15-16 Temmuz Şanlı Direnişi’nden Dersler ve Gözlemler

Türkiye tarihine 15-16 Temmuz Şanlı Direnişi olarak geçecek hadiseden çıkartılması gereken çok ders var. Şüphe yok ki ilerde tarihçiler ve sosyal bilimciler vakayı her yönüyle, daha fazla bilgiye dayalı olarak ve derinlemesine inceleyecek. Hadiseyi yakından gözlemeye ve müdahil olmaya çalışmış, onun içinde bulunmuş ve onun bir parçası olmuş biri olarak bazı gözlem ve tespitlerimle çıkarılması gereken dersler hakkındaki fikirlerimi sıcağı sıcağına derlemek istiyorum.

1. En başta yapılması gereken şey olayın niteliğini ve boyutlarını tespit etmek. Bazı edepsiz ve ahlâksızlarla aklını adeta yitirmiş kimselerin iddia ettiğinin tersine, şahit olduğumuz ve içinden geçtiğimiz şey bir tiyatro, mizansen, potansiyel kurban/mağdur tarafından tezgâhlanan bir oyun değildi. Tam manasıyla, dört başı mamur, çok iyi planlanmış ve örgütlenmiş, iç ve dış ayakları hazırlanmış bir darbe teşebbüsüydü. Böyle olmadığını iddia edenlerin bazıları zaten düşük siyasal ahlâk standartlarıyla tanıdığımız kimselerdi diğerleri ise şu iki şeyi birbirine karıştıranlardı: Bir darbenin yapılması ve bir darbe sonrasında gerçekleşebilecek şeyler. Darbe yapılamadığından darbe sonrası kötülükler gerçekleşmediği için darbe teşebbüsü görmezden gelinemez, önemsizleştirilemez. Darbeler birbirleriyle yarıştırılamaz.

Darbe çok iyi planlanmış ve darbeciler gayet iyi örgütlenmişti. Zaten failin bu konudaki tecrübesi ve becerisi malûm. Uygulama büyük ölçüde Balyoz Darbe Planı’na benzemekteydi. Darbeci unsurlar çok disiplinliydi ve psikolojik olarak iyi motive edilmişti. Dış dünyada da gerekli hazırlıklar yapılmıştı. Emir komuta zinciri içinde yapılan bir teşebbüs olmaktan ziyade 27 Mayıs darbesi gibi bir sekteryen kesimin girişimiydi. Ama darbeyi tüm TSK adına yapılıyormuş gibi sunmak için planlar hazırlanmıştı. Üst komuta kademesi etkisiz hâle getirildi. GK karargâhı işgal edildi. Komutanlar esir alındı ve başka yerlere nakledildi. TSK’nin içi iletişim ve haberleşme sistemi kontrol altına alınarak tüm TSK mensuplarını dâhil ve motive etmek için atağa geçildi.

Sekteryen bir teşebbüstü ama hayli geniş ve “ölü gibi itaat” eden, yani askerî itaati aşan bir boyun eğiş mensuplarına yıllarca öğretilmiş bir askerî taban harekete geçirilmişti. Aynı anda pek çok yerde ordu birlikleri kullanıldı. Cumhurbaşkanının kaldığı otel kırk kişilik bordo bereli ekip tarafından basıldı ve bombalandı. Demek ki Cumhurbaşkanı daha en başta öldürülmek veya kaçırılmak istendi. Bu yapılabilseydi darbenin başarılı olma ihtimâli artardı, belki de kesinleşirdi. Kitle iletişim araçları TRT başta olmak üzere denetim altına alınmak istendi. Toplum kaba güç gösterileriyle ve uçaklarla helikopterlerin  toplumu terörize etmesiyle sindirilmek istendi. Polis karargâhları ateş altına alındı. Türkiye tarihinde ilk defa Meclis bombalandı. Kısaca tam bir darbe teşebbüsü gerçekleşti. Darbe sadece yürütmeye değil aynı zamanda yasamaya karşıydı.

