Türkiye’nin gelecek tasavvurunda eğitim – Dr. Bekir S. Gür

AK Partinin en başarısız olduğu alanın eğitim olduğuna dair yaygın bir kanaat mevcut. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da 2015’in Aralık ayında yaptığı bir konuşmada “Ülke olarak çok önemli mesafeler kat ettik. Ancak bu süreçte iki alanda, eğitimde ve kültürde hedeflediğimiz noktaya gelemediğimizi üzülerek söylemek istiyorum” şeklinde bir açıklama yapmasının ardından, birçok köşe yazarı, akademisyen, bürokrat ve siyasetçi de aynı tespiti yaptı. Ancak bugüne kadar yapılan tartışmalardaki rahatsız edici husus, tartışmaların Erdoğan’ın işaret ettiği başarısızlığın kapsamı ve dolayısıyla olası çözüm önerileri hakkında derinlemesine bir müzakere olmaktan ziyade, Erdoğan’ın tespitinin genelde tekrarından ibaret olmasıdır.

AK PARTİ DÖNEMİNDE EĞİTİM

AK Parti döneminde hemen bütün eğitim göstergeleri iyileşmiştir. Söz gelimi, öğretmen sayısı neredeyse iki katına çıkmıştır, ortalama sınıf mevcutları azalmıştır, öğrenci başına yapılan harcamalar artmıştır, okul öncesinden yükseköğretime kadar bütün eğitim kademelerinde okullaşma oranları önemli oranda yükselmiştir. Daha önemlisi, AK Parti döneminde eğitimde nicelik artarken ortalama öğrenci başarısı yani nitelik azalmamıştır. OECD tarafından yapılan PISA değerlendirmesine göre, 15 yaşındaki çocuklarımızın 2003 ile 2012 yılları arasındaki ortalama puan artışları, yarım yıldan fazla eğitim süresine tekabül etmektedir. Bu önemli artıştan dolayı, OECD ve Dünya Bankası, Türkiye’yi övmekten geri kalmamıştır.

Türkiye eğitim sisteminin kalitesinde belirli bir ilerleme sağlanmış olmasına rağmen, hem PISA ve TIMSS gibi uluslararası öğrenci başarı değerlendirme çalışmalarında hem de YGS-LYS verilerinde görüldüğü üzere, Türkiye’de temel beceri düzeyine dahi erişememiş öğrenci oranı hayli yüksektir. Her bir öğrencinin eğitim sisteminden çıkmadan en azından temel beceriye erişmesini sağlayacak reformlara hâlâ ihtiyaç vardır.

AK Parti, eğitim sistemini demokratikleştiren önemli adımlar da atmıştır. Türkiye ikinci binyıla girerken eğitim sistemini kıskacına alan iki temel mesele yani başörtüsü yasağı ve üniversite girişte uygulanan farklı katsayılar, AK Parti döneminde çözülmüştür. Yine, ilkokullarda andımızın zorunlu okutulması gibi tartışmalı uygulamalar, Erdoğan önderliğindeki AK Parti tarafından cesurca sonlandırılmıştır. 4+4+4 sayesinde, Cumhuriyet tarihinde zorunlu din kültürü dersinin yanında ilk defa seçmeli din eğitimi dersleri getirilmiştir. Ayrıca, Kürtçe, Lazca ve Çerkezce gibi seçmeli dersler getirilerek, eğitim sisteminin toplumun talepleri yönünde evrilmesi için önemli bir adım atılmıştır.

Yükseköğretim sistemi açısından bakıldığında ise, önceki dönemlere göre AK Parti dönemi özellikle başarılıdır. Bu çerçevede, üniversite sayısının ve kontenjanların artırılması gibi, yükseköğretimi geniş kitlelere ulaşılabilir kılan yani demokratikleştiren uygulamalara imza atılmıştır. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya, Güney Kore ve Avusturalya gibi OECD ülkelerinin tamamı II. Dünya Savaşının akabinde yükseköğretim sistemlerini muazzam bir şekilde genişletirken, Türkiye, on yıllar boyunca alabildiğine elitist ve statükocu davranmış ve yükseköğretim sistemini yeterince büyütmemiştir. Böylece, Türkiye ikinci binyıla girerken hemen bütün alanlarda nitelikli insan kaynağı sıkıntısı çekmiş ve hâlâ da çekmektedir.

