Yarı demokrasiden tam demokrasiye

 

Bir ülkede çok partili bir siyasî yapı bulunabilir; ülkede belirli periyotlarla genel seçimler yapılabilir ve iktidar bu seçimlerden çıkan sonuca göre belirlenebilir.

Ama tüm bu özellikler bir ülkeyi “tam demokratik bir ülke” yapmaz. Zira tüm bunlara rağmen seçimle işbaşına gelen yöneticiler bürokratik elitler yoluyla kontrol edilebilir; başta siyasî haklar olmak üzere insan hakları demokrasiyle bağdaşmayacak ölçüde sınırlandırılabilir, çoğulculuğa ve katılımcılığa ancak sınırlı olarak yer verilebilir. Demokratik bazı ilke ve mekanizmalara sahip olmakla birlikte demokrasinin derinleşmediği bu rejim tipine “yarı demokrasi” denilir.

Türkiye, maalesef, yarı demokratik bir ülke konumunda. Dünya demokrasilerinin performansını ölçen uluslararası çalışmalarda bu durum teyit ediliyor. Misal, Freedom House’un (Özgürlükler Evi) değerlendirmesine göre Türkiye demokrasi sıralamasında 89. sırada bulunuyor ve “kısmen-özgür” ülkeler (partially-free) veya “yarı-demokrasiler” (semi-democrasies) kategorisinde yer alıyor.

Sadece uluslararası veriler değil, vatandaşlar da Türkiye’de tam bir demokrasinin bulunmadığını düşünüyorlar. MetroPoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul Politikalar Merkezi ve National Democratic Institute’nun Nisan 2011’de yaptığı bir araştırmada bunu teyit eden veriler bulunuyor. Bu araştırmada, 10’un “tam bir demokrasi”ye, 0’ın ise “tam bir otoriter sistem”e tekabül ettiği belirtilerek sorulan “Türkiye’de demokrasiye 0 ile 10 arasında bir karne notu verecek olsanız ne verirdiniz?” sorusuna vatandaşların verdiği cevaplardan Türkiye’nin ortalaması 5,03 olarak çıkıyor. Bunun anlamı, vatandaşların nezdinde de Türkiye’deki demokrasinin, “eksik”, “kusurlu” veya “melez” bir demokrasi olduğudur.

İKİ FARKLI DEMOKRASİ ALGISI

“Türkiye’de tam bir demokrasi yoktur” düşüncesinin vatandaşlarda yerleşmesini sağlayan birçok etken var. Bunların başında, demokrasinin olmazsa olmazı sayılan bazı konularda ülkenin demokrasi çıtasının son derece düşük olması geliyor. Mesela, “Etnik, dinî ve diğer azınlıkların kendilerini yeterince ifade edebildiklerini düşünüyor musunuz?” sorusuna vatandaşların yarısı (yüzde 49,9) olumsuz cevap veriyor. Katılımcıların yüzde 50,5’i kadınlara, yüzde 46,8’i dar gelirlilere, yüzde 46,1’i dindarlara, yüzde 43,1’i ise eşcinsellere yönelik bir ayrımcılık yapıldığını belirtiyor. “Yargıda vatandaşlara eşit davranıldığını düşünüyor musunuz?” sorusuna verilen cevapların yüzde 62,6’sı “düşünmüyorum” oluyor. Devlet dairelerinin, belediyelerin ve emniyet güçlerinin, vatandaşlara eşit davranmadığını düşünenler, hep yüzde 50’nin üzerinde seyrediyor. Dolayısıyla vatandaşlar ifade özgürlüğünün yeterince gelişkin olmadığını, farklı kimliklere ayrımcılık yapıldığını ve yargı da dâhil olmak üzere kamu gücü kullanan kurumların bireylere eşit muamele etmediğini düşünüyorlar ve bundan dolayı da demokrasinin kalitesinden memnuniyetsizliklerini dile getiriyorlar.

Araştırma vatandaşların demokrasi algısına ilişkin iki farklı yönelimin olduğunu ortaya koyuyor. Vatandaşlar bir taraftan, diğer yönetim biçimlerine nazaran demokrasiyi daha fazla benimsediklerini söylüyorlar. 2007’de Ali Çarkoğlu ile Binnaz Toprak tarafından yapılan “Değişen Türkiye’de Din ve Siyaset” başlıklı çalışmada “Demokrasinin en iyi yönetim biçimi” olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 77’ydi. Bu çalışmada ise “Demokrasinin diğer tüm yönetim biçimlerinden daha üstün olduğuna inanıyorum.” diyenlerin oranı yüzde 55,6’ya çıkmıştır. Yani halkın -en az üçte ikisi- demokrasiden yana tarafını açıkça belli ediyor.

