Yumurta, şiddet ve ifade özgürlüğü

İfade özgürlüğü liberal demokrasinin en önemli değeri ve kurumu. Bu yüzden, özenle korunması gerekiyor. Ne var ki, başka özgürlük alanlarında olduğu gibi ifade özgürlüğü alanında da büyük bir kafa karışıklığı var.

İhtilaflı noktalar uyuşulanlardan fazla ve çifte standartlılık burada da hükümran. İfade özgürlüğü, bireylerin ilgilendikleri konularla ilgili kanaatlerini ve görüşlerini serbestçe, başlarına kötü bir şey gelme korkusu olmadan açıklayabilmesidir. Bu çeşitli yollarla yapılabilir. Kitap, dergi, bildiri, konuşma, kıyafet, el işareti, yüz ifadesi vb. ifade özgürlüğünü kullanma araçları arasında yer alır. Bireyler ifade özgürlüğünü tek tek veya gruplar halinde kullanabilir.

Protesto gösterisi ve yürüyüşü yapmak, ifade özgürlüğünü kullanmanın en cazip yollarından biri. Ancak aynı zamanda en riskli olanı. Bunlara katılanlar bireylik bilinç ve duygusunun dışına çıkıp kitle ruhuna esir düşebilir. Özgürlük alanlarının dışına çıkan eylemlere daha kolay yönelebilir. Anonimliğe sığınarak veya anonimlik tarafından teşvik edilerek normal şartlar altında yapmayacağı insanlara ve mallara zarar verici davranışları gerçekleştirebilir. Bundan dolayı demokrasilerde protesto gösteri ve yürüyüşleri, hakkın özünü zarara uğratmayacak genel düzenlemelere tabi tutulur. Meselâ, bu tür eylemler için güzergâhlar belirlenir. Güzergâh dışında geçekleşen eylemlerde daha sıkı tedbirler alınır. Tedbirlere, ayrıca, gösteri ve yürüyüş yapanların korunması için de ihtiyaç duyulur. Çünkü bu kimselerin eylem esnasında başkalarının saldırısına uğraması ihtimali de vardır. Tedbirlerden elbette polis teşkilatı sorumlu olur. Modern polisiye hizmetlerinin en önemli türlerinden birini “toplum polisliği” adı verilen bu hizmet teşkil eder.

Polis, insana ve mala karşı şiddeti önlemek için toplum adına şiddet kullanma meşru yetkisine sahiptir. Lâkin bu, şartlara bağlanır. Eğer kurallı olmazsa ve orantılılık ilkesine uymazsa polis şiddetinin kendisi bir problem hâline gelir ve en başta ifade özgürlüğüne zarar verir. Bunun örneğini İstanbul’da gördük. Polis, göstericilere karşı abartılı bir şiddet kullandı. Taşkınlık yapanları etkisiz hale getirmekle yetinmedi, onlara sanki zarar vermek istedi. Yerde yatan insanlar tekmelendi, sürüklendi. Anlaşılan, son yıllarda epeyce gelişmesine rağmen polis teşkilâtında hâlâ problemler var. Polis, bu tür olaylara her bakımdan hazırlıklı olmalı ve şiddet kullanımında orantılılığı içselleştirmeli. Polisler tek tek ciddi bir psikolojik dayanıklılık test ve eğitiminden geçirilmeli. Kitle olaylarıyla baş etme tekniklerini öğrenmeli ve bunun için gerekli araçlarla donatılmalı. Vahim hatalar yapan polisler meslekten uzaklaştırılmalı. Bunlar yapılmazsa, bu olayda olduğu gibi, polisin davranışı ifade özgürlüğü ihlalini de aşıp hayata saldırıya dönüşebilir ve bu durumda, liberal 3H gençlik hareketinin ifade ettiği gibi, “Polis İmdat” hattı değil, “İmdat Polis” hattı kurmak gerekir.

Hükümet kanadından bazı politikacıların bu olayla ilgili açıklamaları demokratik ilkelere aykırıydı. Protestocu grubun görüşü, birinci planda tartışılacak bir olgu teşkil etmez. Vatandaşlar, hangi görüşten olurlarsa olsunlar, “uçuk”, “kaçık” olduğuna inanılan görüşler de dile getirseler, ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu olayların organize olup olmadığı da, başka amaçlarının bulunup bulunmadığı da, “birtakım mahfillerin” işine yarayıp yaramadığı da konu dışı. Bunlar doğru olsa ne olur, olmasa ne olur? Buradan ifade özgürlüğüne bir engel çıkartılamaz. Çıkartılırsa demokrasi yara alır.

