Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru: Çekinceler ve beklentiler

Avrupa’da; Almanya, Avusturya, İsviçre, Belçika, İspanya, Rusya, Polonya, Portekiz, Makedonya, Hırvatistan, Slovenya, Macaristan, Çek ve Slovak cumhuriyetlerinde, Latin Amerika’da; Meksika, Arjantin, Brezilya ve Kolombiya’da, Uzakdoğu’da; Güney Kore’de mevcut olan ve uygulamaya devam edilen “bireysel başvuru”, ülkemizde de 12 Eylül 2010 tarih ve 5982 sayılı anayasa değişikliği kanunu ile anayasal düzenlemeye kavuşturuldu.

Bu değişiklik üzerine Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yağmur gibi bireysel başvuruda bulunuldu. Fakat o dönemde uygulamaya ilişkin kanuni düzenleme yapılmadığı için, AYM, yapılan müracaatları işleme koymadı. Daha sonra 30 Mart 2011 tarih ve 6216 sayılı kanunla bireysel başvurunun esasları düzenlendi. Ayrıca bu kanunun geçici 1/(8.) maddesine konulan AYM, “23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler” hükmü ile bireysel başvuru için ileri bir tarih belirlendi. Bu hüküm sebebiyle o tarihlerde AYM’ne yapılan bütün müracaatlar geçersiz hale geldi.

Bireysel başvuru için beklenen büyük gün geldi. Artık kişiler, 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine bireysel başvuruda bulunabileceklerdir. Tabii ki kamuoyunda iyimser bekleyişler yanında bireysel başvuruya ilişkin ciddi tereddütler de mevcuttur. Önce tereddüt ve endişe kaynağı olan bazı hususlar üzerinde durmak istiyorum.

Birincisi, AYM’ne yüksek sayıda müracaat olacağı, bunun da AYM’nin çalışmalarını tıkayabileceği yönündedir. Yargıtay ve Danıştay’daki toplam dosya sayısının iki milyon civarında olduğu belirtilmektedir. Bu dosyaların belli bir kısmı muhtemelen bireysel başvuru yoluyla AYM’nin önüne gelecektir. Bunların ne kadarının bireysel başvuruya konu olacağı bilinmez ise de, muhtemeldir ki sayının bir hayli kabarık olacağı tahmin edilebilir. Yüksek sayıda müracaat beklentisinin en büyük sebebi, yargı organları tarafından verilen kararların, birçoğu sağlam ve ikna edici gerekçelere dayanmadığı için, davanın taraflarını tatmin etmemesi ve bunun neticesinde de, insanların sahip oldukları tüm hukuki başvuru haklarını sonuna kadar kullanmak istemeleridir.