Bunun bir tiyatro veya önemsiz, sıradan bir olay olduğunu söylemek için akılsız ve ahlâksız olmak lâzım. Darbe teşebbüsünün AK Parti’ye fayda sağlayacağı kanaatiyle darbe teşebbüsünün sorumluluğunu iktidara yıkmak da ancak mantık yoksunlarının düşünebileceği bir şey olabilir. Bir olayı yarar sağlamak için planlamak ve yapmak ile bir şekilde ortaya çıkmış bir olaydan isteyerek veya istemeyerek faydalı çıkmak ayrı şeyler.

2. Darbe teşebbüsü başarısız oldu. Buna birkaç faktör katkı sağladı. En başta Cumhurbaşkanı, Başbakan ve kabinenin eski zamanlarda olduğu gibi askerî hareketlenme karşısında tası tarağı toplayıp veya meşhur deyişle “şapkayı alıp” gitmemesi belirleyici oldu. Önce Başbakan sonra Cumhurbaşkanı darbeye direnileceğini ilan etti. Özellikle Cumhurbaşkanının çağrısı geniş halk kesimlerini motive ve seferber etti. Milyonlar meydanlara, sokaklara ve özel önemi sebebiyle havaalanlarına koştu. Benim gözlemlerime göre toplumun darbeye karşı kesiminin oranı yüzde 85’ten fazlaydı. AK Parti tabanı şüphesiz en büyük parçaydı. İkinci büyük parça MHP tabanıydı. Ak Partili Kürtlerin tamamı ve HDP’li Kürtlerin hatırı sayılır bir kesimi de darbeye karşı çıktı. CHP tabanı da yine benim gözlemlerime göre en azından yarı yarıya darbeye itiraz etti. Darbeye sessiz destek sunanlar bir miktar CHP seçmeni ile demokrasiyi ağzından düşürmeyen ama demokrat olmayan kimi sol entellektüellerdi. Meselâ, her yerde halk tankların önünü keserken sadece İstanbul Bağdat Caddesi’nde tanklara “geç kaldınız” nidalarıyla alkış tutuldu.

3. Darbeye karşı siyasî partiler genel olarak iyi sınav verdi. AK Parti tabanı ve teşkilâtı bir sivil direniş mekanizmasına dönüştü ve canla başla mücadele etti. Bu bize toplumda karşılığı olan, iyi teşkilâtlanmış partilerin yapabileceği şeyler hakkında iyi bir fikir verdi. MHP tabanı organizasyonda aynı ağırlıkta olmasa da katılımda AK Parti tabanıyla yarıştı. Muhalif partilerin liderleri arasında en hızlı ve net konuşan Devlet Bahçeli oldu. CHP gecikerek, tereddüt ederek ve ilgisiz meseleleri karıştırarak da olsa kafileye katıldı. HDP liderliği de bir süre tereddüt yaşadıktan sonra demokrasiye sahip çıktı. Meclis dışında bulunana Saadet Partisi, Hak-Par ve Hüda-Par da darbe teşebbüsüne karşı açık ve net bir karşı tavır aldı.

4. Medya çok iyi bir sınav verdi. Darbe lehine tavır almadı. En önemlisi televizyonlardı. Halk tv gibi marjinal kanallar dışında tüm televizyonlar ekranlarını halkın direnişine ve darbeye direnen siyasetçilere açtı. Bu sayede toplum hem olan bitenden daha çok haberdar oldu hem de direniş için daha motive duruma geldi. Darbecilerin eskiden olduğu gibi tüm medyayı bir anda tümüyle kontrol altına alması da imkânsızdı. Medyadaki çeşitlilik, adem-i merkezilik ve çoğulluk darbecileri komik duruma düşürdü. Önce TRT’ye odaklandılar. Sonra sanırım hem hayal kırklığından hem de kendileriyle saf tutacağını sandıklarından CNN Türk’e yöneldiler. Bu kanal demokrat bir tavır aldı. Darbeye destek vermedi. Kanalın yayınını zorla kestirdiğini sanan saf askerleri oyuna getirerek ekranlarını açık tuttu. Böylece rezaletin iyice görülmesini sağladı. CNN Türk’ün bu tavrında öyle sanıyorum ki asıl belirleyici olan kanalın genel yayın müdürü Erdoğan Aktaş’tı. Yoksa Doğan grubu mazisi ve mevcut insan kompozisyonu itibariyle darbecilerle iş tutmaya yatkındı.

