Özgür Avrupa’dan Faşist Avrupa’ya Doğru mu?

Giriş 

22 Temmuz 2011 tarihi, zihinlerimize kara bir gün olarak geçti. Bu gün, Anders Behring Breivik isimli ırkçı terörist Norveç’in başkenti Oslo’da ve Utoya adasında seksene yakın insanın ölümüyle sonuçlanan bombalı bir saldırıda bulundu. Bu saldırı, modern dönemde tek bir kişi tarafından gerçekleştirilen en büyük katliamlardan biri olarak tarihe geçti. 

Oslo katliamı, Avrupa’da yükselen aşırı sağın ve ırkçılığın büyük bir tehlike olduğunu acı bir şekilde ortaya koydu. Ancak medyanın, siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve hükümetlerin ‘aşırı sağ’ olarak isimlendirilen ırkçılık tehlikesinin boyutlarının derinliğini kavradıklarından emin değiliz. Herkesin Avrupa’nın düşmanının Müslümanlar veya göçmenler olmadığını anlaması gerekmektedir. Avrupa’yı tehdit eden yeni düşman bizzat Avrupa’nın içinden çıkmaktadır. Bu düşman, saf Avrupalı olmakla övünen ‘Avrupa Faşizminden’ başka bir şey değildir. Avrupa’nın kaderini Avrupa faşizmine karşı verilen mücadele belirleyecektir. Avrupalı faşistlerin bugün yok etmek istedikleri en önemli hedeflerinden biri ‘Brüksel Avrupa’sıdır’. Avrupalı faşistler, Avrupa Birliğini yıkarak Avrupa’yı tekrar faşist diktatörlükler coğrafyası haline getirmeyi istemektedirler. Terörist Breivik’in terörist eylemini -Müslümanlara ve göçmenlere sert politikalar uygulamadığı için- İşçi Partisi hükümetine karşı gerçekleştirmiş olduğunu unutmamak lazımdır. Oslo katliamını, faşist Avrupa’nın özgür ve çoğulcu Avrupa’ya saldırması olarak değerlendirebiliriz. 

Avrupa ırkçılığı, sosyal hayattaki her fırsatı, kendi şovu ve propagandası için kullanmaktadır. Yetmişli yıllardan itibaren futbol maçlarını ve spor müsabakalarını birer ırkçı gösteriye dönüştüren faşistler, spor, siyaset ve medya başta olmak üzere hayatın her alanını ırksallaştırmaya başlamışlardır. Sanal âlem, Avrupa ırkçılığının etkin olarak kullanıldığı bir arena haline gelmiştir. Oslo katliamı, Avrupalı ırkçıların artık eyleme geçtiğini, yani durumdan vazife çıkarmaya başladığını gösteren tehlikeli bir gidişe işaret etmektedir. Günümüzde Avrofaşist veya aşırı sağcı partiler büyük sosyal desteğe sahiptirler. Irkçı siyasi ve sosyal organizasyonlar, azınlık gruplarını düşman görmekte, ekonomik kriz karşısında insanların endişelerini kullanmakta, göçmenlere karşı çıkmakta ve İslam’ı baş tehdit olarak lanse etmektedirler. Modern Avrupa politik düşüncesi önemli ölçüde ırk kavramı etrafında şekillenmesine rağmen, Avrupa’da ortaya çıkan ırkçılık olgusu siyasi ve sosyal bilimler tarafından tam olarak çözümlenmiş değildir. Irkçılık çok usta bir şekilde kendisini kültürleştirmekte, psikolojileştirmekte, bireyselleştirmekte ve ideolojikleştirmektedir. Irk ve ırkçılık konusunu derinlemesine aynı zamanda da sürekli yenilenen bir perspektifle ele almak lazımdır. 

