Zorunlu eğitim değil tercihli eğitim

Zorunlu eğitimi 12 seneye çıkaran ve kademelendiren yasa teklifinin siyasette ve kamuoyunda hararetli tartışmalara neden olması sanırım kimseye sürpriz olmadı.

Zorunlu eğitimin bizatihi kendisine ve 12 yıla yayılmasına itiraz eden neredeyse yok. Mesele kesintili mi, kesintisiz mi hususunda. Herhalde benim gibi zorunlu eğitimin değil 12 seneye çıkarılması, 1 sene bile olmamasını düşünenler oldukça azınlıkta. Bence eğitim zorunlu olmamalı, insanların bir tercihi olmalı ve eğer mutlaka zorunlu olacaksa mümkün olduğunca tercihe imkân verecek şekilde yapılandırılmalı. Yani 4+4+4 yerine 1+1+1+1+1+1+… şeklinde olabilir ve insanların tercihine daha çok imkân tanınır. Öncelikle zorunlu eğitim meselesine bakalım.

Bugün için çoğumuzun kanıksadığı zorunlu ilköğretim uygulaması aslında oldukça yeni bir olgu. Gerçi fikir çok eski. Zorunlu eğitimin ilk ve en meşhur savunucusu ünlü kadim Yunan filozofu Eflatun. Eflatun, tasarladığı ideal devlette, normal vatandaşların 20 yaşına kadar, sivil ve asker kamu görevlilerinin de 35 yaşına kadar zorunlu eğitime tabi olmasını öngörmüştü. Eflatun’dan sonra bir sürü düşünür benzer fikirleri savunur. Lakin birey hak ve özgürlüklerini temel alınca, devletin ya da herhangi bir otoritenin bireylere eğitimi zorunlu kılması acaba özgürlüğe yapılmış bir müdahale olmayacak mıdır tartışması da hep ileri sürülür. Gerçi bu tartışma eğitime ve bilgiye yüklenen efsunlu anlam nedeniyle biraz cılız yapılır. Örneğin, J.S.Mill özgürlüğün, en güzide savunularından birisi olan Özgürlük Üzerine adlı eserinde zorunlu formel eğitime açıkça karşı çıkmaz. Mill, her ne kadar zorunlu eğitimi önermese ve bunun birey özgürlüğüne bir müdahale olduğunun farkında olsa da, devletin formel eğitim kurumları dışında öğretim görenlere standart sınavlar uygulamasını kabul eder.

Zorunlu eğitim meselesinde şüphesiz temel sorun henüz reşit olmayan çocukların kendi kendine karar verememesidir. Öyleyse onlar adına kim karar verecektir? Aile mi, toplum ya da devlet mi? Eğer aileye bırakırsak acaba çocuklar cahil kalmaz mı? Bu durumda devletin bütün çocuklara zorunlu eğitim vermesi onlar için daha iyi olmaz mı? Aslında bu soruların cevapları da verilmiş. Roma hukukundan günümüz hukukuna kadar hemen hemen bütün hukuk sistemlerinde çocukların vasisi olarak ebeveynler kabul edilir, herhangi bir otorite değil. Doğrusu da budur. Çocuk yetiştirmek için bin bir derde katlanan bütün anne-babalar bunu anlar. Dahası cehalet ve bilginin literal okur-yazarlıkla bağı fazla değildir. Yani, nice cahil okur-yazarlar olduğu gibi, nice bilge ümmiler vardır.

ulusal eğitim modeli

Zorunlu temel eğitim insanlık tecrübesinin sadece son 150-200 yılına özgü bir durumdur. Böyle bir girişime 17. yüzyıl ortalarında bir grup Püriten girişimcinin kurduğu Massachusetts Bay Koloni’de rastlıyoruz. Zorunlu temel eğitimin sistematik olarak uygulanması 19. yüzyılda başlar. 1805 Jena Harbi’nde Prusya, Napolyon orduları karşısında yenik düşer. Bir yıl sonra, Fichte, “Alman Ulusuna Hitap” başlıklı yazısında Prusyalılara yaşanılan utançtan kurtulmanın çaresi olarak emirlere itaati ve disiplini öğretecek olan zorunlu eğitimi önerir. Nitekim zorunlu eğitim bugünküne benzeyen şekliyle 1819’da Prusya’da başlar. Diğer Avrupa ülkelerinde de zamanla uygulanır. Türkiye’de de benzeri girişimler o zamanlar başlamıştır. Amerika’da ilk uygulama 1852’de Massachusetts eyaletindedir. Sonra birer birer diğer eyaletler de buna katılır. Zorunlu resmi öğretim bugün neredeyse evrensel kabul görmüş durumda. ABD’de ve çoğu gelişmiş ülkede uygulanan “aile eğitimi” (home-schooling) bunun bir ölçüde istisnası olarak görülebilir.

