Referandumda hangi soruya cevap vereceğiz?

Arkadaşlarımız öyle takdir etmişler.” Bu söz, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 12 Eylül’de referanduma sunulacak anayasa reform paketinin iptali için CHP’nin yaptığı başvuruyla ilgili kararı için sarf etmiş bu sözü. 

Daha öncesinde de “İptal edilen kısımların kendileri için iptal edilmesi gereken kısımlar olduğunu, ancak bunun yeterli olmadığını düşündüğünü” ve “Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili maddelerin tümünün iptali gerekirdi” fikrinde olduğunu belirtmiş.

AYM’nin kararı üzerine yüksek yargının adli kısmının Gerçeker tarafından dışa vurulan tepkisi birçok noktaya ışık tutmakta. En önemlisi, yargıçların kendileriyle hukuku ve kendi statüleriyle hukuk devletini özdeşleştirme tavrını, tabir caizse, “frikiğe” düşürmekte. Yıllardır yüksek yargının sözcüleri ve temsilcileri hukuk bizim dediğimizdir, hukukun hâkimiyeti son tahlilde bizim dediğimizin olmasıdır havasında konuştu ve icraat yaptı. Şimdi AYM’nin kararının aralarında yarattığı ihtilaf onları bu gerçeği itiraf etmeye zorlamakta. Yüksek yargının adlî kısmı, anayasal yargı kısmına itiraz etmekte. Hiç şüphemiz yok, eğer AYM Gerçeker’in talep ettiği istikamette karar verseydi, “hukuk konuşmuştur”, “hukukun hâkimiyeti – hukuk devleti korunmuştur”, “herkes hukuka saygı göstermelidir” türünden demeçler verildiğini görecektik. Oysa şimdi ne oluyor? Kararın hukukun son sözü söylemesi olmadığını, “arkadaşların takdiri olduğunu” işitiyoruz. Demek ki, mahkemeler bizim istediğimiz istikamette karar verirse “hukuk” bir şey diyor ve de son sözü söylüyor, tersi olursa, “arkadaşlar takdir ediyor”. Ve, görüyoruz ki, hukuk devleti adına hukuku çiğneyip demokrasiyi reddedenler, şimdi halkın sağduyusuna güvenmek gerektiğinden bahsediyor.

Aslında Gerçeker’in bu sözü başka bazı noktaları da deşifre ediyor. Belki de en önemli ifşaatın şifresi “arkadaşlar” kelimesi. Ne demek “arkadaşlar”? Biz “arkadaşların” mı yoksa hukuka özüyle ve sözüyle bağlı, demokratik ilkeleri iyice sindirmiş yargıçların kararını mı bekliyorduk? Anlaşılıyor ki Gerçeker, “arkadaşların”ın “arkadaşça” bir kararını bekliyormuş. Olmayınca hayal kırıklığına uğramış ve sitem ediyor. Biz vatandaşlar için bu sevimli ve şirin kelime ciddi bir sorunun işareti: Yüksek yargı organları ve yargıçlar arasında meslekî dayanışmanın boyutları ve sonuçları. Her meslek grubunda bir ölçüde bir dayanışma olmasını beklemek normal. Yargıç zümresi de diğer insanlarla aynı müşevvik ve motivasyonlara sahip. Ancak, meslek menfaatiyle ilgili dayanışmaya yüksek yargıda olduğu gibi ideolojik önyargı eklenince sorun “normal”, “olağan”, “tolere edilebilir” boyutları aşıyor. Yüksek yargıçlardan beklenen, “arkadaşça takdirler” değil, hukuka ve demokrasiye uygun tavırlar ve yorumlar.

Anayasa reform önerisi, muhalefet partilerinin ve yüksek yargı bürokrasisinin önleme çabalarına rağmen yoluna devam ediyor. AYM’nin hukuka aykırı kısmî iptal kararı paketin reformcu niteliğini kaybetmesine sebep olmadı. Parlamento’da kabul için gerekli çoğunluğun sağlanamamış olmasının yarattığı boşluğu referandumda halkın onayıyla kapatma çabasının ne sonuç vereceğini göreceğiz. Ancak, şimdiden vurgulamakta fayda var, referandumdan hayır çıkması bile Türkiye’nin daha medeni, gerçekten demokratik bir anayasa ihtiyacını ortadan kaldırmayacaktır. Evet çıkmasıysa, bu ihtiyacın altını bir kere daha çizecektir.