Buna karşılık, SBF’de yumurta atma olayının kategorisi farklı. Yumurta atanlar saldırgan, haksız şiddet kullanan taraf, atılanlar ise mağdur. Konuşturulmayan politikacıların ifade özgürlüğü engellendi. Yumuşak bir cisim olduğu ve kişiye muhtemelen zarar vermeyeceği gerekçesiyle yumurta atmanın yanlış bir davranış olmadığı iddia edilemez. Bir kere yumurta, kişiye isabet şiddet ve açısına bağlı olarak, vücuda, meselâ göze zarar verebilir. İkincisi, zararsız olduğu bir iki yumurta için söylenebilse de, 10 dakika boyunca yağdırılan 120’den çok yumurta için söylenemez. Dolayısıyla kimse fiziksel zarar görmediği için hukukî kovuşturmaya gerek olmasa bile, grubun davranışının ahlâkî olarak kınanması gerekir.

Esasen, Burhan Kuzu’ya yumurta atma olayının münferit bir olay olmadığı, uzunca süredir devam eden bir kampanyanın bir parçasını teşkil ettiği yumurtacı grubun diğer eylemleri izlendiğinde anlaşılıyor. Aynı kişiler veya aynı gruptan kişiler, Sakarya’da Mustafa Akyol’a idam ipi fırlattı. İstanbul’da Adalet Ağaoğlu ve Roni Margulies gibi yazarların üzerine boya döktü. Slogan ve davranışları muhteva analizine tabî tutulduğunda, bu gruba mensup eylemcilerin yapmaya çalıştıkları şeyin protesto değil, sabote etmek olduğu anlaşılıyor. Eylemlerinin çoğu ifade özgürlüğü kapsamına girmiyor. Tam da tersine, ifade özgürlüğünü engelliyor. İşte bu yüzden bu davranışlar ahlâkî ve siyasî olarak kınanmalı. Bunu yapmayanlar, yanlış yoldalar. Yarın kendilerinin de bu tür saldırılarla karşılaşabileceklerini veya başka grupların yumurta vs. atanlara fiilî müdahalede bulunmaya kalkışabileceğini ve bunun kötü sonuçlar yaratabileceğini görmeliler. Nitekim, ilk işaret Çanakkale’de Taraf yazarı Roni Margulies’in katıldığı bir toplantıdan geldi. Yumurta atmak isteyen birkaç genç başka birkaç genç adamdan tepki gördü ve aralarında kavga çıktı.

Bu konuda iki önemli hususa daha işaret etmek şart. İlki şu; eylemi yapan “öğrenciler” değil, bir grup (öğrenci). “Öğrenciler” diye yekpare bir özne yok. Öğrenciler, aynen “kadınlar” ve “erkekler”gibi, homojen bir toplumsal kesim teşkil etmez. Değişik görüşlere ve çizgilere bölünür. Bu olayla ilgili haber ve yorumlarda ısrarla “öğrenciler” öznesinin kullanılması hata. SBF özelinde bakarsak, öğrencilerin yaklaşık yarısının AKP’ye oy vermiş, geri kalan yarısının oylarının ise CHP ve marjinal sol gruplar ile BDP arasında paylaşılmış olması beklenir. İkinci olarak, bir grup insanın “genç” veya “öğrenci” olması yahut polisten haksız şiddet görmesi, onların görüşlerinin anlamlı, doğru olduğunu göstermez. Fikirlerin doğruluğunun testi başkadır. Aynı şey talepler için de söylenebilir. Taleplerin öğrencilerden gelmesi onların meşru, tutarlı ve realize edilebilir olduğunu kanıtlamaz. Bu taleplerin anlaşılabilir şekilde tanımlanması ve meşrulaştırılması gerekir. Ne yazık ki eylemci grubun mensuplarında bu yolda bir çaba da, bir umut ışığı da yok.

İfade özgürlüğü herkesin hakkı ve herkese lazım.

Zaman, 18.12.2010

 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et