Bartu Özden – ESFLC 2016’nın Ardından

Liberal Düşünce Topluluğu’nun aracılığıyla 10 – 13 Mart 2016 tarihleri arasında Prag’da Charles Üniversitesi binasında düzenlenen European Students for Liberty (Avrupa Hürriyet Öğrencileri) 2016 konferansına katıldım. Prag yüzlerce yıllık binalarıyla, köprüleriyle, her köşe başında kömür ateşinde pişirilen poğaçalarıyla, müzeleriyle insanı büyüleyen bir şehir.  Yalnız, şehrin en büyük metro istasyonlarından birinde daha adımımı atar atmaz gördüğüm manzara bende kısa süreli bir şok etkisi yarattı. İngilizce ve Arapça harflerle “Mülteciler hoş gelmediniz!” yazılı etiketler istasyonun duvarlarını süslüyordu. Bir tanesi bile yırtılmamış, bir kişi olsun buna tepki göstermemiş veya tepkisini dillendirmeye cesaret edememişti.  Yüzlerce insan bu etiketlerin yanından sanki problemli hiçbir şey yokmuşçasına geçiyor, her geçip giden insan bende biraz daha ümitsizlik yaratıyordu. Bu şoku atlatmam için, küçük Avrupa ülkelerinin evini, yurdunu kaybetmiş insanlara karşı izlenmesini istediği politikaları ve o an nerede olduğumu hatırlamam yetti.

Program kapsamında büyük çoğunluğu Avrupalı olmak üzere dünyanın birçok değişik yerinden liberal değerlere inanan veya bu değerleri merak eden dokuz yüze yakın öğrenci bir araya geldi. Organizasyon için çok emek harcandığı belliydi. Aynı anda başlayıp biten değişik seminer programları ve çalıştaylardan oluşan bir program vardı. Ben önceliği kendi ilgi alanıma giren veya Türkiye’yi ilgilendirdiğini düşündüğüm oturumlara verdim.

İlk oturum, serbest piyasa ekonomisi ve çevre üzerineydi. Tamara Kurdadze, refah arttıkça üretimin arttığından ve ürünlerin çeşitlendiğinden, bunun da her daim daha fazla enerji talebi yarattığından bahsetti. Doğayı korumak adına rekabet halindeki firmalara çeşitli yasaklar koyan hükümet politikalarının başarı şansının yüksek olmadığından, büyük şirketlerin lobi faaliyetleriyle bu yasakların üstesinden çok zorlanmadan geldiğinden, zaten tüketim var olduğu müddetçe emisyonun önlenemeyeceğinden ancak sadece başka ülkelere ihraç edilebileceğinden söz etti. Kurdadze’ye göre çözüm, rekabet halindeki firmaların toplum tarafından çevreci politikalar izlemeye itilmesi, doğaya daha az zarar veren firmaların takdir edilip daha fazla tüketilmesi, ki kulağa hiç mantıksız gelmiyor, özellikle bu konuda verdiği elektrikli arabalarla ilgili örnekleri duyduktan sonra… Bartu Özden (2)

Katıldığım ikinci oturumda Andrew Bernstein kişilerin özgürlüğü desteklemek için bireysel hayatlarında neler yapabileceği hakkında konuştu. Bireysel özgürlüğü kısaca insan haklarına sahip olmak olarak tanımlayan Bernstein’a göre kişi öncelikle kendi ayakları üzerinde duran, kendi kararlarını kendi alan, kendi aklının sahibi ve ekonomik olarak bağımsız biri olmalı ki tam anlamıyla özgür olsun ve bunu korusun. Ona göre, din veya devletin kuralları insanları iradelerinin dışında yaşamaya zorluyorsa özgürlükten bahsedemeyiz, bunun en güzel örneklerini geçtiğimiz yüzyılın totaliter rejimlerine bakarak görebiliriz.

İkinci oturumdan sonra “speednetworking” adı verilen bir etkinliğe katıldım, üç dakikada bir yer değiştirerek bir odanın içindeki kırk insan birbirimizle tanıştık, ilgi alanlarımızı öğrendik ve bu etkinlik ilerleyen zamanlarda çok güzel arkadaşlıklar kurulmasının aracı oldu.