Şurası açık. Zorunlu eğitim ulus-devletin kurumsallaşıp yaygınlaştığı 19. yüzyılda başlar. Başka bir deyişle zorunlu eğitim ulus-devletin enstrümanlarından birisidir. Belki burada insanların bilgi sahibi olması gibi makul bir gaye var. Lakin zorunlu eğitimin ulus-devletler tarafından Eflatun’un ideal vatandaş yetiştirme ya da Fichte’nin emirlere itaati öğretme işlevine benzer bir şekilde kullanıldığı da çok açık. Zorunlu temel eğitim ulus-devletin indoktrinasyon araçlarından birisi. Yeknesak bir ulus yaratmak için başvurulan bir teknik. Mahalli ve beynelmilel otoriteleri ve aidiyet formlarını inkâr ederek tekelci bir anlayışla ortaya çıkan ulus-devletlerin böylesi bir enstrümanı kullanmasına şaşırmamak gerek. Buradan zorunlu eğitimin sakıncalarına geçebiliriz.

Birincisi, zorunlu eğitim, bizatihi bireylerin iradesine ve hürriyetine bir müdahaledir. Bu müdahalenin “hayırlı” gaye için yapılması (ki bu da tartışmalıdır) bunu değiştirmez. İkincisi zorunlu eğitim ne kadar tercihli mekanizmaları barındırsa da bir standardizasyon ve türdeşleştirme yaratacaktır ve neticede çeşitliliği azaltacaktır. Zaten zorunlu eğitimin ulus-devletlerce uygulanması da bundandır. Düşünün ki eğer zorunlu eğitim olmasaydı, yani eğitim bireylere ve sivil topluma bırakılsaydı, biz “zorunlu din dersleri” tartışmasını yaşamayacaktık. Üçüncüsü zorunlu eğitim ayrımcılıktır. Bugün cinsiyet, ırk, din, dil gibi ayrımcılıklara karşı çıkıyoruz. Belli yaştakileri zorunlu eğitime tabi tutarak “yaş ayrımcılığı” yapmıyor muyuz? Dahası zorunlu eğitimden faydalanmayan anne-babalara da ayrımcılık uygulanmaktadır. Çocuğu olmayan vergi mükellefleri devletin zorunlu eğitim gereği yapmış olduğu çocuk başına harcamayı vergi muafiyeti olarak talep ederlerse haksız mıdırlar? Tabii ki bu sorun sadece eğitime ilişkin değil. Operaya gitmeyen veya benim gibi futbol sevmeyen mükellefler devletin opera ya da futbol için yapmış olduğu seyirci başına düşen harcamayı geri talep ederlerse ne olur? Bu soruların cevabı az çok belli. Devlet mümkün olduğunca herkese teşmil edilebilen işleri yapmalı ve mümkün olduğunca da az iş yapmalı. Ayrıca devlet harcamaları demokratik mekanizmalarla ortaya konulan toplumun rızasına uygun olmalı. Dördüncü olarak zorunlu eğitim aslında bir tür azınlığın çoğunluğa tahakkümüdür. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, ebeveynlerin kahir ekseriyeti çocuklarını okula göndermek istemektedir. Belli bir azınlık çocuğunu okula göndermeyecek diye bütün topluma bunu zorlamak niye? Beşincisi zorunlu eğitim bizatihi zorunlu olduğu ve asgari de olsa bir türdeşleştirme içerdiği için yaratıcılığı teşvik etmez ve eğitimin niteliğini düşürür. Şu iki soru bunu göstermektedir: 1) Zorunlu eğitimin başlayıp yaygınlaştığı son 150 yılda bu eğitimden yaratıcı ve dâhiler çıkmış mıdır? 2) Yeryüzünün bütün yaratıcı ve dâhi kişilikleri (bazı politikacılar hariç) neredeyse konsensüsle zorunla eğitime karşı eleştirel değil midirler? Bu listeyi uzatmak mümkün.
Eğitimin hem devlet hem de sivil toplum tarafından hiçbir zorlama olmaksızın demokratik çerçevede yapılması, insan hak ve hürriyetlerine daha uygun olur. Dahası bu, eğitimin niteliğini de artıracaktır. Nitekim ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının okulları daha nitelikli eğitim vermekte ve imkânı olan ebeveynlerin büyük çoğunluğu da bunları tercih etmektedir. Bu arada kesintisiz eğitim lehine ileri sürülen, bunun cinsiyet ayrımcılığını önleyip fırsat eşitliği getireceği, mesleki tercihlerin gelişmiş ülkelerde ileri yaşlarda yapıldığı argümanının, belli kesimlerin ve “uzman” sınıfının sekteryen ve ideolojik savunusu dışında, sağlaması yapılmış hiçbir kanıtı yoktur.

Formel eğitimin bir statü ve sınıf atlama vasıtası olduğu ve kutsandığı bir toplumda bu söylediklerim entelektüel bir fantezi olarak nitelenebilir. Lakin formel eğitimi sorunlu kılan da bu anlayıştır. Eğitimi, hayatımızdaki aktivitelerimizden herhangi birisi olarak gördüğümüz zaman daha az sorunsuz olacaktır.

 

Zaman, 03.04.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et