5. Polis harika bir iş çıkardı. Direndi, silahlı çatışmalara girdi, operasyonlar düzenledi. Ama aşırı ve gereksiz şiddet kullanmadı. Askerlere karşı öfke ve nefretle hareket etmedi. Anayasal düzeni korumaya odaklandı. Daha hafif silahlara sahip olmasına rağmen yarı sivil olmasının zekâsında ve davranış kodlarında yarattığı avantajları ve üstünlükleri kullanarak darbeci birlikleri en az şiddetle ve çoğu zaman barış içinde kucaklayarak etkisiz hâle getirdi.

Polisin bu başarısı bana yıllar önce yaşadığım bir olayı hatırlattı. 2000’li yılların başında Polis Akademisi’nde düzenlenen bir güvenlik sempozyumunda bir oturuma başkanlık yaptım. Bir ara darbelerin nasıl önlenebileceği tartışılırken mealen şunu söyledim: “Darbeleri önlemek sanıldığından daha kolay. Polise darbeye teşebbüs edenleri takip etme, haklarında istihbarat toplama, harekete geçmeye hazırlanırken veya geçtikleri anda yakalayıp adalete sevk etme ve gerekirse silah kullanma yetkisi ve gücü verilirse darbeler biter.” Bu sözlerim üzerine, ara verince yanıma gelen bir polis şefi, “siz ne diyorsunuz, bu iç savaşa yol açar!” dedi. Ben de “açmaz, açarsa da bir defa olur ve bu iş ebediyen biter” cevabını verdim. Şimdi memnuniyetle görüyorum ki Türkiye dediğim yere geldi. İstikrarlı demokrasilerde bu böyle. Yanlış işlere kalkışan ve kendi içinde bunu önleyemeyen askerlere karşı harekete geçirilecek güç polistir. Polis elbette asker kadar silahlı olamaz ama hem nispeten silahlandırılabilir hem de motivasyonları askerlerinkinden daha üstün olabilir.

Altını tekrar çizmek gerekir ki bir demokraside polis askerden her zaman daha önemli ve daha fonksiyoneldir. Bu vaka bunu bir kere daha kanıtladı. Tahminim ve beklentim polis teşkilatını bir taraftan insan haklarına daha duyarlı olacak bir taraftan da darbecilere mücadele dâhil güvenlik işlerini daha iyi yerine getirebilecek şekilde geliştirmenin ülkenin bundan sonra ana hedeflerinden biri olacağı.

6. Darbenin püskürtülmesinin asıl ve gerçek kahramanı topluma oranları %85’i aşan halk tabakalarıdır. Bu insanlar hemen ama özellikle Erdoğan’ın çağrısından sonra sokaklara döküldüler. Zırhlı birliklerin önünü kestiler. Bazı yerlerde sivillere ateş açılmasına, bu yüzden ölümlerin olmasına, başka bazı yerlerde tankların insanları ezmesine rağmen tankların, zırhlı araçların, hatta bombardıman uçaklarının önünü kesmekten vazgeçmediler. Silahlardan kaçmadılar. Tankların önüne yattılar. Üstüne çıktılar. Bazen zor kullanarak ama çoğu zaman sözlerle askerleri ikna edip geri çevirdiler. Silahlarını ellerinden aldılar. Nerede polis ile bir askerî grup arasında fiilî bir çatışma veya çatışma ihtimâli varsa insanlar oralara koştular. Polise manevî destek oldular. Hayatlarını korkmadan tehlikeye attılar. Olaya şanlı olma boyutunu kazandıran da buydu.

