Türkiye’de ve ABD’de Dinin Siyaseten İstismar Edilmesi!

AK Partili eski bakanlardan, Sivas milletvekili İsmet Yılmaz bir seçim konuşmasında partisine oy vermenin bunu yapanların öbür dünyada Allah’tan iyi muamele görmek için bir berat olacağına dair sözler sarf etti. Daha önceleri de buna benzer ifadeler kullananlar olmuştu. Merhum Erbakan’ın haddi veya maksadı aşan meşhur sözlerini hatırlayanlar olacaktır. Partisine oy vermeyenlerin “patates dininden” olduğu komik lafı gibi…

Yılmaz’ın sözü, galiba bir seçime gitmekte olmamızdan ötürü, başka zamanlarda olacağından daha çok ilgi çekti, yankı yaptı. Bu söz üzerinden dinin siyasî amaçlarla istismar edilmesinden, AK Parti tabanının dinsel içerikli sözlerle kolayca manipüle edilebileceğine ve sağlam muhakeme yeteneğinden yoksun olduğuna kadar uzanan yorumlar yapıldı. Bazı yazarlar dinin siyasî amaçlarla istismarının demokrasimiz için ciddî bir tehlike teşkil etiğini ileri sürdü.

Dinsel renkli ve içerikli siyasal mesajlar vermek doğru mudur? Bu tür söz ve mesajlar demokrasi için bir tehlike teşkil eder mi? Dinsel mesajlar seçmen üzerinde dikkate almaya değer derecede etkili olur mu? Ne yapmak gerekir? Bunların üzerinde durmaya değer sorular-konular olduğu açık. Ancak, her meselede olduğu gibi, soğukkanlı biçimde ve önyargısız olarak.

Din sadece dar anlamda din değildir aynı zamanda her ülkedeki, topluluktaki daha geniş ve kapsayıcı bir olgu olan toplumsal kültürün oluşturucularından biri ve –eğer en önemlisi değilse- önemli bir parçasıdır. Kültür siyasete bakışı ve siyasal davranışı kaçınılmaz olarak etkileyeceğinden din de açık şekilde ifade edilse de edilmese de siyasal davranışı etkileyen faktörlerden biri olacaktır. Mamafih, bir inanç bütünü ve kültür unsuru olarak din ile siyasal tutum ve davranış arasında tek yönlü bir ilişki olması kaçınılmaz değildir. Yani dine bakış, dinden etkilenme-etkilenmeme bir siyasal partiye yakın durmayı teşvik edebileceği gibi uzak durmayı da teşvik edebilir. Manzarayı tam olarak görebilmek için dinin siyasal davranış üzerindeki etkilerini ölçen ciddî ampirik çalışmalara ihtiyaç var. Bu tür çalışmaların Türkiye’de pek olmadığı açık.

Bu tür bir ilişkinin sadece “klasik” dinler açısından vuku bulması da söz konusu olamaz. Modern veya seküler dinler de aynı etkiyi meydana getirebilir. Söz gelimi, Atatürkçülük ile oy verme davranışı arasında benzer bir ilişkiyi tespit etmek zor olmasa gerek. Bu durumda “Atatürk sizin böyle yapmanızı isterdi” veya “Atatürk’ün partisine oy verin” diyerek seçmeni politik tavır belirlemeye teşvik etmek de hemen hemen aynı sonucu verir. Benzer bir yorum teolojik temelleri Cumhuriyet uygulamaları yüzünden ciddî biçimde erozyona uğratılmış olan Alevilik için de yapılabilir. Kim Aleviler vatandaşlarımızın çoğunun siyasal tercihi üzerinde Alevi olmanın mühim bir tesirinin bulunmadığını iddia edebilir?

Dinsel içerikli söylemle siyaset arasındaki ilişkide iki taraf söz konusu: Sözü sarf eden kişi veya kişiler ve sözden etkilendiği hatta büyüklendiği farz edilen kitleler. Sayıca ilki az ikincisi milyonlarca. Dolayısıyla, değerlendirmelerin her iki kesim açısından yapılması gerekir.

İsmet Yılmaz’ın durumunda şu söylenebilir. Bu sözün münasebetsiz olduğu açık. İsmet Yılmaz bu sözle kendi insanî alanının dışına çıkıp Allah’ın alanına girmiş oluyor. Müslüman inancına göre insanları hesaba çekecek olan da bu hesabı neye göre yapacağını belirleyecek olan da Allah’tır. Kutsal kitapta siyasal tavır ile hesap gününde Allah’ın tavrı arasındaki ilişki konusunda bir açıklama olmadığına göre Yılmaz bu iddialı sözle Allah’ın alanına tecavüz ediyor. Aynı zamanda seçmen kitleleri arasında bir ayrımcılık da yapmış oluyor. Bu tür edepsiz sözlere karşı ne yapmak gerekir? Kınamak ve sözün saçma, ayrımcı, had aşıcı olduğunu söylemek. Seçmenler açısından bakılınca bu tür sözleri eleştirenlerin ve abartılı yorumlara malzeme yapanların ilk olarak kendileri ile seçmen arasında bir alt-üst ilişkisi kurduğu görülüyor. Öyle ya Müslüman olmalarına onlar bu sözlerden etkilenmiyorlar. İstismar edildiğini iddia ettikleri kişiler kendileri değil başkaları. Onlar kadar akıllı ve bilgili olmayan, dini doğru anlayamayan ve yorumlayamayan zavallı -cahil, bilgisiz- Müslümanlar kolayca etkilenir, kandırılır, kullanılır. Bu yüzden bu “saftirik” Müslümanların onlar tarafından ayıltılması, uyarılması, hiç değilse kınanıp ayıplanması icap eder. İkincisi bu eleştirileri seslendirenlerin seçmenleri neredeyse aptal yerine koyması. Seçmenler o kadar zavallı varlıklar ki, bu tür sözlerle kolayca yanıltılır ve yönlendirilir. Bu yüzden de onları paternalist bir tavırla koruma altına almak gerekir. Bu zihniyetin nerede duracağı belli olmaz. Tüm hak ve özgürlükleri, bireysel iradeyi ve tercih hakkını çöpe atacak kadar ileri gitmesinin önünce ciddî bir engel yok.

