Türkiye’nin Dış Politika Sorunlarını Bu Zamana Kadar Görmesindeki Engel Ne idi?

Son zamanlarda Türkiye’ye yönelik güvenlik tedbirlerinin çoğunun içeriden değil de sınırlarımızın dışından geldiğini görüyoruz. Yunan jetlerinin TCG-Çeşme gemimize yaptığı taciz ve geçtiğimiz günlerde yıldönümü olan İdlib’de hava saldırısı sonucu 34 askerimizin şehit edilmesi bunlardan sadece birkaçı. Aslında Asya ve Avrupa’nın geçiş noktası olan, üç tarafı denizlerle kaplı ve Ortadoğu ülkesi bile sayılabilen bir devlet için dışarıdan gelen bu denli güvenlik tehditlerine anlaşılabilir diyebiliriz.

Bütün bunlarla ilintili olarak “Türkiye neden şimdi dış politikasında proaktif bir tutum sergiledi?” sorusu gündeme getirilebilir. Doğu Akdeniz hayati öneme sahipse acaba neden daha önce kıta sahanlığı gündeme gelmedi? Ege’deki statüsü belirlenmemiş adaların sorunu neden şimdi gündemde? Bu temel sorunlar ile neden şimdi ilgilenilmektedir? Bu zamana kadar Türkiye ne ile uğraşıyordu?

PKK dışarıdan gelen en büyük tehlike idi. Türkiye’nin mali ve askeri enerjisi kırk yıla yakın bir süre PKK sorununa harcandı diyebiliriz. Öyle ki devlet zaman zaman doğu bölgesini kontrol edemez hale geldi. PKK içeride orman yakıyor, sivilleri katlediyor askerleri şehit ediyordu. PKK’nın günden güne güç kazanması sonucunda siyasi irade mali ve askeri enerjisini bu soruna yoğunlaştırmak zorunda kalıyordu. PKK varlık gösterdiği doğu bölgelerinde adeta hayatı durdurarak ticari faaliyetlerin kısıtlanmasına sebebiyet veriyordu. Bu da Türkiye’nin kalkınmasında önemli bir engel oldu.

Türkiye’nin en büyük sorunu olarak da gösterebileceğimiz bir olay da aslında FETÖ idi. FETÖ de PKK gibi Türkiye’nin neredeyse yarım asırdır bir ur gibi devletin damarlarında taşıdığı bir örgüttür. Bu örgüt daha sonra açığa çıkacak ve 15 Temmuz gibi bir kanlı darbe girişiminde bulunacaktı. O zamana kadar ise Türkiye’nin stratejik savunma hamlelerine içeriden sabotajlar yaparak engellemelerde bulunan örgüt üyeleri PKK’ya karşı mücadelede de dışarıya sızdırdıkları istihbari bilgiler ile terörle mücadelede zafiyet oluşturdular. FETÖ-PKK iş birliğini ise bizzat yakalanan terör örgütü mensuplarından öğrenmekteyiz. Hatta bu teröristler 15 Temmuz darbe girişimini daha önceden bildiklerini de söylüyorlar. PKK terör örgütünün varlığını devam ettirmesinin ve Türkiye’nin kırk yıla yakındır enerjisini tüketmesinin nedenlerinden biri de doğrudan FETÖ ile iltisakı diyebiliriz.

Dış politikamızı şekillendirecek bir otonomi oluşturmanıza yardımcı olacak unsurlardan bir tanesi de ekonominizin yanında hiç şüphesiz ki siyasi iradenizin güçlü olmasıdır. Türkiye’de iktidara gelen siyasi partiler Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’de Yunan tezleri ile meşgul olmaktan, Karadeniz’in ise bir Rus gölü olmasını engellemekten önce vesayet ile uğraşıyordu. Türkiye vesayet ile uğraşırken bu sorunlara neden bakamadığını anlamak için ise geçtiğimiz günlerde yıldönümü olan 28 Şubat’ta yaşananlara bakmamız yeter. Bu olay 20. yüzyılın son çeyreğinde temel insan haklarına karşı sadece bir ideolojiyi korumak için keyfi ve insanlık dışı bir hareketten başka hiçbir şey değildi. O zamanlar güya demokrasi savunuculuğu yapan ve ülkenin bütünlüğünü korumaya soyunan kişiler dışarıdan gelebilecek askeri müdahalelerden çok başörtüsü, Kur’an okuma gibi insanların dini ritüellerini yerine getirmesi işleriyle uğraşmakta ve onların engellenmemesinin sonucunda rejimin bozulacağını, ülkenin bütünlüğünün zarar göreceğini söylemekteydi. Oysa gelinen noktada bunları yapmanın gayet doğal bir şey olduğunu, ülkeye bir zarar getirmeyeceğini gördük. Geriye kalan o dönem yapılan zulümler ve ortaya çıkan 291 milyar dolar zarardır. Dış politikada en önemli silahlardan bir tanesi olan ekonomimizin sağlamlığı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda bunun daha sonra ülkemize ne büyük zararlar açtığını tahmin edebiliriz.

Tabiî ki hiçbir şekilde hükümetler dış politika ile ilgilenmemiş demek de doğru olmaz. Türkiye bir Kıbrıs harekâtı gerçekleştirmiş ve Kardak krizinde ise gereken hamleyi yapabilmiştir. Burada ise Türkiye neden on yılın sonunda Kıbrıs’a müdahale etmiştir sorusunu sorabiliriz. Bu gecikme de tabiî ki Türkiye’nin o zamanki siyasî yapısının istikrarsızlığından kaynaklanmakta idi.

AK parti dönemine baktığımız zaman ise hükümet yine vesayet ile mücadele etmekte, PKK gibi bir bölücü terör örgütüyle mücadele vermekte ve FETÖ ile savaşmakta idi. Son 4 yılına kadar bu odaklar ile sürekli mücadele eden bir AK Parti var idi. AK Parti’nin dış politikada bir irade ortaya koymaya çalıştığı zamana baktığımızda ise vesayeti önemli ölçüde geriletmiş ve Türkiye’de sivilleşme adına önemli adımlar atmış olduğu bir dönem olarak görebiliriz. FETÖ’nün deşifre olması ve ardından gelen PKK ile mücadelede PKK’nın varlığının neredeyse yok olmaya yaklaştığı zaman Türkiye dış politika sorunlarını görebilmiş ve yönünü oraya çevirebilmiştir.

Bunlardan da anlaşılacağı üzere Türkiye’de iktidarlar muktedir olabilmeye yaklaştıktan veya muktedir olduktan sonra Türkiye’nin dış politikasına bakabilmektedir. Vesayetin demokrasinin önüne geçtiği bir ortamda iktidarlar öncelikle kendi varlıklarını korumaya yönelik hareket etmiş ve çok fazla asıl meseleler ile ilgilenememişlerdir. İşte Türkiye bu  engelleri önemli ölçüde geride bırakmış olarak son yıllarda dış politikadaki temel sorunlarımız ile daha aktif bir şekilde ilgilenmektedir.

Yavuz Selvi

 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et