Halk birçok yerde destan yazdı. Meselâ 2. Ordu’nun bulunduğu Malatya’da şehir halkı ve belediye tabiri caizse yöneticileri darbeye yatkın orduyu esir aldı. Kışlanın etrafını çevirdi ve tankların çıkartılmasına izin vermedi. Pistleri işgal ederek uçakların korku veya bombalama amacıyla kaldırılmasını engelledi. Bu inanılmaz bir şeydi. Buna benzer şeyler başka yerlerde de oldu. Örneğin İstanbul’da Vatan Caddesi’nde halk tanklı, makinalı tüfekli askerlerle çevrilen ve helikopterlerle vurulan Emniyet Müdürlüğü’ne siper oldu. Ankara Kazan’da ilçe halk, yaklaşık on bin kişi darbecilerin ana karargâhlarından biri olan Akıncı Hava Üssü’ne yürüdü. İçeri girdi. Pisti fiilen ve araçlarla işgal etti. Bu arada 7 kişi öldü. Bundan sonra Ankara’yı bombalayabilen uçakların sayısı 25’ten 3’e düştü. Böylece Kazan halkı  başkenti terörize eden uçakların çoğunun kalkışını engelledi. Yani direniş tam bir halk direnişiydi. Darbeyi asıl püskürten de bu faktördü. Zira halk direnişi hem darbenin gayri meşruluğunu iyice sergiledi hem de bazı askerlerin, özellikle neye alet edildiklerinden haberdar olmayanların, emir alanların aklını, vicdanını hareket geçirdi. Bazı yerlerde halka ateş açıldıysa da birçok yerde bu yapılmadı. Ortalığı kana bulayabilecek askerler silahını halkına ateşlemedi.

Bazı ahlâksızlar halkın devreye girmesini, meydanlara ve sokaklara toplanmasını yanlış buldu. İç savaşa sebep olacağını söyledi. Tam da tersine, halkın katılımı belki de bir iç savaşı engelledi. Bir kere halk devrede olmasa çatışma asker-polis çatışmasına dönüşecekti. Belki de devreye bir noktada darbeci olmayan askerler girecekti. Halk katılımı bunu frenledi. Ayrıca iç savaş olabilmesi için hatırı sayılır bir halk desteğinin darbecilerin yanında olması lâzımdı. Darbeciler geçici de olsa bir otorite tesis edebilselerdi bu ihtimal dâhiline girebilirdi. Bereket versin bu duruma hiç ulaşamadılar ve bir süre sonra komik duruma, hatta terörist durumuna düştüler.

7. Bu olay turnusol kâğıdına dönüşerek gerçekten demokrat olanlarla sözde demokrat olanları ayırt etmemize imkân sağladı. Özelde liberal demokratım genelde liberal demokratım demenin demokrat olmaya yetmediğini kanıtladı. Galiba demokratlığın iki boyutu var: Söz ve icraat/tavır. Demokratım demek kolay ama demokrat olmaya yetmiyor. İnsanlar aynı zamanda tavırlarıyla da test ediliyorlar. 15-16 Temmuz bir demokratlık testiydi ve bu testten geçemeyenler oldu.

Sık sık söylediğim/söylendiği üzere demokrasinin gerçek teminatının okumuş yazmış, entel takınan ve geçinen tipler değil sade, sıradan insanlar olduğu bir kere daha ispatlandı. Sade insanlar darbecilere karşı harekete geçti ve demokrasiyi kurtardı. Bazı aydın tabakaları eminim içten içe büyük bir sevinç ve umutla darbenin başarılı olmasını diledi, bekledi. Kendini tutamayan bazıları bu bekleyişlerini dışarıya da yansıttı.

