu”

Peki, bu acziyetin sahada bir yansıması var mı? Mehmet Ocaktan bu konuda dikkat çekici bir yazı yazdı. Gözlemleri benimkilerle örtüşüyor. Ocaktan’a göre, 2010 değişikliklerinde AKP’nin eli güçlüydü. Çünkü değiştirilmek istenen 26 maddenin her biri bir demokrasi manifestosu niteliğindeydi. Sadece iç kamuoyu değil dış kamuoyu da değişikliklere olumlu yaklaşmış, bu da hükümeti daha kuvvetli kılmıştı. Dolayısıyla AKP, bütün birimleri ile göğsünü gere gere anayasa değişikliğini savunuyordu.

Ya şimdi nasıl bir durum var? Ocaktan, 2010 ile karşılaştırıldığında bir coşku eksikliğinin gözlendiğini belirtiyor. “Nedense başta milletvekilleri olmak üzere, bütün parti teşkilatlarının ‘Bu iş bir an önce bitse de evimize gitsek’ der gibi bir haleti ruhiye içerisinde oldukları hissine kapılıyorum. Elbette hiçbir AK Partili bu anayasa değişikliğine karşı bir tavır içinde değildir ve olamaz da. Benim altını çizmek istediğim; referandum çalışmalarını yürüten insanların zihninde 2010’da olduğu gibi o coşkulu demokrasi havasının yakalanamamış olması…”

Ehven-i şer

İstenen havanın yakalanmamış olması birçok nedene bağlanabilir. Meselâ kampanyaların henüz tam manâsıyla başlamamış olmasına değinilebilir. Süre azaldıkça, meydanlar ısındıkça ve aktörler sahaya indikçe havanın değişeceği söylenebilir. Mümkündür. Lâkin temel neden bunlar değil: başka bir yerde saklı: Ocaktan, AKP’nin 2010 ruhunu yakalayabilmesi için “Her parti mensubunun 18 maddenin her birisiyle ilgili çıkıp açıkça, ‘Bu değişiklik hak ve hürriyetleri teminat altına almaktadır ve Türkiye’de demokrasiyi güçlendirecek tarihi bir adımdır’ diyebilmeleri gerektiğini” belirtiyor.

Zannımca asıl sorun da bu. Getirilen metin böyle bir iddianın, böyle bir kefaletin altına girmeye el vermiyor. Herkesten önce sahiplenmesi beklenen kitlenin bile — en iyi ihtimalle —   ehven-i şer olarak değerlendirdiği bir öneri var ortada. Canı gönülden sahiplenmenin ve coşkulu bir savunmanın olmaması bundan kaynaklanıyor.

Evet’in dezavantajları hakkında söyleyeceğim birkaç husus daha var… Devam edeceğim.

Serbestiyet, 08.02.2017

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et