Piketty nerelerde yanılıyor?

T. Piketty adlı bir Fransız iktisatçı ‘Capital in the Twenty-First Century’ (’21. Yüzyıl’da Sermaye’) adlı bir kitap yazdı. Fransızca yazılan kitap İngilizceye çevrilince çok ilgi çekti. Hemen en çok satanlar listesinde başlara yerleşti. Böylece ilk defa Harvard Üniversitesi tarafından yayımlanan bir kitap çok satanlar listesine girmiş oldu. Kitap Harvard Üniversitesi’ne bunu sağlamakla kalmadı, akademik çevrelerde yoğun tartışmalara sebep oldu. Ne yazık ki, kendi içine gömülü olan ve dünya entelektüel gündemini takip etmede başarısız ülkemizde kitaba müspet veya menfî açıdan gerekli ilgi gösterilmedi. Özellikle liberal çevrelerin ve kişilerin ilgisizliği benim için umut kırıcı oldu. Çünkü Piketty temel liberal ekonomik tezlere Keynes ve Marx karışımı bir çizgide meydan okumakta…

Şüphesiz, bu, Piketty’nin tezlerinin tüm dünyada cevapsız kaldığı-kalacağı anlamına gelmiyor. Özellikle Amerikalı klasik liberaller Piketty’ye şimdilik kısa ama etkili cevaplar veriyor, kitabının temel tezlerini çürüten yazılar kaleme alıyor. Ben, bu yazıda, mises.org’da yaımlanan Hunter Lewis ve Peter Klein’e ait iki yazıdan da yararlanarak, bazı eleştirileri ifade etmek istiyorum.

Lewis’in dikkat çektiği üzere Piketty’nin temel tezi şu: Kapitalist sistemde zengin daha zengin, fakir daha fakir hâle gelmekte, kapitalizm eşitsizliği gitgide kötüleşmekte. Bu tezler yeni değil; daha önce de çok dile getirildi. Piketty’nin farkı, meselâ Marx’tan farklı olarak, tezlerini spekülasyondan ziyade zengin dataya dayandırmaya çalışması. Hakikaten, kitabı inceleyince yoğun bir data kullanımı yapıldığı görülüyor. Ancak, Lewis bir başka yazısında Piketty’nin kullandığı datanın yanlışlıklarını ve yorumlama hatalarını da sergiliyor. Nitekim, birkaç gün önce Piketty’nin hacimli kitabında excel ve formül hataları yaptığı dünya medyasına yansıdı.

Piketty’ye göre ABD’de tepedeki yüzde 10 tarafından kontrol edilen servetin oranı 1910’da yaklaşık % 40’tı. 1929 krizi öncesinde bu oran %50’ye yükseldi. 1995’te tekrar %40’a döndü. Sonrasında, 2008 krizi öncesine kadar yine %50’ye yükseldi. Bu doğru bilgi ekonominin çok büyüme dönemlerinde eşitsizliğin arttığını gösteriyor. Ancak, söz konusu büyümeler devletlerin kolay para politikası uyguladığı ve devletle bağlantılı zenginler kitlesinin yeni para avantajından yararlandığı dönemlerdi. Başka bir deyişle, eşitsizliği piyasa ekonomisiyle eş anlamlı kapitalizm değil eş-dost kapitalizmi (crony kapitalizm) besledi. Eş-dost kapitalizmi kapitalizmin tersidir.

Bu yüzden, Piketty bizzat derlediği datayla kendisini zor duruma düşürüyor, çünkü eşitsizliğe bulduğu çare devletin ekonomiye daha fazla müdahale etmesi. Neyle ve nereye kadar müdahale? Daha yüksek gelir ve servet vergileriyle ve eşitsizlikler fakirlerin lehine ciddî biçimde azalana kadar. Ne var ki, bu müdahaleler, mutlaka, sadece zenginler değil tüm ekonomi üzerinde tesirli olacaktır. Servet vergisi veya yüksek gelir vergisi bir defalık uygulama olarak kalamaz. Zira, eşitsizlik bir süre sonra tekrar artacaktır. Her artışta, artık sınırı kim belirleyecekse, tekrar vergileme gerekecektir. Büyük bir ihtimalle servet vergisinin bir defaya mahsus olduğu beyan edilecektir ama vergilerin geçici olduğu neredeyse hiç görülmemiştir. Her vergi iyi niyetle konur ve sonra kalıcılaşır.

Klein’in işaret ettiği üzere Piketty sermayenin mahiyetini ve ekonomik büyümeyi de yanlış anlıyor. Sermayeyi sermaye mallarının heterojen stoku olarak değil homojen, likit fon havuzu olarak görüyor. Yatırım sermayesinin miktarının değil kalitesinin ekonomik büyümeyi sağladığını görmüyor. Sermaye miktarı ve sermayenin getiri oranı gibi -özellikle Avusturya İktisat Okulu’na bağlı liberal iktisatçılar- için anlamsız kavramlara dayanıyor. Lewis’in işaret ettiği üzere, artan vergileri ödemek için vergilendirilenlerin varlıklarını (hisse senetlerini, gayri menkullerini vs.) satışa sunmasının ekonomi üzerinde ne gibi etkilerinin olacağını sorgulamıyor. Düşen fiyatların ekonomik büyümeyi nasıl etkileyeceğinin düşünülmesi gerektiğini akıl etmiyor. Buna ilaveten, George Reismann’ın izinde şunu da vurgulamam lâzım: Piketty, aynen diğer devletçi iktisatçılar gibi, zenginlerin zenginliği ne tür varlık olarak muhafaza ettiğini ve bunun genel ekonomi için ne anlama geldiğini, ekonomide neleri mümkün kıldığını da hesaba katmıyor.

Pketty’nin yüksek vergileme, servet vergisi koyma gibi önerilerinin devletçi politikacıların ilgisini ve desteğini çekeceği açık. Eskiden beridir devletlerin bütçe açıklarının kapatılması için ekstra vergileme yapılmasını isteyen IMF’in de bundan memnuniyet duyacağı kesin. Eğer bu kitap Keynes’in ünlü ‘Genel Teori’si gibi politikacılara ve bürokratlara devletin ekonomiye istenilen şekli verebileceği yolunda fikir ve özgüven aşılarsa gelecekte daha devletçi ekonomilere doğru yelken açabiliriz. Umarım bu olmaz ve Piketty’nin kapitalizmde aradığı açıkların kendi tezlerinde olduğu görülür.

Bence, Piketty’nin kitabı devletçi iktisat anlayışının kendini yenileme gücünün somut bir kanıtı olmanın ötesine geçemiyor. Liberal iktisat tezlerini çürütemiyor.

Yeni Şafak, 31.04.2014

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et