Süreyya Sarkınç – Açılımın, çatışma kültürüne dönüşmemesi için…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babaları, Kemalist elit sınıf ve ordu otoriter bir seküler anlayışı benimseyerek modern, Batılı, cumhuriyetçi liberal bir demokrasi kurdular. Ulus devletin oluşturulma sürecinde Türk kimliği ile İslami gelenekler ve anlayış arasındaki uzlaşma değil, fakat Türk kimliğinin dominant unsurları öne çıkarılmıştır. Buna rağmen, Türk kimliğinin esaslı unsuru olarak İslam dini, esaslı bir kültürel değer ve inanç sistemi olarak toplumun ortak paydasını oluşturmuştur.

Laik sistemin inanç ve eğitim alanlarındaki uygulaması, iki temel düzenlemeyi içermiştir. Birinci temel düzenleme, inanç bakımından İslam dininin çoğunluğu oluşturduğu Türk toplumunda Diyanet İşleri Başkanlığı merkezi teşkilatı altında İslami yaşamın denetim ve kontrol altına alınmasıdır. İkinci temel düzenleme ile, eğitimin birleştirilmesi ve eğitim dilinin Türkçe olarak zorunlu kılınması sağlanmıştır. Siyasi bakımdan üniter ve tekil devlet yapısı, ülkenin siyasi sınırlarını garantilemiş ve ülke içinde farklı otonom yönetim biçimlerini kabul etmeyerek kamu yönetiminde ve yasaların ilanı ve uygulamasında birliği sağlamıştır.

Paradigma çatışması: Resmi ideolojinin eleştirisi

Türkiye, paradigma geçişleri yaşayan ve eski paradigmalardan yeni paradigmalara eğrilen bir süreçtedir. Türk toplumu ve siyaseti Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugününe miras kalan tortulaşmış sorunlarını, daha demokratik bir toplum ve devlet düzeni özlemi ile tartışmaya açmıştır. Paradigmalar arasındaki geçişler toplumlarda kaos ortamı yaratır. Bu bakımdan yeni bir paradigmaya doğru toplumun eğrilmesi yeni çatışmaları, yeni değer yargılarını, yeni siyasi ve sosyal oluşumları da beraberinde getirecektir.

Türkiye, Cumhuriyet’in ilanından günümüze değin süreçte sosyal bakımdan mutasyona uğramıştır. Sosyal bir gerçeklik olarak tek bir Türkiye değil, birden fazla Türkiye vardır. Türkiye’deki halkların öznel bilinç ve farkındalığı, karşıtı veya ötekileri üzerinden yeniden tanımlamaktadır. Resmi ideoloji üzerine eleştiriler, paradigma dönüşümleri yaratarak (ezber bozucu etkileriyle) toplumsal bakımdan yeni ve tabulaşmış tartışma alanları ortaya çıkarmaktadır. Değişen, gelişen ve çelişen yönleriyle yeni toplumsal anlayış, bireyi özgür kılacak tüm mülkiyet haklarını tanıyan yeni bir paradigmaya yönelmiş görünmektedir.

Demokratik açılım veya Kürt açılımı şeklinde tartışmaya açılan sorunlar toplumda derinleşmeye başlayan yeni bir çatışma kültürünü başlatabilir. Toplumun sağlıklı ve katkı sağlayacak şekilde olgun bir tartışma ortamından sağlayacağı önemli yararlar bulunmaktadır. Bu sürecin, politik çıkarları için politikacıların hırslarına kurban edilmemesi gerekir. Demok-ratikleşme, belirli bir politik kültürün sonucudur. Politik kültür ise, belirli bir dinin, refah (ekonomik kalkınma) düzeyinin, kültürel çatışma düzeyinin, sosyoekonomik modernleşmenin bir sonucudur.

Liberal demokrasi anlayışında demokratik haklar ve özgürlüklerin tanımı ve milli liberalizmin ulusal azınlıklara karşı bakışını şu ana tartışma konuları bakımından değerlendirmek mümkündür:

Ulusal azınlıklar ve etnik kimlik sorunu?

Azınlık tanımı etnik, dinsel ve dilsel bakımlardan yapılmaktadır. Oysaki bugün Türkiye’de en yaygın anlayışla ve Lozan’da benimsendiği gibi gayrimüslim vatandaşların (Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler) azınlık olduğu kabul edilmiştir. Türkiye’de azınlıklar ulusal veya etnik olarak tanımlanmamaktadır. BM İnsan Hakları Komitesi’nin yorumunda azınlıklar kültürel haklar bakımından tanımlanmıştır. Liberal demokrasi anlayışı, azınlıklar sorununu bir kültürel zenginlik bakımından görerek dilsel, dinsel ve etnik bakımdan farklı kültürlerin yasaklama ve kısıtlamalar olmaksızın eşit haklar tanınarak yaşatılmasından yanadır. Ulusal bakımdan azınlık statüsü tanınmak suretiyle ulusal sınırlar içinde belirli bir halk topluluğuna özel yasal düzenlemeler yapılması ise, kültürel azınlık haklarından tamamen ayrı ve siyasi bir nitelik taşımaktadır.

