Sivil iradenin kafa karışıklığı

Başbakanın genelkurmay başkanını görevden alması talebi kadim bir tartışmanın canlanmasına yol açtı. Medyada, siyasete militarist bakışıyla maruf olanlar başta olmak üzere, bazı yazarlar Başbakanın böyle bir yetkisi olmadığını yazdılar. Daha tuhaf olanı, hükümeti destekleyenlerin de bir kısmı ya bu yetkisizlik iddiasını paylaştı ya da böyle bir kararın siyaseten doğru olmadığını dile getirdiler.

Sayın Başbakan da geçen Pazar günkü Politik Açılım programında konuyla ilgili bir soruma verdiği cevapta kendisinin bu konudaki yetkisinden emin olmadığını düşündürdü.
Her şeyden önce, silâhlı kuvvetler üzerinde sivil denetimin tesis edilmesi gereğinin en fazla vurgulandığı ve son birkaç yılda bu yönde nispi bir ilerlemenin sağlanmış olduğu bir zamanda, ordunun siyasi sistemimiz içinde özerk bir konuma sahip olduğu algısını pekiştiren böyle bir tartışma talihsizlik olmuştur. Bu çerçevede, Başbakanın genelkurmay başkanının görevden alınması konusunda kendi “yetkisizliği” üstünde odaklaşan bir konuşma yapması da sivilleşme perspektifi açısından isabetsizdir. Silâhlı kuvvetler içindeki son demokrasi karşıtı girişimler karşısında genelkurmay başkanının sorumlu davranıp davranmadığı ve görevden alınmasının uygun olup olmadığı tartışmalı olabilir. Siyasi takdirle ilgili olan bu konuda nihai kararı elbette Başbakan ve hükümeti verecektir, ama bu, hükümetin bu konudaki kendi anayasal ve yasal yetkisinden şüphe ettiğini alenen ilân etmesini haklı göstermez.

Meselenin hukuki yanına gelince, bu, her konuda yüksek perdeden ahkâm kesen kimi gazetecilerin “uzmanlığı”nı aşan bir konudur. Ama itiraf etmeliyim ki, silâhlı kuvvetlerin anayasal-hukuki konumunu şimdiye kadar hukukçular da pek dert edinmemişlerdir. Öyle olunca da, silâhlı kuvvetlerin anayasal sistem içindeki kendi konum ve rolünü algılama biçimi bu konudaki standart bilgi halini almıştır. Siviller ve akademisyenler konuyu incelemeyince, askerlerin kendi yetkilerini sivil iradenin aleyhine olacak şekilde tanımlama biçimi genel kabul gören “otoriteli” bilgi halini almış ve bu “bilgi” gitgide “sivil” çevrelerce de içselleştirilmiştir.

Eski bir makalemde de ayrıntılı olarak gösterdiğim gibi (bkz. “Silâhlı Kuvvetlerin Türk Anayasa Düzeni İçindeki Yeri”, AÜSBF Dergisi, 1990; Anayasa ve Özgürlük, 2002, ss. 237-262), gerek Anayasa (m.117) gerekse Genelkurmay Başkanlığının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun (m.7, 8) ile TSK Personel Kanunu (m.49/h) hükümleri çerçevesinde, genelkurmay başkanının Bakanlar Kurulu ile Cumhurbaşkanının ortak bir işlemiyle atanması ve aynı yoldan görevden alınması mümkündür. Görevden alma işlemi “başka bir göreve atama” veya “emekliye ayırma” şeklinde gerçekleşebilir. Bu durumda, somut şartlarda ne zaman kullanılmasının siyaseten uygun olduğu bir yana, Başbakan bu konuda elbette yetkilidir. Çünkü, yine Anayasaya göre, genelkurmay başkanı yasal görev ve yetkilerinden dolayı -Bakanlar Kurulunun başkanı olan (m.112/1)- Başbakan’a karşı sorumludur (m.117/4).

