Bu kez fidanı budatmamak için

“Türkiye’yi bir fidana benzetmişler” demişti, beni Diyarbakır’dan Batman’a götüren yaşlı şoför, “tam kuruyacağı zaman biraz su veriyorlar, tam meyve vereceği zaman da buduyorlar.”
Seçim sonuçlarını ve partilerin ilk açıklamalarını izlerken aklıma onun bu sözleri geldi.
Ama elbette tarih her zaman böyle akmak zorunda değil.
Ortaya çıkan tablo, bir yandan kendine çeki düzen verme ve yenilenme imkanını, diğer yandan ise doksanlardaki gibi bir alacakaranlık kuşağına sürüklenme ihtimalini ima ediyor.
Ak Parti, bu sonucun sağlıklı bir muhasebesini yapıp gerekli dersleri çıkarabilirse, bundan büyük bir hayır çıkar. Ama sadece Ak Parti’yi iktidardan uzak tutmak isteyen odakların siyasi dizayn çabası başarılı olursa, bu ülke için her anlamda kötü olur.
Şimdi muhasebe zamanı
Ak Parti’nin öyle veya böyle bir muhasebe yapması gerekiyordu.
Bir miktar oy kaybıyla tek başına iktidara gelmesi, belki böyle bir muhasebeyi sakin ve geniş bir zamanda yapabilmesini kolaylaştırabilirdi. Belki diyorum, çünkü bu durumda yine sahici muhasebeyi erteleyeceğini, ancak şiddetli bir tokadın bunu sağlayacağını ve bugün yaşananın tam da bu olduğunu düşünenler de var.
Öyle veya böyle, artık bunu “boş zamanlarında” yapma lüksü yok. Ama telaşla ve ayaküstü de değil, bu muhasebeyi paniğe kapılmadan ve kırıp dökmeden yapabilmesi hayati önem taşıyor.
Ak Parti’nin oy kaybetmesi durumunda bir iç hesaplaşmanın ve çözülmenin başlayacağına ilişkin bazı çevrelerdeki heyecanlı beklentileri boşa çıkarmanın yolu da bu.
Bazı tespitler
* Öncelikle mutlak bir başarısızlık söz konusu değildir. Ak Parti hükümet kuracak oyu elde edememiştir ama bu seçimlerden birinci çıkmıştır. Nispi bir başarısızlık söz konusudur ve o nispet de Ak Parti’nin kendi oyu ve potansiyeliyle yapılmaktadır. Toplum ona bir ceza vermiştir ama toparlanabileceği şekilde. Günün sonunda açık ara farkla birinci parti odur.
*Ak Parti ülkenin hem Doğusundan hem Batısından aynı anda oy alabilen tek kapsayıcı partidir. Renkli seçim haritasına bakanlar, bir yanda CHP ve MHP, diğer yanda HDP olmak üzere üç adet bölge partisi ile ana gövdeyi oluşturan ve bu üç partinin oy aldığı bölgelerde de ikinci büyük güç halinde onları bir arada tutan harç siyasi aktör olarak Ak Parti’yi görür. Bu da onun aldığı oyu niteliksel bakımdan benzersiz kılmakta ve sorumluluğunu artırmaktadır.
* Bütün hatalarına rağmen Ak Parti, bu ülkede ciddi yapısal değişim ve dönüşümlere imza atan, TBMM’de somutlaştırdığı önerisiyle sivil anayasa idealine en yakın duran ve Kürt Barışını başlatan en büyük kitle partisidir.
* Uluslararası alanda da, tıpkı ülkedeki statükoya itiraz ettiği gibi global statükoya itiraz eden, ABD ve AB’nin darbelere ve kıyımlara gözünü kapattığı bir dönemde insani bir dış politikayı ısrarla savunan ve adeta “ruhsuz bir dünyanın ruhu” gibi davranan bir politikanın mimarıdır.
* Bu yüzden de, özellikle İslam coğrafyasında onun kaderini kendisiyle doğrudan ilgili gören ve onun için kaygılanan sayısız insan vardır. Bu da onun sorumluluğunu artırmaktadır.