Paket epeyce yenilik getiriyor. Bunlar arasında en önemlileri, AYM ve HSYK’nın yapısını değiştiren ve üye kaynaklarını genişleten maddeler. Zira, yüksek yargının anayasal yargı kolu olan AYM ve bir yargı organı olmamasına rağmen HSYK hem zihniyeti, hem yapılanması, hem işleyiş tarzıyla demokratik siyaseti ve yargı sistemini altı ok ideolojisi çizgisinde tutmaya ve bürokratik vesayeti korumaya odaklı. Onların sistem içindeki konumunu hukuk devleti ve demokratik politik sistem ilkeleri çerçevesinde ıslah etmedikçe Türkiye’nin uygar ülkeler kulübüne üye olma yolunda mesafe kat etmesi çok zor.

Özellikle liberaller hukukun hâkimiyeti ilkesine eskiden beri büyük önem vere gelmişlerdir. Bu önem, ilkeye kendi hatırına verilen bir önem değildir; devleti sınırlama amacının aracı olarak verilen bir önemdir. Ne var ki, Liberal Düşünce Kongresi 2008’de Zühtü Arslan’ın sunduğu ve bu ilkenin amaçlarına ulaşıp ulaşmadığını sorgulayan tebliğde de belirtildiği üzere ilke devleti layıkı veçhile sınırlamaya yeterli olmamıştır. O yüzden gözden geçirilmesi ve başka unsurlarla takviye edilmesi gerekmektedir. Devleti sınırlamak için daha kuvvetli cihazlara ihtiyaç vardır. Devletler hukukla sınırlanmak yerine hukuku kendi araçları hâline getirmeyi başarmışlardır. Ülkeler arasında bu bakımdan nitelik farkından ziyade derece farkı vardır. Yani sadece anti-demokratik rejimlerde değil demokratik olanlarda da devletler hukuku devlet iktidarını genişletmenin bir aracı olarak kullanmaktadır. Ama, bu sorunu anlatan en güzel söz, bir Brezilya diktatörüne aittir: “Dostlarıma her şey, düşmanlarıma yalnızca hukuk.”
 

ADALETİN HİZMETKâRI YERİNE SİSTEMİN MUHAFIZI

Türkiye, demokratik ülkeler liginde yer aldığını iddia etmeyi sevmesine rağmen hukuk devleti olma bakımından ligde en kötü durumdaki ülke. Bunu anlamak için, onu diğer ülkelerle karşılaştırmak gerekir. Bir başka deyişle, karşılaştırma sadece Türkiye’nin değişik dönemleri arasında değil, aynı zamanda başka ülkelerle de yapılmalıdır ki gerçek vaziyet tam olarak görülebilsin. Bu yapıldığında feci manzara ortaya çıkmaktadır. Bizde devlet iktidarı devleti genişletip sivil alanı daraltmanın aracı olarak hukuku kullanmakla kalmamakta, hukukçuların birçoğu da kendilerine bürokratik vesayet zihniyeti tarafından yüklenen bir misyonu içselleştirerek hukuka aykırı, ideolojik bir hukukî aktivizm içine girmektedir. Onlar kendilerini adaletin hizmetkârı değil sistemin muhafızı olarak görmektedir. Bunun en somut tezahür ettiği yerler AYM ve HSYK’dır (Elbette Yargıtay ve Danıştay da yanlış yolda yarışta geri kalmamak için var gücüyle çalışmaktadır). AYM birçok kararıyla, fakat özellikle 367 ve AKP–MHP’nin yaptığı anayasa değişikliğini (10. ve 42. madde) iptal kararlarıyla ciddi meşruiyet erozyonuna uğramıştır. Son paketle ilgili tam bir iptal kararı verseydi aslında kendisini de iptal etmiş olacaktı. Belki bunu gördüğü için ne şiş yansın ne kebap türünden bir karara imza atmaya çalıştı. HSYK da savcı ve hâkimleri, siyasî ve bürokratik iktidar odaklarına karşı korumak yerine, özellikle bürokratik muktedirlerin emir eri gibi davranarak harcamaya veya etkisizleştirmeye çabalamakta. Yargı organı olmadığı hâlde savcı ve yargıçların amiri gibi davranmakta ve kendisini yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının önündeki en büyük engel hâline getirmektedir.

12 Eylül’de oylanacak olan en önemli şey, AYM’nin ve HSYK’nın bugünü ve geleceğidir. Yüksek yargıya egemen olan ko-optasyon (sen beni seç, ben seni) sistemi ve ideolojik tekelleşme sürdürülmeli mi sonlandırılmalı mı? Referandumda işte bu soruya cevap vereceğiz.

Zaman, 16.07.2010
 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et