Erdoğan başbakanlığı döneminde, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bütün başbakanların açtığı üniversite sayısından daha fazla üniversiteyi tek başına açmıştır. Bugün itibariyle her ilde en az bir üniversitenin kurulmuş olmasının kamusal faydaları, söz konusu üniversiteler kurumsallaşmasını sağladıkça daha belirgin hale gelmektedir. Yükseköğretim kurum sayısının artması, sisteme her yönüyle bir rekabet ve dinamizm getirmiş ve böylece öğrenci ve öğretim üyelerinin önündeki seçenekler artmıştır. Daha önemlisi, Türkiye üniversiteleri, dünya üniversiteler sıralamalarında on yıl öncesine göre daha görünür hale gelmişlerdir.

EĞİTİM VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

Yukarıda sıralanan bütün olumlu gelişmelere rağmen, eğitim konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet ve muhalefet cenahlarında belli düzeyde bir memnuniyetsizlik olduğu açıktır.

Bu durumun en önemli nedenlerinden birisi, AK Partinin başta ortaöğretime geçiş sisteminde olmak üzere eğitim uygulamalarında bir istikrar yakalayamamış olmasıdır. Gerçekten de, OKS, SBS’ler, SBS ve son olarak TEOG gibi sınav sistemlerinin her biri büyük vaatlerle kamuoyuna tanıtılmıştır. Ancak şu ana kadar denenen sistemler bir süre sonra hemen aynı gerekçelerle değiştirilmiştir. Öte yandan, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve yükseköğretim reformu da, AK Parti tarafından vaat edilip bir türlü gerçekleştirilemediği için, AK Partiye yönelik bir eleştiri konusu olarak devam etmektedir.
Bu tür hususların ötesinde memnuniyetsizliğin asıl nedeni, tek parti döneminde temelleri atılan ve ağırlıklı olarak askeri darbelerden sonra oluşan aşırı merkeziyetçi ve endoktrinasyonu esas alan Türk milli eğitim sistemidir. Bahsedilen çerçevede yapılanan Türk milli eğitim sistemi miadını doldurmuştur. Bir başka ifadeyle, bugün Türkiye’de yaşanan şey, bir iktidarın eğitimdeki başarısızlığından ziyade, bir sistem krizinin eğitime yansımasıdır. Açıkçası, bugün iktidarda kim olursa olsun, mevcut eğitim sistemiyle Türkiye gibi büyük ve çeşitli bir ülkede toplumsal memnuniyeti maksimize etmesi zor görünmektedir.

Bütün bu sebeplerden ötürü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müfredatın içeriğinin değiştirilmesi gerektiği yönündeki çağrısı oldukça önem taşımaktadır. Müfredat değişikliği konusunda biran önce ve ciddi adımlar atılması gerektiği açıktır. Ancak, yapılması gereken değişikliğin kapsamının belli olduğu ve tartışmaya muhtaç olmadığı şeklinde bir yorum son derece yanıltıcıdır. Bugün Türkiye’nin geleceğine ilişkin kaygısı olan herkesin üzerine düşen sorumluluk, “yeni müfredat”tan ne anlaşılması gerektiğini tartışmaktır. Bu tartışma, sadece MEB veya Talim ve Terbiye Kurulunu ilgilendiren teknik bir tartışma değil, Türkiye’nin gelecek tasavvuruyla ilgilidir. Bu tasavvura dayalı geliştirilecek eğitim sistemi ve müfredat, farklı toplumsal talepleri dışlamadığı ve Türkiye’de yaşayan ailelerin kendi çocuklarını emin bir şekilde emanet edebileceği ölçüde sağlıklı ve uzun ömürlü olacaktır.

Yeni Şafak, 30.09.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et