Ergun Yıldırım – New York’ta Beş Minare dinlerin sentezi mi?

Mahsun Kırmızıgül, toplum sorunlarına yoğunlaşan filmler yapıyor. Önce huzurevlerinin bir kapatma kurumları olarak ürettikleri işlevselliği tartışan Beyaz Melek, sonra Kürt sorununu ele alan Güneşi Gördüm ve en son din (kan davası da yan bir hikaye ve sorun) temasını içeren New York’ta Beş Minare filmi… Her üç filmin sosyolojik boyutları oldukça önem taşıyor. Sinema sanatı açısından büyük benzerlikler taşıyan (yukardan çekimler, ABD sinemasını andıran kamera kullanımları ve efektler) bu filmlerin ele aldıkları toplumsal temalar birbirinden farklı. Ama bu temaların üçü de günümüz Türkiye toplumunda varlığını sürdürmeye devam ediyor.

    Filmlerin üçünde bunlara yönelik önemli hatırlatmalar yapılmaktadır. Sorgulayıcı yaklaşım öne çıkmasa da en azından sorunların varlığını hatırlatma da önem taşımakta. Genel üslup sorgulayıcılığın ötesinde oldukça “ezik” ve “özür dileyici” çağrışımlarla yüklü. Kimseyi kırmama çabası, boynu bükük bir anlatım tarzını öne çıkarıyor. Başrolü oynayan Kırmızıgül’ün boynu büküklüğü bunu oldukça çıplak bir biçimde ortaya dökmekte. Bu açığı kapatmak amacıyla ABD sinemasının etkileyici kamera çekimleri, efektleri ile Türk sinemasının kadim “ağlama”ya vardıran duygusallık sahneleri kullanılır. Eh sonunda gözü yaşlı faniler olarak sinemadan çıkıp karışırsınız dünyaya!

Ruh üşüten New York ve…

Geçen yıl NewYork kentine gidinceye kadar en çok istediğim şeylerden birisi bu şehri görmekti. Filmlerde, dergilerde ve televizyonlardaki anlatımların parlaklığı, ışıltısı ve canlılığı beni çarpıyordu. Modernliğin kent ruhuna sinmiş yeri olarak New York’u hayal ederdim. Oraya vardığımda büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Ne pırıltı ne canlılık ne de hayat vardı. Paslanmaya başlayan ve gittikçe hayatın içinde çekilmeye yüz tuttuğu bir çelik yığınıyla karşılaştım. Ruhum üşüdü! Amerikan rüyasının bir kentteki tezahürüne aptalca tutulan bir duygunun bozgunluğunu yaşadığımı hissettim. Şimdi New York’ta Beş Minare filminde yukarıdan yapılan o parıltılı çekimlerin rutinliğinin aptallaştırıcı sahneleriyle bir daha üşüdüm!

İki polisin Deccal (film baştan sona deccal çağrışımının büyüklüğü karşısında oldukça dar gelmektedir) aramasıyla başlayan hikaye, aslında polislerden Fırat’ın da hikayesini gizler içinde. Devlet, terörist Deccal lakaplı adamı ararken, Bitlisli polis Fırat da babasını öldüren adamı aramaktadır. New York’da bu iki arayışın yolu kesişir. ABD, İslamafobi’nın etkisiyle ne yaptığını bilmemenin karmaşıklığını yaşarken, polislerimizden birisi “ben de Müslümanım” hatırlatmasında bulunur. Bütün Müslümanları terörist olarak algılamanın büyük yanılgısından bahseder. Filmin ana söylemi de budur. Bir yandan New York’da yaşayan Hacı, öbür yandan Batman’da yaşayan gerçek Deccal. Hacı New York’da yaşıyor, karısı Maria bir Hıristiyan. Hacının kızının adı Jasmine. Hem Müslüman hem Hıristiyan olma durumunu çağrıştıran bir isim. Hacı, Mevlevi bir dervişin New York’a düşen akisi. Ama meşrebi oldukça geniş. Mevlana’nın Kur’an ve Hz. Muhammed kaynaklarıyla kendini sınırlayan ya da temellendiren yaklaşımı burada oldukça genişler, farklı uzamlara sarkar. Öyle ki kızı bir Hıristiyan’la evlenir ve iki nikah gerçekleştirir. Nikahı hem kilisede papaza kıydırır,  hem de camide imama. Bu inanış pratiği, tam manasıyla iki din arasındaki sentezi örnekler: Biraz Hıristiyan ve biraz da Müslümanlık taşıyan bir kimlik.

