Amerika’da Demokrasi?

Cemal Fedayi

ABD’nin Kudüs kararının görüşüldüğü BM oylamalarındaki tavrı ABD’nin demokrasiye inancı ve saygısı konusundaki şüpheleri iyice artırdı… Bu oylamalarda ABD demokrasinin değil diktatörlüğün tarafında yer aldı.

ABD, Güvenlik Konseyindeki oylamada tek başına kaldı; 14 üye bir tarafta, tek başına ABD öteki tarafta. Amerika, demokrasinin köküne kezzap döken veto hakkını kullanarak 14 çoğunluk oyunu geçersiz kıldı.

ABD, genel kuruldaki oylamada da yalnız kaldı. Tam 128 ülke ABD’yi haksız bulurken, sadece 8 ülke ABD’nin tarafında yer aldı. Bu ülkelerden birisi İsrail; ötekiler ise adı bile duyulmamış minnacık devletçikler. Bu oylamalar sonucunda, ABD’nin uluslararası platformlarda demokratik olmadığı aşikâr oldu.

ABD’nin dışarıya doğru demokrat olmadığı da Afganistan ve Irak olaylarından sonra açığa çıktı. ABD, “demokrasi götürüyorum” dediği yerlere kan ve kaostan başka bir şey götürmedi.

Bütün bunlardan sonra sormak gerekiyor: Dışarıya doğru demokrasi karşıtı olan ABD, acaba kendi içinde demokrat mı? Acaba Amerika gerçekten demokrat bir devlet mi? Amerika’da gerçek bir demokrasi var mı?

Tam bu noktada merhum Malcolm X’in Amerikan demokrasisine dair söylediklerini aktarmak istiyorum: Amerika’da demokrasi yok; hipokrisi (riyakârlık) var… Amerikan rüyası yok; Amerikan kâbusu var…

***

İç ve dış diye bir ayrımın anlamsızlaştığı şu küreselleşme çağında ABD’nin kendi içinde de demokrat olmadığını söylememiz pekâlâ mümkündür. Dış-politik konularda demokrasiye değil de “güçlü olan haklıdır” anlayışına sahip olan ABD’nin kendi içinde de “güçlü olanın etkin olduğu” bir rejime sahip olduğunu söyleyebiliriz.

ABD için demokratik bir cumhuriyet nitelemesi yerine oligarşik bir cumhuriyet demek mümkündür. Amerika’da çok sayıda oligarşik gruplar var; bu gruplar belli bir denge çerçevesi içinde ABD’yi yönetiyorlar. Bu gruplar içinde en güçlü olan yönetimden en çok payı alıyor.

Amerikan resmi literatürü bu gruplara lobiler diyor ama ben onlara “oligarşik gruplar” demeyi daha uygun buluyorum. Bu grupları tek tek saymak mümkün değil ama en irilerini şöyle sayabiliriz: Yahudi lobisi, silah lobisi, petrol lobisi, finans lobisi, ermeni lobisi, Rum lobisi… Son zamanlarda, Trump’ın yarattığı boşluktan yararlanarak Amerikan siyasetine etki eden Pentagon’u da bu gruplardan birisi olarak niteleyebiliriz…

***

Kudüs meselesinin temelinde de bu oligarşik gruplar realitesi var. Hem metal hem de mental açıdan yetersiz ve birikimsiz olan Başkan Trump, kısa sürede sakata çıktı; oraların tabiriyle topal ördek oldu. Kamuoyu ve sivil toplum tarafından istenmeyen adam haline geldi. Hakkında resmi soruşturma açıldı… Adamlarının kimisi istifa etti, kimisi onaylanmadı… Trump iyice köşeye sıkıştı…

O da kurtuluşu bu oligarşik yapılara yaltaklanmakta gördü. Önce silah lobisini memnun etti. İlk resmi ziyaretini S. Arabistan’a yaparak 110 milyar dolarlık silah satışını sağladı. Daha sonra attığı adımlarla petrol fiyatlarının yükselmesini ve vergilerin azalmasını sağlayarak petrol lobisini memnun etti. Onu kurtaracak altın vuruşu en sona sakladı: ABD’nin en güçlü lobisi olan Yahudi lobisini memnun edecek Kudüs kararını açıkladı.

Eh artık bundan sonra sırtının yere getirilemeyeceğini düşünüyordur, herhalde. Ne de olsa sırtını en sağlam yere dayadı. Medya, akademi ve finans dünyasında etkili olan Yahudi lobisi onu himayesine almıştır, herhalde. Muhtemelen, çok büyük hatalar yapmadıkça, yarım yamalak da olsa iktidarını sürdürebilir.

Ancak bu zafer ona pahalıya mal oldu; zaferi bir nevi Pirus Zaferine benzedi. Onu asıl bitiren “Bize oy vermeyeni bitiririz” tavrı oldu. BM nezdindeki Kudüs oylamalarından sonra ABD’nin demokratik makyajı tamamen aktı; demokrat makyajın altından diktatöryal ve dayatmacı, kapkara bir yüz ortaya çıktı. Kendisine oy vermeyenleri not ettiğini ilan eden; aleyhte oy kullananları parasal yardımlarını kesmekle tehdit eden bir kara yüz…

***

ABD’nin Kudüs kararı acaba Amerikan halkının bir tercihi midir? Elbette değil. Halkın görüşlerini yansıtan ama fikirlerini haykıramayan ABD’nin makul adamları, bu kararın ABD’nin ulusal çıkarlarına aykırı olduğunu söylüyorlar. Bu kararın ABD’yi dış politikada yalnızlaştırdığını, Ortadoğu’da zora soktuğunu ifade ediyorlar.