Münhasıran demokratlık testini kaybedenler ağırlıklı olarak bir kısmı aynı zamanda Kemalist olan solculardı. Bunlar şöyle bir psikoloji içinde: Bu ülkede iyilik –meselâ demokratlık –adına bir şey olacaksa, bizden sadır olur, bizden sorulur. Bunlar diğer zamanlarda demokratlık iddiasını dillerinden düşürmez hatta bunu başkalarını ezme ve dışlama aracına çevirirken darbeye karşı direnişe mesafeli durdu,  sempatiyle bakmadı. Hatta bazıları aklınca katılanları küçümsedi, alaya aldı. Solcuların egemen olduğu odaların, baroların çoğu da aynı tutumu takındı. Böylece Türkiye solunun özde değil sözde demokrat, herkese değil kendine demokrat olduğu bir kere daha tescil edildi.

8. Darbenin siyasetçi, halk, polis, medya dayanışmasıyla bertaraf edilmesi Türkiye tarihinde yeni bir sayfa açtı. Bu yüzden ben olayı Şanlı Direniş olarak adlandırıyorum. Türkiye demokrasi tarihindeki en büyük başarılar silahla ve şiddetle değil hep barışçıl yollarla kazanılmış. İlki 14 Mayıs 1950 seçimleriyle diktatörlüğün yıkılma sürecine girmesiydi. Sonraki birçok seçim de buna benzer özellikler taşıdı. En son bu olay da öyle. Barışçıl yol kazanıyor, kazandırıyor. Eğer bu direniş 27 Mayıs darbesine karşı gerçekleştirilmiş olsaydı şimdi daha farklı bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Şanlı Direniş darbe ihtimâlini sıfırlamıştır diyemem. Ordusu olan her yerde darbe tehlikesi vardır. Ancak, artık Türkiye’de darbe ihtimâli eskisine nazaran çok azalmıştır. Darbelerin meşruiyeti erimiş ve halkın darbeye karşı direnmesine destek verecek siyasal kültür değişiminin alt yapısı hazırlanmıştır.

15 Temmuz darbe teşebbüsü bir yönüyle ve bir ölçüye kadar Gezi’nin ve 17/25 Aralık’ın devamıdır. Bu olaylarda da esas boyut demokratik usul kurallarının reddedilmesi ve siyasal iktidarın demokratik siyaset dışı yollarla devrilmesi ve ele geçirilmesiydi. Toplum onlara da geçit vermemişti. Farklı boyutlara sahip olan ve her bakımdan meşruiyet debileri son teşebbüsten daha büyük görünen Gezi ve 17/25 Aralık 15-16  Temmuz direnişiyle daha fazla meşruiyet ve itibar kaybına uğradı.

Gezi ile bir karşılaştırma yapmak bilhassa önemli ve yararlı olabilir. Kabul etmek zorundayız ki Gezi çok yüzlüydü ve protesto hakkının bazen ihlâl edilmesi, ifade özgürlüğünün gösteri yoluyla kullanılmasının yer yer engellenmesi, yersiz ve aşırı polis şiddeti kulanılması gibi boyutları da vardı. Bunlar Gezi isyanlarına bir ölçüde meşruiyet kazandırmıştı. Ama 15 Temmuz darbe teşebbüsünde bu tür sınırlı bir meşruiyet bile yoktu. Ayrıca, katılım tabanları açısından da önemli bir fark vardı. Gezi tabanı en fazla toplumun%25-30’a ulaşabilirdi. Gezi katılımcılarının bir kısmı savunma, nefsi müdafaa şiddetini aşıp saldırı şiddetine başvurdu. 15-16 Temmuz direnişi ise halka karşı daha büyük bir şiddet kullanımına ve şiddet potansiyeline rağmen ağırlıklı olarak barışçıl bir direnişti. Gezi’de polis nadiren zarar verme veya öldürme kastıyla hareket etti. 15-16 Temmuz’da ise direnişçileri bekleyen en yakın tehlike ateşli silahla vurulmaktı. Nitekim vurulanlar, tanklar tarafından ezilenler de oldu. Ama buna rağmen direnişçiler vaz geçmedi ve karşı şiddete başvurmadı. Bazen linç çabaları oldu ama polis bunların çoğunu engellemeyi ve insanları bunu yapmaktan vazgeçmeye ikna etmeyi başardı.