* Bazı Ak Partililer alınan sonucu, seçime her taraftan ciddi bir kuşatma ve yoğun bir propaganda yağmuru altında girmelerine, en benzemez güçlerin onlara karşı kirli ittifaklar yapmasına bağlama eğilimdedirler. Ak Parti’yi alaşağı etmek isteyen güçlerin, örneğin oligarşi medyasının en ırkçı, ayrımcı siyasi alternatiflerle, onu en özgürlükçü söylemlerle eleştirenleri aynı anda desteklediği doğrudur. Ama bu durum bu seçime özgü değildir.
* Burada asıl sorulması gereken soru, böyle dahi olsa, “neden önceki tüm seçimlerde başarılamayan bu kez başarılmıştır?” olmalıdır. Bu sorunun cevabı, bizi sorunu dışta değil içte, iç dinamiklerde aramaya götürür. İşte muhasebenin başlaması gereken nokta burasıdır.
* Ak Parti’nin yüzleşmesi ve çözmesi gereken sorunlar bu seçim döneminde başlamamıştır. Bunlar ayrıca ele alınmalı. Ama özellikle seçim sürecinde, daha önce yüzde ellileri işaret eden oyların azalmasında, bu genel sorunların yanında, özel olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söyleminin önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Seçim tablosunda CHP ve MHP’nin anlamlı bir oy değişiminden söz edilemezken, Ak Parti’den önemli miktarda Kürt oyunun HDP’ye kaymasında, Kobani’de başlayan duygusal kırılma ile onun muhtemelen Türk oylarını konsolide etmek için verdiği mesajların böyle bir sonucundan söz edilebilir.
* Erdoğan, bu ülkenin iyiliği için gerçekten de başını taşın altına koymayı göze alarak Kürt Barışına götürecek Çözüm Sürecini başlatan ve en zor zamanlarda müesses nizamın saldırılarına karşı sağlam durarak onu koruyan lider olarak tarihteki rolünü hali hazırda almıştır. Eğer onun cesareti ve liderliği olmasaydı, çok muhtemeldir ki süreç de olmayacaktı. Öyle bazılarının sandığı gibi muhayyel bir “zamanın ruhu” da bize yardım edemeyecekti.
* Ama son dönemde, belki tam da süreci ve onu devam ettirecek siyasi iradeyi desteklemek için yaptıklarıyla, en ciddi hasarı da o vermiştir. Siyasete açıkça müdahil olması anlamına gelen tutumu hem ilkesel olarak hatalıydı, hem de stratejik olarak. Cumhurbaşkanı olarak bu tutumu, onu seven ve destekleyen pek çok insanın bile adalet duygularını incitti. “Kürt Sorunu yoktur”, “Dolmabahçe fotoğrafı hataydı”, “ortada masa yok” gibi sözleri, “Zerdüşt” suçlaması, en mütedeyyin Kürtleri bile küstürdü ve HDP’ye itti. Ak Parti’nin Kürt illerindeki adayları genel itibarıyla iyi seçilmemişti, bu doğru, ama bu hep böyleydi. Bu kez asıl sorun, adayları aşan bir şekilde tutum ve söylemdeydi.
* Dolayısıyla bu muhasebede en çıkarılmayacak sonuçlardan biri, bu yüzde kırkın da Erdoğan’ın sahaya inmesi sayesinde alındığıdır. “Onun sahaya inmesine rağmen” alınmış bir sonuçtur bu.
* Hiç çıkarılmayacak ikinci sonuç ise, bu seçim sonucunu Çözüm Sürecine mal etmektir. Bugüne kadar toplum, çözüm ve özgürlük lehine güçlü mesajlar verenleri ödüllendirmiştir. Ak Parti’yi bugünlere getiren de budur ve aniden çözüme tepki gösterdiklerini düşünmek anlamsızdır. Kaldı ki söz konusu oylar çözüme açıkça karşı olan partilere gitmemiştir.
* Ak Parti seçim sonuçlarını büyük bir olgunlukla karşılamıştır ama bazı Ak Partili yetkililerle onu destekleyen medyanın dili ciddi anlamda sorunludur. Yalçın Akdoğan’ın “çözümün filmini yapmak” veya “dağdaki bağdaki” türünden sözleri asap bozucu ve yanlıştır.