Fakat Amerika’da, en azından Ortadoğu konusunda, halkın dediği değil de Yahudi lobisinin dediği oluyor. Yani ABD’nin kendi içinde de demokrasi yok; halkın değil çıkar gruplarının dediği oluyor. ABD içindeki örgütlü ve paralı çıkar grupları Amerikan demokrasisini, kâğıt üstünde ve sözde demokrasiye dönüştürüyor.

Geçenlerde rasyonel ve insaflı bir Yahudi, İsrail Lobisi’nin Amerikan demokrasisine verdiği zarardan bahsediyordu. Haaretz yazarı Gideon Levy bir konuşmasında aynen şunları söyledi: İsrail lobisi olmasaydı Amerika daha demokrat bir ülke olurdu

Bu yargıyı öteki gruplara da teşmil edebiliriz. Siyasete müdahale eden lobiler olmasaydı Amerika daha demokratik bir ülke olurdu. Türkiye’nin daha demokratik olmasını askerlerin müdahaleleri, Amerika’nın daha demokratik olmasını da lobilerin müdahaleleri önlüyor.

***

Amerikan demokrasisini tartıştığımız zaman Dahl’dan bahsetmemek olmaz. Robert Dahl’a göre Amerika bir demokrasi değil poliarşidir. Yani ABD şeklen demokrasi olarak görünse de, aslında geniş halk kesimleri siyasal alanda etkin değildir; Amerika’yı halk değil muhtelif elit grupları yönetir. Sıradan vatandaşlar ülke yönetiminde etkin değildir: Birkaç yılda bir yapılan seçimlerde, hepsi aslında aynı elit kesimlerden olan ve temsil ettikleri grupların çıkarlarını savunan adaylar arasından birini diğerine tercih etmenin ötesinde bir şey yapamazlar.

Chomsky de Amerikan demokrasisini eleştirenlerden birisidir. Ona göre bütün partiler ve bütün adaylar aynı çıkar gruplarına hizmet ederler…

Aslında son seçimlerde bunun bariz bir örneğini gördük. Yahudi lobisi hem Demokratlara hem de Cumhuriyetçilere yatırım yapmıştı. Yani hangisi kazanırsa kazansın, aslında kazanan Yahudi Lobisi olacaktı… Nitekim öyle de oldu…

***

Tarihsel olarak biraz geriye gidip Tocqueville’den de bahsedelim: 1830’larda, “Amerika’da Demokrasi” isimli meşhur kitabında, Amerika’daki eşitlikten, özellikle de fırsat eşitliğinden bahsediyordu. Özgürlükleri ve sivil toplumu anlatıyordu. İmtiyazlı sınıfların olmamasından övgüyle söz ediyordu…

Tocqueville’den sonra, zaman içinde ABD çok değişti; özellikle 11 Eylül’den sonra ABD, demokrasiden de liberalizmden de fersah fersah uzaklaştı. Eşitlik de özgürlük de ağır yara aldı. Tocqueville’in övgüyle söz ettiği Amerika’nın kurucu değerleri yer ile yeksan oldu…

Eğer Amerika’da eşitlik olsaydı (imtiyazlı lobiler olmasaydı) seçim sürecinde insanlar “tek kişi tek oy” (one person one vote) diye haykırırlar mıydı? Lobilerin oyu, halkın oyundan daha ağır basmasaydı ABD bu kadar aptalca yönetilebilir miydi? Eğer Amerika’da sivil toplum güçlü olsaydı Trump gibi bir çılgın, hâlâ başkanlık koltuğunda oturabilir miydi?

Hâsılı, ABD kendi içinde de kendi dışında da demokrat değil. Liberal hiç değil. Bütün bu gerçeklere rağmen diğer ülkelere hâlâ “demokrasiden, özgürlüklerden ve insan haklarından” söz eden ABD’ye “gölge etme, başka ihsan istemez!” diyoruz. Ve ekliyoruz: Bundan sonra sen bize değil biz sana demokrasiyi götüreceğiz…

***

Bu noktada şöyle bir sual ile karşılaşmak kaçınılmazdır: Amerika’da demokrasi yoksa ve iktidar halka dayanmıyorsa Amerika nasıl oluyor da ayakta duruyor; halka dayanmayan bir devletin yıkılması gerekmez mi?

Bunu şöyle cevaplayabiliriz: Amerika’da ulusal/federal ölçekte güçlü bir demokrasinin olmadığı doğrudur ama yerel/federe bazda güçlü bir demokrasi vardır. Amerika’yı ayakta tutan da budur.

Amerikan merkezî/federal yönetiminin yerel halk üzerindeki etkisi son derece sınırlıdır. Her yerel birimin (state’in) kendi yasaması, yürütmesi ve yargısı vardır. Yani yerel bazda halk kendi kendini yönetiyor. Temel hakları zaten garanti altında olan yerel halk, Trump’ın dış politikadaki anti-demokrat tutumuyla ilgilenmez bile…

Amerika’yı ayakta tutun ikinci şey de refah seviyesidir. Yüksek refah seviyesi Amerikalıları birarada tutan en güçlü tutkaldır. Bireyler, demokrasiden daha çok gelirlerini düşünürler. Kişi başına düşen milli gelir şu anda 50 bin dolar civarında. Gelir bu seviyede seyrettiği müddetçe, ABD dağılmaz; dimdik ayakta durur. Geliri yerinde olan sıradan vatandaş için demokrasi, temel değil ikincil bir konudur…

***

cfresss

(“Bizim hükümetimiz zengin çıkar gruplarının kontrolü altında” diyen; paranın seçimlerdeki rolünün düşürülmesini ve tüm ABD’lilerin hükümette eşit söz sahibi olmasını talep eden Demokrasi Baharı (Democracy Spring) hareketinin Kongre önündeki eylemi; 14 Nisan 2016)

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et