Irkçı sapkınlık: Saf Avrupa ve Otantik Avrupalı Arayışı 

Avrofaşist ideolojiye göre Avrupalılık; saflığı, üstünlüğü, biricikliği, imtiyazı, üstünlüğü ve kutsallığı temsil etmektedir. Avrupalılık en yüce değerdir ve kimlik olarak her şeyin üstünde kurgulanmaktadır. Avrupalılığın başka kimliklerle, kültürlerle ve inançlarla bir arada olması, onları içermesi mümkün değildir, çünkü Avrupalılık kendisinin dışında hiçbir şeyle uzlaşmayan, ilişkilendirilmeyen dini-mistik bir dogma düzeyine çıkarılmaktadır. Avrofaşizme göre Avrupa tek gerçekliktir ve Avrupa dışında bir hakikat yoktur.Aslında Avrofaşizm, Avrupalılığın bu ırkçı kurgusuyla Avrupalılığın içini insansızlaştırmaktadır. Avrofaşizm için ideal Avrupa, insanın olmadığı hasta faşistlerden oluşan bir güruhun egemen olduğu bir Avrupa’dır.Avrofaşistler şunu söylemektedirler: ‘Tek bir Avrupa vardır, o da bizim Avrupamızdır’. Irk temelli bir Avrupa milliyetçiliği Avrofaşizmin özünü oluşturmaktadır.Avrofaşistler, kendilerini ilk önce gerçek Almanlar, gerçek Finliler, gerçek Fransızlar, gerçek Hollandalılar olarak görmekte, daha sonra gerçek Avrupalı olduklarını iddia etmektedirler. Avrofaşizm, ırksal temelde bir gerçeklik tanımlaması yaptıktan sonra Avrupa bağlamında gerçek Avrupalılık kimliğini öne çıkarmaya başlamaktadır. Başka bir ifade ile Avrupa ırkçılığı, ırktan başlayarak ırklar üstü bir kimliğe doğru genişleme göstermektedir. 

Avrupalılığa mistik, aşkın ve kutsal bir kimlik olarak bakan Avrofaşizm için Avrupalı Avrupalı, ötekiler ötekiler olarak kalmalıdır.Öteki farklı olduğu için öteki kalmamalıdır. Avrupalı ile olan ilişkisi açısından öteki kalmalıdır. Bir Müslüman sadece dini aidiyetinden dolayı öteki değildir.Bir Müslüman hiçbir zaman Avrupalı olamayacağı için ötekidir. Avrupalı ve öteki arasında kurulan bu ilişki, Avrupalılığı ve diğer farklı kimlikleri içinden çıkılmaz hapishaneler haline getirmektedir.Avrupalılığın ve ötekiliğin mutlak kimliklere dönüştürülmesi, subjektif, öznel ve yeni kimlik biçimlerine olanak tanımamaktadır. 

Yeni bir Terörizm: Avrofaşist Terörizmi 

Oslo katliamı gerçekleştiğinde Batı basını ilk başta bunu terörist bir saldırı olarak sunma konusunda çok isteksiz davrandı. Hatta bunun İslami bir terör saldırısı olduğunu yayanlar bile oldu. Saldırganın bir Avrupalı olduğu ortaya çıktıktan sonra, saldırı terörist bir eylem olarak değil, bir kişinin şiddet eylemine indirgenmeye çalışıldı. Çünkü terörizm sadece İslam ve Müslümanlarla özdeşleştirilebilecek bir olguydu. Batılı, Avrupalı ve beyaz olan terörizmle birlikte anılamazdı. 

Oslo’daki ırkçı saldırıyı terörizm olarak niteleyip nitelememe konusunda tereddüt yaşayan Avrupa’nın bu tutumunun ırkçılığa nasıl bakıldığıyla yakın ilgisi vardır. Çoğu Avrupalı, ırkçılığı tarihin normal akışı içinde ortaya çıkan bir aksaklık, anlık bir çılgınlık ve medeni toplumun bünyesinde ortaya çıkan geçici bir hastalık olarak algılamaktadır. Bu algılayış biçiminde ırkçılık özellikle istisnai bir duruma indirgenmektedir. Temel yanılgının olduğu yer de burasıdır. Irkçılık tarihin belli bir dönemiyle sınırlı bir durum değildir. O, sürekli olarak kendisini tekrar etme yeteneğine sahip bir hastalıktır. Irkçılığa istisnai bir durum olarak değil, her zaman bir norm olarak yaklaşılması lazımdır. Oslo saldırısı, Avrupa’da ırkçılığın istisnai bir durum olmadığını çok acı bir şekilde ortaya koymuştur. Irkçılık, bir patoloji olmaktan ziyade Avrupa modernizminin bir normudur. Irkçılık, modernitenin yoz sonuçlarından biri olmanın ötesinde, Avrupa medeniyetinin ve sosyal hayatının ortaya çıkardığı temel bir sorundur. 