9. 15-16 Temmuz Şanlı Direnişi’nin gerçek ve asıl önemli boyutları gözden kaçırılmamalı. Şüphe yok ki AK Parti’yi ve Erdoğan’ı koruma ve savunma motivasyonuyla hareket eden insanlar vardı. Hatta bunlar çoğunluktu. Ama direnen herkes Ak Partili değildi ve münhasıran Ak Parti ve Erdoğan için direnmedi. Mücadele nihai noktada demokratik kurumları, süreçleri ve kuralları savunanlarla demokratik meşruiyeti hiçe sayan bir üniformalı çete arasındaydı. Benim gibi insanlar için önemli olan meşruiyetin savunulması, darbeye amasız fakatsız, denge hesabı yapmaksızın hayır demekti. Bunu yapmak münhasıran Ak Parti’ye ve Erdoğan’a destek vermek olarak görülemez, görülmemelidir. Bu direniş elbette Ak Parti’yi güçlendirecektir. Ama katılımcılar ve destekçiler sadece AK Parti tabanından gelmediğine ve tüm Ak Partilerin partilerine kayıtsız şartsız destek vermesi söz konusu olmadığına göre darbe teşebbüsünün değişik görüşlerden partilerin, gazetelerin, televizyonların ve kitlelerin işbirliğiyle def edilmesi  Ak Parti’yi daha demokrat bir çizgiye girmeye dahi mahkûm edebilir. Bu potansiyel ve fırsat kullanılmalıdır.

10. Darbe teşebbüsü Batı’nın cehaletini ve önyargısını hatta kötü niyetini bir kere daha ortaya serdi. Bazılarını şahsen tanıdığım kimi Batılılar akla ziyan yorumlar yaptı. Meselâ, Washington Post’ta yazan biri AK Parti hükümetlerinin uygulamalarının isyana zemin hazırladığını söyledi. Bu söylem bize hiç yabancı değil. Türkiye’de de benzeri var ve açıkça darbeciliğe destek vermek anlamına geliyor. Bu kötü niyetli  gazeteye ve darbeyi savunan yazarına bildirmek gerekir ki isyan eden halk değil ordu içinde bir tabakaydı. Yani bir bürokratik isyan söz konusuydu ve kalkışma bu bakımdan Gezi’den kıyaslanmayacak kadar az –aslında sıfır- meşruiyete sahipti. ABD’li bir arkadaşım ise face’e hem de Türkiye’de iken düştüğü notta darbe teşebbüsünün akim kalması yüzünden artık Erdoğan’ı frenleyecek tek güç olan ordunun bir tesirinin kalmayacağını, Erdoğan’ın teokratik bir rejim kurmaya yönelmesinin önünde engel bulunmadığını, muhaliflerin zaten susturulduğunu iddia etmekteydi. Kendisine de yazdım. Çoğu yalan ve saçma. Asıl darbeyi yapan totaliter teokratik bir örgütlenme. Potansiyel ana kurbanı ise demokrat dindar siyasetçiler. Nasıl olacak da teokratik, tüm referansları dinden gelen bir din adamının gizli çalışan ve hiçbir meşruiyete sahip olmayan ekibi darbeyle demokrasiyi koruyucak, izaha çok muhtaç. Türkiye’de demokrasinin ve ifade özgürlüğün sorunsuz olduğu söylenemez. Çoğu eskiden gelen bir kısmı Ak Parti zamanında doğan veya ağırlaşan sorunlar var. Ama Türkiye’de ifade özgürlüğünün hiç olmadığı ve iktidarın asla  eleştirilemediği iddiası koskoca bir balon. ABD ve İngiliz medyasını bilen biri olarak iddia ediyorum ki Türkiye medyasında iktidara ABD ana akım medyasına yapılamayacak eleştiriler yapılabiliyor. Tek sorun iktidar değil, problemin en az o kadar önemli bir parçası da  muhalefetin eylem ve dil olarak demokratik sınırlar içinde kalmayı reddetmesi.