İki müslüman prototipi

Post-modernliğin hakikatin çoğulluğu yaklaşımı, filmde dinler pratiğinde tezahür eder. Dinler arası diyalogdan çok dinlerin sentezini ifade etmekte. Hıristiyanlıkla İslam’ın telifini normalleyen önermelere göndermede bulunmakta.

 Filmde iki Müslümanlık örneği var. İlki, siyah sarık ve öfkeli molla tipleriyle canlandırılan, Batman’da silahla, işkenceyle, cihatla adam öldürmekten bahseden, bodrumlarda ölüm saçan bir yapıdır. Bu yapıdaki tiplemeler, İslamifobia’nın Taliban, Ladin ve mollalar söylemine de uyar. Onları çağrıştıran şiddet, cihat, molla, kalaşnikof vs. ile yan yana duran bir dinsellik… İkinci Müslümanlık yaklaşımı ise polis Fırat’ın içinde gizlenerek müritlik yaptığı ve “amirim temizler” dediği Kadirileri andıran tasavvuf grubuyla somutlaşmaktadır. Şeyhin ve müritlerinin coşkulu devranları, filmde oldukça etkileyici biçimde sunulmaktadır. Ayrıca ikinci Müslümanlığın açık, hoşgörülü ve diyalogdan yana tutumları Hacı karakteriyle yansıtılmaktadır. Hacı’nın da söylemi tasavvuf kaynaklı. Dolayısıyla tasavvuf ve tarikatlar üzerinden sürdürülen bir dinsel hoşgörü söyleminin varlığı oldukça yaygındır.

Hakikatin çoğulluğunu yansıtıyor

Elbette, resmi ideolojinin tasavvuf ve tarikatları cehaletin, hıyanetin ve geriliğin yuvaları olarak görme anlayışı filmde ters yüz edilmekte. Tasavvufun insanı insanlaştıran, geniş bir inanç dünyasına taşıyan varlığı hatırlatılmakta. Bu hatırlatma Hacı gibi Bitlis’te kan davasına bulaştırıldığı için yolu New York’a uzanan bir şahsiyet üzerinde işlenmektedir. Filmin belki de en önemli yönü, bu resmi anlayışın rutin yalanlarını parçalamasıdır.

Filmin temalarında ve söylemsel kurgusunda dinlerin sentezi ve hakikatin tekilliği yerine çoğulluğu ya da ikiliği işlenmektedir. Hem İslam hem de Hıristiyan hakikattir. Bu nedenle ikisini bir arada yaşayabilirsiniz. Bu yaklaşım bütünüyle post-moderndir.

Dinlerin post-modernliğin teolojisi içinde yapılandırılma arayışıdır. Bu nedenle geleneksel Müslümanlık biçiminden bütünüyle ayrışmaktadır. Elbette Bâtıni yorumlarda, Kadıyanilik, Bahailik ve Sihler gibi sentez din örnekleri de bulunmaktadır. Yani biraz İslam ve biraz Hıristiyanlık ve biraz da Hinduizm…

 Dinler arası diyalog ise dinlerin pratik toplum sorunlarını çözmek için işbirliği içinde çalışmaları demektir. Dünyada şiddet, cehalet ve yoksulluğun kaldırılması için bütün inananların beraberlik içinde hareket etmesidir. Ayrıca dinlerin daha çok ortak temalarda ortak hareket içinde olmaları manasına gelmektedir. Bundan dolayı dinlerin sentezinden bütünüyle ayrışmaktadır. Her dinin kendini hakikat görme kabulünden hareket eder ve buna göre karşılıklı varlığı anlamaya ve tanımaya çalışır. Bir yönüyle de dinlerinin karşılıklı olarak birbirlerini (C. Taylor’un kavramlaştırmasıyla) ‘tanıma politikası’dır.

Star-Açıkgörüş, 30.11.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et