Avrofaşist ideoloji, eski savaşçı şiddet anlayışını takip etmektedir. Eski savaşçı şiddet, sen yaşamak istiyorsan öteki yok edilmeli anlayışına dayanmaktaydı. Bu mantığa göre, Avrupa ırkının devamı ancak ötekinin yok edilmesiyle mümkün görülmektedir. Irkın devamı ve gelişimi adına ötekinin öldürülmesi, dışlanması ve kovulması meşrulaştırılmakta ve yüceltilmektedir. 

Avrofaşistler kendi ideolojilerinin bir şiddet ve terör ideolojisi olduğunu saklamak için her türlü propagandayı ustalıkla yapmaktadırlar. İslam’ı terörle özdeşleştirerek aslında kendi şiddet ve yıkıcılıklarını iyi bir şekilde örtmektedirler. Hollandalı ırkçı siyasi parti Hollanda Özgürlükler Partisi lideri Geert Wilders’in tutumu Avrofaşist terörizmi örtmeye çok iyi bir örnek oluşturmaktadır.İslam’ı şiddetle özdeşleştiren ‘Fitne’ isimli filmi hazırlayan Wilders, şiddeti kutsallaştıran bir kitap olarak Kuran’ın yasaklanmasını talep etmektedir. Geçmişte ‘Bolşevik-Yahudi tehdidinden’ bahseden Naziler gibi, bugünde Avrofaşistler ‘İslami terör tehdidini’ sürekli olarak gündemde tutmaktadırlar. Aslında Avrofaşistler, İslam’ı maske olarak kullanarak arka planda şiddetle ve terörizmle yoğrulmuş bir şiddet coğrafyası ve nefret fabrikası inşa etme gayretindedirler. Avrupa’da şimdiye kadar insanlara yönelik birçok ırkçı saldırı yapıldı ve bu saldırılar sonucunda insanlar hayatlarını kaybettiler. Oslo saldırısı, ırkçıların kişilere yönelik cinayetlerinin ötesinde kitlesel katliamlar yapma potansiyel ve yeteneklerini ortaya koyması açısından da önem taşımaktadır. 

Terörizmi İslam’la özdeşleştirmenin bir mitten başka bir şey olmadığını Oslo saldırısı ortaya koymuş bulunmaktadır. ‘İslami terör’, batının İslam coğrafyasına hükmetmek ve egemenliğini küresel düzeyde meşrulaştırmak için tasarladığı bir kurgu olmasına rağmen, Avrofaşist terörizm Avrupa’nın bünyesinden, dışarıdan bir dizayn olmadan çıkmaktadır. Oslo saldırısı, terörizmin hiçbir din, ırk, renk ve kültürle özdeşleştirilemeyeceğini, her kültür ve coğrafyanın terörizm üretme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Oslo’da yaşanılan, bir akıl hastasının münferit bir şiddet eylemi değildir. Oslo saldırısını, Avrofaşist ideolojinin çok kapsamlı bir ideolojik metnini yazma kapasitesine sahip ve ileri düzeyde eylem planlayabilen Avrupalı bir faşistin profesyonel terör eylemi olarak değerlendirmek lazımdır. Şer ve kötülüğün tam bir ifadesi olan Oslo katliamı failinin beyaz bir Avrupalı olmasından dolayı eylemin üstünü örtmeye gerek yoktur. Eylemi kapatmak ve sıradanlaştırmak yerine Avrupa’da ırkçılığın şiddet ve terörizm üretme boyutuna yoğunlaşmak lazımdır. 

İslamofobi veya İnsanofobi 

Avrupalı ırkçılar en çok Müslümanlardan nefret ediyorlar. Batı toplumunda Müslümanlara yer olmadığını savunuyorlar. Avrupa’da Müslümanlara karşı girişilecek büyük bir dini ve kültürel temizliğin kutsal bir savaş olduğunu söylüyorlar. Irkçı terörist Breivik 1500 sayfalık manifestosunda Müslümanlara olan nefretini ifade ediyor.Manifestosunda Breivik, İslam’a olan düşmanlığının şekillenmesinde İslamofobinin ideologları diyebileceğimiz Melanie Philips, Bernard Lewis, Daniel Pipes, Martin Kramer ve Bat Ye’or’un belirleyici olduğunu söylemektedir.Batının sözde teröre karşı mücadele kampanyasından asıl yararlananın ırkçılık ve faşizm olduğunu Breivik’in manifestosu ortaya koymaktadır. 