Batılılar niçin eskiden beridir bu yanlışlara düşüyor? İki sebep görebiliyorum. İlki onlara akan bilgiyle alâkalı. Kendi tecrübelerimden biliyorum. Doğru ve yeterli bilgi aktarıldığı  zaman birçok Batılı yanlış duruşunu düzeltiyor. Ama bu zor oluyor çünkü Türkiye hakkında  bilgi Batı’ya neredeyse tamamen PKK ve/veya Gülen Cemaati kanallarından akıyor. Batı’yı bilgilendirme ve etkilemede Mustafa Akyol’dan özellikle bahsetmeliyim. İç kamuya yönelik olarak daha makul, mutedil ve dürüst yazılar yazan Akyol sıra dış dünyaya gelince kaleminden kan damlayan ve Batı’ya Ak Parti’yi radikal İslamcı, Gülencileri ılımlı Müslümanlar olarak sunan bir cengâvere dönüşüyor. Bu gibi yazarları dengeleyecek yazarlara ihtiyaç var. Ama bunların da işi zor çünkü Batı medyası Türkiye lehine değil aleyhine yazıları yayınlamaya teşne. Akyol’un böyle yazmasının sebeplerinden biri de yazılarını yayınlatabilme isteği. İkinci sebep önyargı, kibir ve küstahlık. Bazı Batılılar Müslümanları arkaik, “Batılı” değerleri anlayamayacak ve yaşatamayacak, bu yüzden sopa ile Batı çizgisinde tutulması gereken topluluklar olarak görüyor. Nitekim 15-16 Temmuz’da darbecilerin kesin olarak kaybettiği anlaşılıncaya kadar Batı’nın ana merkezlerinden açık, net ve seçilmiş hükümete ve parlamentoya koşulsuz destek veren açıklamalar gelmedi.

11. Türkiye solunun sınıfta kaldığını yazdım. Peki liberallerin karnesi nasıl görünüyor? Buna da bir bakalım. Tabiî liberal deyince nerede durduğu ve hangi değerlere uyduğu belirsiz, kalıptan kalıba, şekilden şekile girmekte mahir, ciddiye alınacak bir fikir birikimi bulunmayan, liberal olmaktan ziyade seküler modernist ve Batıcı tipleri anlamamak şartıyla. Liberallerin karnesi incelenecekse şüphesiz önce ana liberal kuruluş olan ve bir şekilde diğer tüm liberal kişi ve gruplara kaynak teşkil etmiş Liberal Düşünce Topluluğu’na bakmak lâzım. LDT emir komuta zinciri içinde hareket edilen, görüşlerin bir merkezden şekillendirildiği ve her zaman her meselede kollektif bir duruş ortaya koyan bir kuruluş değil. Daima kollektif bir kimlik yansıtmaya karşı. Her LDT üyesi ne düşüneceğine ve nerede nasıl duracağına kendisi karar verir. Ancak bazı özelliklerini ve boyutlarını yukarıda anlattığım son darbe teşebbüsünde LDT mensuplarının demokratik meşruiyetten, seçilmiş hükümetten ve parlamentodan yana tavır alması ve darbeye, darbecilere karşı çıkması beklenirdi. Öyle de oldu. Bundan sevinç ve gurur duyuyorum. Diğer bir kuruluş LDT’den ayrılan bazı arkadaşlar tarafından kurulan ÖAD. Bu kuruluş da başlangıçta biraz yalpalar gibi olmasına rağmen doğru yerde durdu ve demokratik meşruiyeti bürokratik darbeciliğe tercih ettiğini açıkladı. Ne yazık ki ÖAD’nin bazı üyeleri aynı basiretli duruşu sergileyemedi. Amalarla ve zamansız dengeleme çabalarıyla adeta darbeye dolaylı da olsa onay verir pozisyonda kaldı. Takip ettiğim kadarıyla liberal camiada başka bir net, tanımlanabilir kurumsal duruş görmedim. Ama liberal camiaya yakın olan Genç Siviller ve PODEM’in de darbe karşıtı bir tavır aldığını not etmeliyim.