Liberal demokrasi anlayışının, cumhuriyetçi liberal demokrasiden temel farkı etnik kimlikler dahil olmak üzere tüm ulusal azınlıkların kendi kültürlerini sınırlama ve yasaklama olmaksızın yaşamalarını garanti altına almasıdır. Örneğin Türkiye’de Aleviler, Rum Ortodokslar, Yahudiler, Caferiler birer dini azınlıktır. Benzer şekilde, Lazlar, Ermeniler, Araplar, Çerkezler, Kürtler, Romanlar etnik azınlık sayılmaktadır. Dilsel bakımdan Rumca, Lazca, Kürtçe azınlık dili olarak tanımlanır. Kültürel azınlık hakları bireysel haklardandır ve bireysel hakların doğrudan belirli bir grupsal hakka dönüştürülmeleri de zorunlu değildir.

Liberalizm, insan hakları ve özgürlük arasında su geçirmez bir bağ kurmaktadır. Haklar yoksa, özgürlük de yoktur. Ancak, insan hakları ve özgürlükleri demokrasi ile her zaman yan yana gelememektedir. Özgürlüklerin kısıtlandığı demokrasiler de mevcuttur. Liberaller demokrasinin sadece siyasal katılım ve hukukun üstünlüğü gibi temel ilkelerinin varlığını yeterli görmezler. Özgürlükler bir bütündür. Demokrasi sadece seçimsel değildir. Liberal demokrasi, aynı zamanda iktidarın siyasi gücünü sınırlamayı ve etkin bir eleştiri ortamının varlığını amaçlar. Ekonomik özgürlükler, demokrasinin refah artışı taleplerini gerçekleştirmede önemli bir kaldıraçtır. Demokrasi mücadelesi aynı zamanda bir refah mücadelesidir.

Sivil toplum ve demokrasi

Liberal görüş, toplum yaşamında tek tip bir düşünce ve hayat tarzına karşıdır. Sivil toplumun ideal siyasi biçimi kamu hukuku kurallarıyla uygulanan demokratik bir yerinden yönetim modelidir. Sosyal bakımdan sivil toplum ise, bireysel tercihlerin üzerinde kendi görüşlerini vatandaşa dayatan bir devlet anlayışının karşısındadır. Laik liberal anlayış, din özgürlüğünden yanadır. Sivil toplum, devletin tek bir dil, tek din, tek (mono) kültür, tek tip sosyal yaşam tarzı, davranış ve düşünce yaratacak baskıları kabul etmez. Sivil toplum her biri mutlu ve özgür yaşamak isteyen birçok topluluktan oluşan bir alan ise, her bir topluluk için geçerli inanç ve geleneklere hoşgörülü politik kurumların varlığı gerekir. Amaç, halkın bir arada hoşgörü ile birlikte yaşamanın ortak kurallarının hayata geçirilmesidir. Uzlaşmacı, hoşgörülü ve katılımcı bir sivil toplum arayışı liberal bakış açısından daha özgürleşmiş bir sivil toplum yaratma özlemidir.

Bugün Türkiye’nin politik ve toplumsal yaşamında çok sayıda paradoksu birlikte yaratan gelişmeler yaşanmaktadır. İslamiyet ve İslamî yaşam tarzı ile laik anlayış ve düzeni uzlaştırmaya çalışmak; kültürel ve dini değerlerden taviz vermeden AB ile tam üyelik sürecini reform düzenlemeleri ile sürdürmek; sivil-asker ilişkilerinde vesayetçi tutumun sorgulanması gibi paradokslar yeni bir sürecin başladığını göstermektedir. Bugün bu sayılanlara ilave olarak en tartışmalı alanlardan birisi de demokrasiyi güçlendirmek ve bireyin demokratik haklarının ve özgürlüklerinin daha genişletilmiş ve korunmuş bir alanda yaşamasını güvenceye almaktır. Türkiye’de insan hakları ve özgürlükler alanında bireyin sosyal yaşamdaki kısıtlama ve yasaklamalardan kurtarılmasını amaçlayan her türlü sivilleşme (modernleşme) çabaları, siyasi, ekonomik ve sosyal maliyetlerine rağmen sürdürülmelidir.

Zaman, 03.12.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et