Eleştirilerde bir sürü tutarsızlık var. Seçmenlerin dinî söylemden iddia edilen biçimde etkilendiğine dair ampirik veri ya yok ya da bir kanaate varmamıza sağlam zemin teşkil edemeyecek kadar az. Daha ziyade cesurca, bazen küstahça genelleştirilen kişisel gözlemler, öfkeler, hayal kırıklıkları var. Ayrıca, seçmenler bu tür laflardan kolayca etkileniyor olsa bile bu tek partiye münhasır olmayıp her partiye açık bir yolsa her parti bu yola başvurabilir. Yani bir tekel söz konusu değildir. O zaman diğer partilere düşen, başkalarından şikâyetçi olmak ve başkalarının siyasal tercihlerine şekil vermeye kalkmak yerine aynı aracı kullanmak. Bu durumda da zaten dinsel söylemin bir anlamı ve önemi kalmaz.

Yılmaz olayıyla ilgili tartışmalar bitmeden ABD’den şaka gibi bir haber geldi. Beyaz Saray sözcüsü “Trump’ın başkan olmasını Tanrı istedi” dedi. Bu söz gözümüzü ABD siyasetinde dinin yerine çevirmek için ve ABD’yi Türkiye ile kıyaslamak için iyi bir vesile. Amerikan toplumu dünyanın en dindar toplumlarından. ABD’de dinî gruplaşmaların ve fikirlerin toplumsal hayatta ve siyasette önemli ve etkili bir rol üstlendiği gayet açık. Tamamen farklı bir çizgide olması beklenecek ekonomik liberteryenler arasında bile hukuk sisteminde Hristiyanlığın ahlâkî yasaklarının herkes için kamusal emir hâline getirilmesini talep edenler mevcut. Dinsel gruplar da çok aktif. Evanjelik Hristiyanlar gayet büyük bir siyasî güç ve özellikle Cumhuriyetçi Parti başkan adayları (Trump gibi) bu güçten yararlanmak için çok şey yapıyor. Sayılarının 40 milyonu bulduğu söylenen Evanjelik cemaat(ler) ABD’de hiçbir siyasetçinin ve siyasal partinin ihmâl edemeyeceği bir oy potansiyeli. ABD’de Beyaz Saray’da zaman zaman İncil okuma seansları düzenleniyor. Pek çok siyasî konuşmalarında sıklıkla İncil’e atıflar yapıyor.

Bir başka komik ve de birilerinin bal gibi din istismarı teşkil ettiğini iddia edilebileceği bir durum Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sadır oldu. ABD’den gelen haberin ertesi günü sabah bir televizyon programına katılarak genel olarak siyasetle özel olarak yaklaşan mahallî seçimlerle ilgili soruları cevaplayan Kılıçdaroğlu bir ara Erdoğan’ı dini siyasî amaçlarla istismar etmekle itham etti. Kısa bir süre sonra da bu sefer kendisi Hazreti Muhammed’in Veda Hutbesi’ne atıflar yaparak bir meseleyi izaha ve kendi haklılığını kanıtlamaya çalıştı.

Dinin bir inanç ve ritüel bütünü veya kültürün bir unsuru olarak siyasette –siyasal tercihlerde hiç etkisi olmamasını istemek boşuna. Bu, insanın bildiğimiz insan olmaktan çıkartılmasını istemeye eş bir talep. Peki, ne yapacağız? Dinsel aşırılıkların zarar verici şekillere bürünmesini nasıl önleyeceğiz? Bunun yolu dini toplumsal hayatın önemli bir alanından –siyasetten- ve dolayısıyla ister istemez tüm toplumsal hayattan silip atmak değil. Bu hem yapılamaz hem de 20. Yüzyıl’daki acı tecrübelerin ispatladığı üzere korkunç felaketlere yol açar. Yapılması gereken şey belli: Ülkenin siyasal ve hukukî sisteminin, bunların bir hakikate dayanmaması genel ilkesi çerçevesinde, bütünüyle şu veya bu dine dayanmaması üzerinde anlaşmak.

Yeniyüzyıl, 2 Şubat 2019

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et