Zeynep Dağı – ‘Hassolar Mamolar ülkeyi yönetemez’ öyle mi?

Hepinizin bildiği üzere 7 Ocak 1946 Demokrat Parti’nin (DP) kuruluş yıldönümüdür. Bu vesile ile demokrasi geleneğini başlatan bugün hayatta olmayan DP kurucularını, demokrasi şehitleri Adnan Menderes’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Hasan Polatkan’ı bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

Öncelikle belirtmek gerekir ki demokrasi tarihimizin karanlık bir döneminde kurulan DP’yi teknik açıdan sadece bir parti olarak nitelemek, büyük bir haksızlık ve vefasızlık olarak görülmelidir. Demokrat Parti, çok açık biçimde ifade edilebilirse eğer, o da DP’nin bu ülkenin demokrasi rehberi olduğudur.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası konjonktür gereği demokratikleşme sürecine giren Türkiye, bu süreci bazı kesintilere rağmen devam ettirmiş ve bugün AB ile tam üyelik süreci , sivil ve demokratik bir anayasa girişimi gibi demokrasinin konsolidasyonu safhasına girmiştir. Bu safhanın ilk halkası hiç şüphesiz ki Demokrat Partidir.

MODERNİZM ADINA HALKIN DEĞERLERİ İLE OYNADILAR

Demokrat Parti 7 Ocak 1946″da kurulan ve 14 Mayıs 1950″de Türkiye tarihinde yapılan ilk demokratik rekabetçi seçimlerde 27 yıllık antidemokratik tek parti dönemini sona erdiren partidir. Partinin geniş halk kitleleri ile bütünleşmesi, halkın gelenek-görenek ve dini değerlerine saygı duyan politikaları öncelemesi ve özel girişimciliği cesaretlendirmesi Demokrat Partinin neden sivilleşmenin mimarı olarak görülmesi gerektiğini özetlemektedir.

Ülkenin değerler sistemi ile uğraşmak, ideolojik kamplaşmalarla toplumu parçalamak, kültürel yozlaşmanın tetikleyici unsuru olmak mıdır, modernleşmenin gereği? Cumhuriyet eliti, tek parti döneminde, halka rağmen halk için yürütülen/bu jakoben aydınlanma modeli ile hem siyasal hem de kültürel alanda bir yozlaşmanın yanında/imtiyazlı sınıfların yaratılmasına yönelik antidemokratik uygulamalarla ülkenin iç enerjisini heba etmekle kalmadı, etkileri günümüze kadar süren bir ideolojik kamplaşmanın kökenlerini de inşa etmiş oldu.

Demokrat Parti tecrübesini anlamanın ve onun neden milletin/milli iradenin ilk kez işbaşına getirilmiş olduğunu anlamanın yöntemidir tek partili dönemin özelliklerini bilmenin. Parti iktidarında dönemin CHP’sinin dayandığı güç, ne yazık ki halkın kendisi değildir, onlara göre bu memleket “Hassoların, Mamoların yönetebileceği’ bir ülke olamaz. Öylesine kudret temrini haline getirilmiştir ki bu kendilerine bahşedilen imtiyazlı güç, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın, ‘bu memlekete komünizm getirilecekse onu da biz getiririz” söylemi tek parti döneminin halka rağmen yönetim anlayışının en somut ifadesidir.

HALA PUSUDALAR

Tek parti dönemini, ülkenin bekaası için bir model gören zihniyet hala pusudadır bugün. Değerler sistemi üzerinde, halka rağmen halk için aydınlamayı savunan ve despot Uygalamalarla ezanın Türkçe okunmasına kadar zorbalığı ileri götüren zihniyetin siyasal ve kültürel dayanaklarının hala yaşıyor olması, DP tecrübesine neden sımsıkı sarılmamız gerektiğini göstermiş olmalıdır.

AK Parti, demokrasi geleneğini bütün kurum ve kuralları ile işlemesine imkan veren yapısal düzenlemeleri hayata geçirmektedir. AK Parti, gücünü demokrasiden ve kendisini işbaşına getiren halktan alan iktidar partisi olarak, yapısal reformlarına devam ettikçe DP’nin başlattığı demokrasinin olgunlaşmasına dolayısı ile birlik ve bütünlüğün sağlanmasına hizmet etmektedir. Demokratik sorunlar çözüldükçe, kronik sorunların, değerler üzerinden yapılan kısır siyasetin yerine dünya ile rekabet etmeye yönelik bir yönetim paradigmasının egemen olduğu modern bir devlet modeli hızla sivrilmektedir.

SIRA SİVİL ANAYASADA

Bunun içindir ki, ülkenin iç enerjisini heba eden ideolojik kamplaşmaların nedeni olan sorunlar bir bir çözüldükçe, Türkiye bölgesinin önemli aktörü olarak öne çıkmaktadır. Türkiye kendi gücünü doğru kullanabildiği, demokrasisini güçlendirdiği sürece, uluslararası alanda gerçek bir güç olarak varlığını sürdürecektir. Demokrat Parti’nin başlattığı geleneği bu nedenle sadece temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması, demokrasinin ivme kazanması olarak görmek yeterli değildir. Bu mücadele aslında hem birey hem de ulus olarak, gelişmenin, insan olmanın, uluslararası alanda aktör olmanın, ekonomik ve sosyal açıdan huzur ve refahın sürdürülebilir olmasının yol ve imkânlarını da nitelediği için değerlidir. Türkiye, haklı olarak tek partili döneme ilişkin antidemokratik söylem ve gelenekle yüzleşmeye çalışmaktadır. Bugün bunun adresi Ergenekon’dur, ulusalcılıktır, AB karşıtı olmaktır, özelleştirme karşıtlığıdır, ülkenin kendi içine kapalı, yarı cezaevine dönüşünü resmeden bu beklentiler demokratik değildir ve de sorunludur.

Türkiye son referandum ile anayasal düzlemde vesayetçi sistemin sona erdirilmesi yolunda büyük bir ivme kat etmiş bulunuyor. Önümüzdeki dönem, sözkonusu reformların yeni bir sivil anayasa ile şekillenmesi yolunda artık bütün şartlar ve zemin hazır durumdadır. Demokrat Parti’nin başlattığı demokrasi geleneği inanıyorum ki yeni sivil bir anayasa ile demokrasi şölenine çevrilecektir.

YeniŞafak, 11.01.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et