ŞU ŞARTLAR OLURSA: OLUMLU SONUÇ

İkincisi, alt mahkemelerle Yargıtay ve Danıştay yanında AYM’nin de hak ve hürriyetler aleyhine ideolojik eksenli kararlar vermede ısrarcı olabilmesi ihtimalidir. Maalesef gerek AYM’nin, gerekse diğer mahkemelerin geçmiş yıllarda sergilemiş oldukları performans hiç de iç açıcı değildir. AYM’nin bireysel başvuru konusunda başarılı bir performans sergilemesi, bu Mahkemenin hak ve hürriyetler lehinde istikrarlı bir tutum izlemesine ve yetkilerini hukuk devletinin gereklerine uygunluğun sınırları içerisinde kullanmasına bağlı bulunmaktadır. Ne var ki, AYM, gerek 1982, gerekse bazı kesimlerce çok daha hürriyetçi ve liberal olduğu sıkça vurgulanan 1961 Anayasası döneminde hiç de iyi imtihan verememiştir. AYM’nin eski kararlarında benimsediği insan hakları aleyhine olacak şekilde resmi ideolojik kararlarında ısrarcı olması halinde, bireylere bir de bireysel başvuru yolunun tanınmasının hiçbir anlamı olmayacaktır. Kişilere AYM’ne bireysel başvuru yolunun açılmasının en temel gerekçesini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Türkiye’den yapılan müracaat sayısının azaltılması amacı teşkil etmektedir. Eğer AYM, bireysel başvuru yoluyla hak ve hürriyetlerin etkili bir şekilde korunması konusunda yeterince başarılı olmazsa, Azerbaycan örneğinde olduğu gibi, bu yol, AİHM tarafından “etkili bir başvuru yolu” olarak kabul edilmeyebilecektir. Bunun neticesinde ise, kişiler bu yola başvurma zorunluluğu olmaksızın doğrudan AİHM’ne müracaat hakkını elde edeceklerdir. Bu durum, bir ülke için bireysel başvuru mekanizmasının hiç getirilmemiş olmasından çok daha kötüdür. Diğer yandan, her ne kadar bu mekanizma, AİHM tarafından etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilse bile, ülkemizin kronik sorunlarından birisi olan uzun dava sürelerinin AYM’nin bu denetim yolunda da kendisini göstermesi halinde, Türkiye, bu sefer de AİHM önünde uzun dava süreleri sebebiyle ihlal kararlarına maruz kalabilecektir. Bütün bunlar, ümit kırıcı gibi görünmektedir. Fakat ben bu mekanizmanın bazı şartlara bağlı olarak olumlu sonuçları olacağı kanaatindeyim. Bu iyimser beklentiler bazı ön-şartlara bağlı bulunmaktadır. Müracaatların çokluğunun AYM’nin çalışmalarını kilitleyeceği yönündeki kötümser beklenti, belki ilk başlarda bu kesimi haklı çıkarabilse de, orta ve uzun vadede ben bu sorunun aşılabileceği kanaatindeyim. Bir zamanlar 1987 ve 1989 yıllarında AİHM’ne müracaat ve yargılama yetkisinin kabul edilmesinde de benzer endişeler dile getirilmişti. Ama zamanla korkulan olmadı. Ben benzer durumun, ilerleyen yıllarda bireysel başvuru için de söz konusu olabileceğini düşünüyorum.

Burada belki de en kritik konu halka ideolojik bir deli gömleği giydirmeyi amaçlayan ve bu özelliğinden pek fazla bir şey kaybetmeyen 1982 Anayasası’nın yürürlüğünü sürdürmesidir. Bu Anayasa yerine hukuk devleti ve hak ve hürriyet eksenli yeni bir Anayasa yapılmadıkça, AYM’nin hukuk devleti ve insan hakları aleyhine kararlar verme riski varlığını devam ettirecektir. Bu vesileyle yeni Anayasa’nın yapılması hayati önemi haiz bulunmaktadır.

Diğer yandan, AYM’nin son yıllarda, hem de 1982 Anayasası yürürlüğünü sürdürdüğü bir dönemde, özellikle siyasi partiler hakkında verdiği hak ve hürriyet eksenli kararlar, bireysel başvuruya yönelik beklentileri bir nebze de olsa olumlu yöne kaydırmaktadır.

Şayet AYM’nin, değişen üye profilinin de bir yansıması neticesinde, AİHM içtihatları ile uyumlu yönde kararlar vermesi halinde, hukuk devletinin tesisi yönündeki en büyük dönüşüm o zaman gerçekleşecektir. Sirayet ve etkileşim yoluyla, başta Yargıtay ve Danıştay olmak üzere diğer Yüksek Mahkemeler ile alt mahkemeler, bu içtihatlardan olumlu yönde etkileneceklerdir. Bu etkileşim neticesinde, diğer mahkemelerce verilen kararlar tarafları tatmin edeceği için bireysel başvuru sayısı azalacaktır. Bunun neticesinde de, hem AYM’nin yükü, hem de AİHM’ye müracaat sayısı azalacaktır. Bundan herkes kazançlı çıkacaktır.

Burada bu iyimser görüşleri destekleyen AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın konuyla ilgili sözlerinin hayata geçirilmesi için içtenlikle temennide bulunmak istiyorum.

23.09.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et