Türkiye gibi çok hareketli, problemli, değişken bir ülkede yaşayınca, insan, sık sık, kişiler, gruplar ve kurumlar hakkında değerlendirmeler yapmak, onları ölçüp tartmak zorunda kalıyor. Bu tür değerlendirmelerde hangi yolları ve yöntemleri kullanırsak, nelerden kaçınırsak, hatalara düşmeyi engelleyebilir veya hataları asgariye indirebiliriz? Kişilere, gruplara ve kurumlara haksızlık yapmaktan, hakkaniyeti çiğnemekten, hangi ilkelere bağlı kalarak uzak durabiliriz?

Günümüz Türkiye’sindeki manzaranın bu soruları çok anlamlı ve soruların isabetli şekilde cevaplandırılmasını gayet önemli kıldığını düşünüyorum. Zira, kendi açımdan, pek çok çevrede, pek çok kimsede, vahim yorum ve değerlendirme savrulmaları; insafsız ve izansız pozisyon alışlar; toptan karalayıcı, yerin dibine geçirici veya toptan övücü, yüceltici tavırlar görüyorum. Kişilerin, grupların veya kurumların melekleştirildiğine yahut şeytanlaştırıldığına, abartılı muhabbetin ve dinmek bilmez nefretin sağduyuyu ve insafı bastırdığına, öfkenin sükunetin yerini işgal altına aldığına şahit oluyorum.

Neden böyle? Bence bunun üç ana sebebi var: Toptancılık; olayları ve olguları kişiselleştirme; düz olarak veya tersinden engizisyoncu tavrın bilinçli yahut bilinçsiz benimsenmesi / kullanılması. Hemen vurgulamak gerekir ki, bu üç vaka / hâl çoğu zaman içiçe tezahür ediyor, aralarında her zaman kolaylıkla teşhis edilebilecek sınırlar bulunmuyor. Bunlar birbirlerini ciddî şekilde besliyor. Birinden etkilenmek insana diğerlerinin de sirayet etmesine sebep oluyor.

Kişileri, grupları ve kurumları toptancı değerlendirmelere tabî tutmak vahim bir hata. Böyle bakıldığında onları mutlak iyi veya mutlak kötü olarak vasıflandırmamız, yani ya siyah ya beyaz görmemiz ve gri tonları gözden kaçırmamız kaçınılmaz oluyor. Oysa, bu aktörler bazen iyi bazen kötü şeyler yapmış / yapıyor olabilir. Yani iyileriyle kötüleri içiçe geçebilir. İlkeli ve ahlâklı bir duruş, kolaycı genel hükümler vermek yerine, her tekil iyiye iyi her tekil kötüye kötü demeyi gerektirir. Bunun gerekli şartı, toplu – toptancı değerlendirme ve yargılamalardan uzak durmak ve olay olay, durum durum, an an değerlendirmeler yapma yoluna gitmektir.

Kişisel sempatileri ve hoşnutsuzlukları abartmak da değerlendirmelerimizde yanılmamıza yol açabilir. Tapınma derecesinde sevgi ve nefret derecesine ulaşmış, öfkeyle bulanmış sevmeyiş gözümüzü bağlayabilir. Bizi sevdiğimizdeki kusurları, sevmediğimizde iyi şeyleri görememe pozisyonuna sürükleyebilir. İnsan, elbette, hissî yanları da olan bir varlık ve hisler hayatımızda olaya, yere ve zamana bağlı olarak çok tesirli olabilir. Ancak, hiçbir insan tüm hayatını hisler üzerine kuramaz. Böyle olması bizim gerçekle bağlarımızı kopartır. Özellikle, bilişsel engeller yaratarak, toplumsal olayları değerlendirmede muhtaç olduğumuz karşılıklı, çapraz testlerle doğrulanmış enformasyonu edinemememize ve değerlendirmelerimizde hem maddî temel hem de ilke, ahlâk, perspektif bilgisi bakımından zaafa düşmemize sebep olabilir.

Son olarak, düz veya ters engizisyoncu tavır da muhakememizi ve değerlendirmelerimizi çarpıtabilir. Düz engizisyonla kastettiğim, kişinin masum (iyi) olduğunu kabul etmek için tüm hayatının masum (iyi) olmasının gerektiğini varsaymak. Böyle bir ölçü konursa, dünyada bir tek iyi, doğru insan bulunamaz. Oysa, adâlet (ayrıca hem bilimsel mantık hem hukukun hâkimiyeti) masumiyeti (iyiliği) veri alır ve tersinin yani yanlışın (suçun, kabahatin) yer, olay, zaman bakımından ispatlanmasını talep eder. Bunun günlük toplumsal hayat açısından anlamı şudur: Bir kişinin, grubun, kurumun belli bir anda hata / yanlış yapması, onun tüm geçmişinin hatalarla / yanlışlarla dolu olduğunu kanıtlamaz. Tüm iyilerinin / doğrularının görmezden gelinmesini gerektirmez. Tersinden engizisyon yaklaşımı için de benzer bir durum söz konusudur. Bir kişinin, grubun veya kurumun bilinen tarihinin hatalarla / yanlışlarla dolu olması onun belli bir anda iyi / doğru yapmadığının delili olamaz. Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir. ‘Yanlış’ kişilerden doğru fikir çıktığı olur. Yanlış fikirlerde bile doğru parçaları bulunabilir. Bu yüzden, toplumsal değerlendirmelerde tersinden engizisyon mantığından da uzak durulmalıdır.

Yine zor günlerden geçiyoruz. Zor günler yalpalamaya, savrulmaya, abartmaya, küçümsemeye, aklı ve sağduyuyu nefrete ve öfkeye esir vermeye, kendimiz için değil başkaları için konum almaya elverişli zeminler hazırlar. Bu zor zamanlarda, grup ve kuruluşları değerlendirirken toptancılıktan, aşırı kişiselleştirmeci tavırlardan ve düz / ters engizisyon mantığından kaçınmazsak, bir taraftan ilkesizliğin pençesine düşme diğer taraftan adâletten ve hakkaniyetten uzaklaşma tehlikesiyle karşılaşabiliriz. Bu elbette etrafa zarar verir ama böyle yaparak kendimize de büyük zarar veriyor olmamız çok muhtemeldir.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.