İlk günün en son oturumunda Lawrence Reed özgürlüğün kahramanlara ihtiyacı olduğunu anlatan bir konuşma yaptı. İlkeli, entelektüel ve aynı zamanda cesur insanların dünya tarihine olan etkilerinden, herkesin daha fazla özgürlük için bir katkı vermesinin öneminden köleliğin kaldırılması örneğini vererek bahsetti.

İkinci gün katıldığım ilk oturumda Pieter Cleppe hayalini kurduğu bir ütopyayı anlattı. Bu ütopya özetle,  dünya hükümetleri veya şirketlerinin büyük bir toprak parçasını satın alarak veya kiralayarak yasaları olan, serbest piyasanın işlediği bir devlet yaratması ve isteyen mültecilerin de kendine bir yer bulabileceği ortamı oluşturması. Cleppe, bu fikri açıklarken uygulanabilir olmadığını bildiğini söylüyordu zaten, benim de düşüncem Suriye’de henüz uçuşa yasak bir güvenli bölge yaratamayan dünya için fazla hayalci bir yaklaşım olduğu yönündeydi.

Daha sonra yıllarca savaş bölgelerinde görev yapmış bir gazeteciden göç ve savaşı dinlemek isteyen yüzlerce öğrenciyle beraber Lutz Klevemann’ın seminerine katıldım. Klevemann Batı’nın Suriye’deki savaşı ne kadar göz ardı ettiğini, Avrupa medyasında mültecilerin çaresizliklerini haber yapmanın zorluklarını çarpıcı fotoğraflar eşliğinde aktardı. Sınırlarda, çamur içinde çaresizce yaşama tutunmaya çalışan mültecilere reva görülen zulmü o an orada bulunmuş bir insan olarak anlattı. Her cümlesinde Avrupalı dinleyicilerin biraz daha şaşırdığını hissetmemek mümkün değildi. Bu savaşın tek iyi yanının, Batı’nın artık Doğu’ya duyarsız kalmamaya mecbur olması olarak görülebileceğini, bir sene önce vize dahi alamayan insanların şimdi sınırları yıkıp geçmek üzere olduğunu ifade etti.  Bu oturumdan sonra göçle ilgili düşüncelerin tartışıldığı bir çalıştaya katıldım. Ailesi Meksika’dan Kanada’ya ekonomik problemler yüzünden göç etmiş bir öğrenci, bugün çok daha zor durumdaki insanlara bu fırsatın tanınmıyor olmasının kendisini vicdanen rahatsız ettiğini anlattığında, Suriyeli göçmenlerin Batı’ya gelmesinden endişe eden Avrupalı öğrencilerin yaşam tarzı argümanları boşa çıktı. Şunu da söylemeliyim ki, tartıştığım Batılıların çoğu ister istemez oryanBartu Özden (1)talist bir bakış açısıyla konuya eğiliyor, tutundukları tek dal gelen göçmenlerin kendi bölgelerinde şeriat hukuku talep etme ihtimali olarak kalıyor ki, bunun ne kadar gerçek dışı olduğunu bizim kendi aramızda tartışmamıza bile gerek yok. Kendimce, insanları kimliklerinden ve değerlerinden ötürü dışlamanın sonucunun dışlananların o kimlik ve değerlere daha fazla sahip çıkması ve korkulan bu değerleri ellerindeki tek silah olarak görmesi olduğunu, hoşgörülü ve davetkâr bir politikanın çoğulcu bir toplum ve ekonomiye bir katma değer olarak tesir edeceğini ifade etmeye çalıştım. Önyargı ve kalıp yargılar o kadar kuvvetliydi ki, etkili olup olmadığımdan emin değilim.

Dinleyici olarak katıldığım diğer oturumlar, liberal ekonomi politikalarının temelde ne olduğu ve uygulanabilirliği, sosyal devlet anlayışının sebep olduğu krizler ve ekonomide rekabetin önemiyle ilgiliydi ki bunlar Türkiye’de bizim de çok ön planda ve belki yeteri kadar olmasa bile hep üzerine düşündüğümüz ve tartıştığımız konular.

Son olarak, benim açımdan oldukça faydalı ve öğretici olan, aynı zamanda değişik ülkelerden birçok insanla tanışmamı sağlayan bu konferansın düzenlenmesinde emeği geçen bütün insanlara ve benim katılmamı sağlayan LDT’ye teşekkür ediyorum. Kendi adıma, European Students for Liberty’nin yerel koordinatörlük görevini üstlenmeyi ve gelecek yıllardaki konferanslarda rol oynamayı istiyorum.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et