* Sosyal medyadaki, Kürtlerin kadir kıymet bilmeyen siyasi tutumlarına veya genel olarak halkın meseleyi anlamadığına dair paylaşımlar da ahlaki bakımdan yanlış olduğu gibi, sorunla yüzleşmeyi geciktiricidir. Türk veya Kürt, insanlar akıl ve vicdan sahibi varlıklardır ve herkes eksiklik aramaya kendisinden başlamalıdır.
Ne yapmalı?
Eski günlerde Ak Parti için, onu çok geri bir noktadan eleştiren bir muhalefetle baş etmek kolaydı. “Atatürk, rejim, laiklik” gibi resmi ideolojinin eskimiş kalıpları onu yıpratmaya yetmiyordu.
Ama zaman içinde CHP bile en azından dilini değiştirmesi gerektiğini anladı. HDP, medya ve sivil toplum, onu demokrasi özgürlük ve insan hakları üzerinden eleştirmeye başladı. Ak Parti için alışılmış bir durum değildi bu ve ilk kez bu zeminden eleştirilince afalladı.
Aslında oluşumunda bir siyasi aktör olarak en fazla kendisinin katkıda bulunduğu bir tabloydu bu. Ancak, “çıraklık” döneminde olsa kendisinin de katılacağı bu eleştiriler karşısında, epeyce geride bıraktığı ama belli ki büsbütün içinden atamadığı sağ devletçi refleksleri devreye girdi.
Ak Parti’yi “destekleyen” medya, HDP’nin ambleminden PKK çıkarmak gibi, Demirtaş’ın ateistliği gibi, 28 Şubat’ın Hürriyet’ini andıran yayınlara veya HDP’yi eşcinsel adayı üzerinden eleştirme ayıbı gibi yollara tevessül etti. Bunun hem ahlaki bakımdan yanlış olduğunu, hem de toplumun bu türden suçlamalarla ikna olmayacak kadar reşit olduğunu göremedi.
Oysa elinde demokratik ve sivil anayasa bayrağı, 90 senedir bu ülkenin başına gelmiş en hayırlı olayın, Kürt Barışının mimarı ve büyük ortağı olmanın ağırlığıyla davransaydı, çok daha ikna edici olur, Kürtleri de küstürmez, oyunu da düşürmezdi.
Bugün de yapması gereken odur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi arkadaşlarının oluşturduğu hükümetine güvenmeli, onların kendi siyasetlerini üretmelerine ve uygulamalarına izin vermeli, başkanlık sistemi veya izleme kurulu tartışmasında olduğu gibi, onları ya tekzip etmek ya da ele güne karşı sorun çıkmasın diye öyle düşünüyormuş gibi yapmak zorunda bırakmamalıdır. Türkiye demokrasisinin olgunlaşması ve partisinin kurumsallaşması bakımından da olması gereken budur.
Başbakan Davutoğlu da, üzerinde iğreti duran hitabet tarzını terk etmeli, mega teorilerle konuşmayı bir yana bırakmalı, Kaçkar Dağlarından Mogadişu’ya selam göndermekten vazgeçmeli, yeniden kendisine yaraşan sakin ve ağırbaşlı haliyle konuşmalıdır. Seçim sürecinde Diyanet’ten zorunlu din dersine veya Bahçeli’yi milliyetçilik üzerinden sıkıştırmaya çalışmaya kadar bir dizi yanlışı o da yapmıştır.
Ama bütün hatalarına rağmen günün sonunda Ak Parti, hala bu ülkeyi demokratikleştirecek ve özgürleştirecek potansiyele sahip en büyük kitle partisidir. Kendisine biçtiği bu tarihi misyonun bilincinde olarak ciddi bir özeleştiriyle tutumunu düzeltmelidir.
Şimdi seçim sürecinden başlayarak gerilere doğru kendi adımlarını izleyerek, nerelerde yanlış yaptıklarını cesur ve samimi biçimde mercek altına almalarının zamanı.
Bir kez daha budama yaşamamak için…

Serbestieyt, 12.06.2015

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et