12. Büyük bir badireyi atlattık. Tarihî bir olayın parçası olduk. Şimdi darbecilerin cezalandırılması lâzım. Sağdan soldan “idam edelim”, “kafalarını gövdeleri üzerinde bırakmayalım” nidaları, çağrıları geliyor. Öfkeyi anlıyorum. Ama öfke adâlet ve hakkaniyet terazisinin sapmasına sebep olmamalı.  İsnat edilen suç ne olursa olsun herkes ama herkes âdil bir şekilde yargılanmalı. Hiç kimse yeterli savunma hakkından mahrum edilmemeli. Yargılamalar alenî olmalı. Suçu ispatlananlar idam yerine kanunlarda mevcut cezalarla cezalandırılmalı. Unutmayalım ki ceza yargılaması bu işin tamamı değil bir parçası. Mahkûmiyetin bir kısmı da manevî, toplumsal. Hem masumları cezalandırmamalı hem de aşırı cezalandırmalarla suçluları mağdur durumuna düşürmemeliyiz.

13. Şanlı direniş gerek Türkiye gerekse dünya siyasî kültürüne bir darbeye nasıl sivil cevap verilebileceği, darbelerin nasıl engellenebileceği hakkında çok ders alınacak bir örnek teşkil edecektir. Türkiye’nin siyasî kültüründe darbe karşıtlığı derinleşecek ve bu kültür hem orduyu hem polisi müspet istikamette etkileyecektir. Böylece daha iyi bir demokrasiye sahip olma şansımız artacaktır.

14. Son olarak bazı şahsî notlar. Olay gecesi sabaha kadar pek sevmediğim, alışık olmadığım ve sık sık yapmayı da istemediğim biçimde bilgisayar başında, sosyal medya üzerinden darbe teşebbüsüne ve darbecilere karşı mücadele ettim. Daha ilk dakikasından itibaren teşebbüse karşı durdum. Tablonun iyice ortaya çıkmasını, kuvvet dengesinin netleşmesini ve darbecilerin kaybedeceğinin kesinleşmesini beklemedim. Üzerime düşeni yaptığımı düşünüyorum, rahat ve müsterihim. Bunu sadece ahlâkî ve demokratik bir görev olarak değil aynı zamanda kendimi ve ailemi koruma refleksi olarak yerine getirdim Darbenin başarılı olmasının hayatımın mezarda veya hapishanede noktalanması anlamına geleceğini bilmekteydim. Bereket versin toplumun sağduyusu ve cesareti ağır bastı ve korktuğumuz olmadı. Bu surette darbeye direnişe verdiğim destek demokrasiye, demokratik meşruiyete ve demokratik usul kuralarına verilmiş bir destektir. Bunu yapmış olmam iktidarı fikir ve icraat bazında eleştirme hakkımı elimden almaz. Eleştiri hakkım elbette baki. Ancak, daha önce de söylediğim ve yaptığım üzere, ben toplu/toptancı değil tekil olarak, gerek düşünce gerek icraat bazında ve ontolojik değil siyasal eleştiri yaparım. Şimdiye kadar böyle oldu bundan sonra da böyle olmaya devam edecek.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et