Ama diğer taraftan araştırma verileri halkın demokrasi kavramıyla ilişkisinde iki sorunun bulunduğuna da işaret ediyor. Birincisi, kendisinden farklı olan ve farklı düşünenle aynı ortamı paylaşmaktan rahatsız olacağını belirten önemli bir kitlenin varlığıdır. Katılımcıların yüzde 14,9’u dindarlarla, yüzde 10,9’u laik yaşam tarzını benimseyenlerle, yüzde 17,8’i Kürtlerle, yüzde 11,5’i Alevilerle, yüzde 15’i gayrimüslimlerle, yüzde 18,5’i Romanlarla ve yüzde 50,2’si eşcinsellerle bir arada yaşamaktan rahatsız olacağını söylüyor. Katılımcıların yüzde 48,5’i, Meclis’teki çeşitliliği ve çoğulculuğu engelleyen yüzde 10 seçim barajının aynı şekilde devamını savunuyor. Yüzde 41,9’u partilerin kapatılmasını onaylıyor, yüzde 50,5’i Kürt kimliğiyle siyaset yapan bir partinin, yüzde 60,5’i ise dine dayalı bir düzen isteyen bir partinin varlığına itiraz ediyor. Bu veriler, çoğulcu bir demokrasiden ziyade çoğunlukçu bir demokrasi temayülünü gösteriyor.

İkincisi, demokrasiyi savunma konusunda yeterli bir isteğin ve iradenin olmamasıdır. Katılımcıların yüzde 21’i genel sebeplerden ötürü demokrasiden taviz verilmesinde bir beis görmüyor. Düzeni ve güvenliği sağlamak söz konusu olduğunda, demokrasinin paranteze alınmasına onay verenler yüzde 45’i buluyor. Bazı durumlarda ordunun yönetime el koymasını savunanların oranı yüzde 39’a çıkıyor. Bu rakamlar bize, normal koşullarda demokrasi safında duranların önemli bir kısmının zor zamanlarda “demokrasiden çıkış”ı bir seçenek kabul ettiklerini söylüyor. Bu veriler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, gerek kurumların işleyişi düzeyinde ve gerek toplumsal kültür açısından Türkiye’de demokrasinin önemli sorunlarının varlığına işaret ediyor. Aynı zamanda tam bir demokrasi için atılacak çok adımın ve yapılacak çok işin olduğunu gösteriyor. Yeni anayasa süreci bunun için bir fırsat yaratabilir. Elbette yeni anayasa her derde derman bir ilaç, her soruna çare sihirli bir değnek değildir. Yeni anayasa bir yandan Türkiye’nin yarı demokrasi olarak nitelendirilmesine neden olan faktörleri ortadan kaldıracak özgürlükçü bir zemine oturmalıdır. Bunun anlamı, yeni anayasanın insan onuru üzerine bina edilmesi, asker ile sivil arasındaki ilişkilerin demokratik bir modele göre düzenlenmesi, siyasî haklara yönelik kısıtlamaların kaldırılması, siyasî partilerin geniş bir hareket alanı tanıması, siyasî, dinî ve kültürel değerlerin kamusal alandaki ifadesi önündeki engellerin önüne geçmesidir. Özgürlüklerin tahkiminde ve kurumların demokratik işleyişinde hak temelli bir anayasa önemli mesafeler aldırır.

Diğer yandan ise yeni anayasa süreci, demokratik bir kültürün toplumsal düzeyde yerleşmesine katkıda bulunabilir. Anayasa yapım sürecine ve anayasa tartışmalarına, insanların kendilerine farklı ilkeler rehber edinmelerini kabul eden ve bu sebepten insanların farklı yaşam tarzlarına/kanaatlere sahip olmalarını insani varoluşun çoğulcu niteliğinin bir gereği sayan bir düşünceyi hâkim kılmak lazımdır. Zira, demokratik bir anayasa ancak demokratik bir siyaset ile mümkün olabilir; demokratik siyaset ise çoğulculuk ve farklılıklar üzerinden yürür. Farklılıklarını ortaya koyarak siyaset yapan bireylerin/grupların demokratik bir zeminde mücadele ettikleri bir anayasa yapım süreci, demokrasi ilkelerinin toplumsal düzeyde yerleşmesine çok büyük bir katkıda bulunacaktır.

 

 

Zaman, 22.10.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et