Bu hukuki duruma rağmen genelkurmay başkanının görevden alınmasının çeşitli nedenlerle işe yaramayacağı söyleniyor. Deniyor ki, görevden alınması halinde genelkurmay başkanı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde (AYİM) bu işlemi iptal ettirebilecektir. Bir kere, bu konuda görevli olan mahkeme AYİM değil, Danıştay’dır. Nitekim, Danıştay Kanunu’na göre (m.24), “Bakanlar Kurulu kararları”na karşı açılan davalara ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay bakar. “Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem”lerden doğan uyuşmazlıkların görülme yerinin AYİM olduğunu belirten Kanun hükmü (m.20) Danıştay’ın bu konudaki görevini ortadan kaldırmaz. Genelkurmay başkanının atanması ve görevden alınmasıyla ilgili Cumhurbaşkanı imzalı bir Bakanlar Kurulu işleminin ne münhasıran “asker kişileri ilgilendiren” ne de “askeri hizmete ilişkin” olduğu savunulabilir; bu doğrudan doğruya sivil alana ait politik bir işlemdir. Kaldı ki, böyle bir davaya AYİM baksa bile, birçok konuda sivil idari yargıdan daha “sivil” kararlar verebilen bu mahkemenin siyasi iradenin bu konudaki takdir yetkisine müdahale etme yönünde karar vereceği de kesin değildir. Esasen bu, işin tabiatına da uygun olmaz. Öyle ya, demokratik bir rejimde hükümetin ve cumhurbaşkanının iradesine rağmen bir kişi nasıl genelkurmay başkanlığı makamında oturmaya devam edebilir?..

Öte yandan, Genelkurmay Başkanlığı Kanununa göre (m.8; aynı yönde TSK Personel Kanunu, m.49/h), genelkurmay başkanı görevden alınsa bile onun yerine getirilecek kişinin üç kuvvet (kara, deniz, hava) komutanından biri olması gerektiği hükmü karşısında, bu işlemle elde edilmek istenen sonucun gerçekleşmeyeceği de iddia ediliyor. Ben bu konuda da o kadar kötümser değilim. Çünkü, yeni genelkurmay başkanı bu göreve hangi şartlarda ve hangi beklentiyle atanmış olduğunu ve aynısının kendisinin de başına gelebileceğini herhalde hatırında tutacaktır. Kaldı ki, yeni genelkurmay başkanının atanması için Kanunun tanıdığı 45 günlük süre içinde başka bir orgeneral veya oramiralin önce bir kuvvet komutanlığına, sonra da genelkurmay başkanlığına atanması teorik olarak mümkündür. Bütün bunlarda mesele hukuki olmaktan önce siyasi kararlılık meselesidir.

Şu halde, Başbakanın çevresi ilgili mevzuatı buna elverişli görmemekte haklı bile olsalar, herhangi bir iktidar böyle bir meselede “ne yapayım, yasalar böyle!” diyip oturamaz; çünkü, yürürlükteki mevzuatı değiştirmek onun elindedir. Daha geçen Haziran’da sivil yargının görev alanını askeri yargı aleyhine genişleten bir iktidar, bu konuda da yapılması gereken yasal düzenlemeler varsa elbette onları da yapabilir. Üstelik bu, anayasa değişikliğini de gerektirmemektedir. Tam aksine, yukarıda sözünü ettiğim yasalar -ve MGK yasası- birçok bakımdan Anayasa’nın 117. ve 118. maddelerine uygun hale getirilmeyi beklemektedirler. Esasen bu, Türkiye’nin AB hedefi açısından da zorunludur.

Sonuç olarak, bunları, “hükümet genelkurmay başkanını hemen görevden alsın” demek için yazmıyorum. Bu elbette siyasi bir karardır; onun için, mevcut şartlar hükümetin bu konudaki ataletsizliğini haklı göstermese de, onun bu konudaki takdirine karışacak halimiz yok. Ama hükümetin yapmaktan kesinlikle kaçınması gereken şey, yürürlükteki anayasayı ve diğer ilgili mevzuatı “çaresizlik” psikolojisiyle okumaktır. Çünkü bu, mevcut askeri vesayet rejiminin devamına hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.

Star, 12.11.2009

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et