Müslümanlara karşı duyulan nefreti ve düşmanlığı sadece ırkçı gruplarla sınırlamak büyük bir yanılgıdır. Müslümanlardan nefret etmenin Avrupa bilinç dünyasının doğal bir parçası haline gelmiş olması büyük bir felakettir. Maalesef çoğu Avrupalı, Müslümanlardan nefret etmeyi içselleştirmenin aslında onlara kendi insanlıklarından çok şeyler kaybettirmeye neden olduğunun farkına varamamışlardır. Avrupalının Müslümanlardan niçin nefret etmesi gerektiği sorusuna ırkçıların da verdiği tatmin edici bir cevap bulunmamaktadır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığının başarısı, realiteyi doğru veya yanlış sunmasından kaynaklanmamaktadır. Irkçılık, gerçeklikle sağlıklı ve sağlıksız bir ilişki biçimi olmanın ötesinde, insanlar üzerinde kurduğu etkinlik, işlevsellik ve işlemciliğiyle sonuç almaya çalışmaktadır.Irkçılık ideolojisi, etkin bir şekilde sokaktaki Avrupalıyı Müslümanlardan nefret ettirmeyi çoğu zaman başarmaktadır. Bu, üzerinde durulması gereken ciddi bir problemdir. 
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, etkin bir söylem ve sembolizme dayanan bir süreç sonucunda negatif bir düşman icat etmeyi başarabilmektedir. Negatif bir düşman figürü yaratmakla amaçlanan şey, kimlik ve aidiyet arayışını, güvenlik ve korunma ihtiyacını tatmin etmektir. Irkçılığın işleme biçimlerini ve yalanlarını ortaya koymak önemlidir, ancak yetersizdir, çünkü ırkçılık irrasyonalitesiyle, mit ve sembolleriyle, duygu dünyasını dejenere etmesiyle, ahlaki ve insani erdemleri çiğnemek suretiyle kendisi için gerekli olan günah keçisini, düşmanını ve rakibini yaratmaktadır. Irkçılığın yeni günah keçisi İslam ve Müslümanlardır. Müslümanlara ve İslam’a karşı düşmanlık ve nefret oluşturmak çok kolay gözükmektedir. Maalesef Avrupalıların önemli bir bölümü Müslümanlara ve İslam’a karşı konumlanmaya hazır bir psiko-sosyal tutum içindedirler. Irkçı liderler ve ideologlar, kendileri için uygun olan bu psiko-sosyal ortamdan istifade ederek İslam karşıtlığı üzerinden kendi Avrofaşizmlerinin propagandasını yapmaktadırlar. Avrofaşistler, İslamofobiyi bireyleri radikalleştirmekte bir araç olarak kullanmaktadırlar. 

Avrupa faşizmi, Avrupayı ve Avrupalılığı, İslam ve Müslüman karşıtlığı üzerinden tanımlamaktadır. Avrupalının ‘Ötekisi’ olarak Müslümanlar işgalci ve düşman olarak algılanmaktadır. Bugün Avrupa’nın İslam ve Müslümanlar tarafından istila edilme tehlikesiyle yüz yüze bulunduğunu iddia eden Avrofaşistler, Avrupa’nın İslamlaştırılmasının önüne geçilmesinin en acil sorun olduğunu ve Avrupa’nın ikinci bir Arabistan diğer bir ifadeyle ‘Europistan’, Londra’nın da ‘Londonistan’ olmayacağını söylemektedirler. New York’un ‘Jew York’ olmayacağını söyleyen antisemitist faşistler ile Avrupa’nın ‘Europistan’ olmayacağını söyleyen İslamofobik faşistler aynı söylemde buluşmaktadırlar. Müslüman ve İslam korkusu üzerinden Avrofaşist ideoloji kendisini tanımladığı gibi, Avrupalıları da bu bağlamda tanımlamakta ve pozisyon almaya zorlamaktadır. İslam’ın Avrupa için asli tehdit olduğunu Avrofaşistler sürekli olarak ifade etmektedirler. 

Müslümanlar, İslamofobinin kurbanlarıdırlar. İslamofobi, bir Avrupa icadıdır. Bazı medya organları, Oslo saldırısını bile İslamofobiyi üretmek için kullandılar. Ünlü The Sun gazetesi, saldırıyı “El-Kaide katliamı: Norveç’in 11 Eylül’ü” şeklinde verdi. Modern dönemin en büyük ırkçı terörist saldırısı bile Müslümanlara karşı nefreti ve önyargıyı derinleştirmenin aracı yapıldı. Medyanın bu tutumu, İslamofobinin Avrupalı bilincine ne kadar köklü bir şekilde kazındığını göstermesi açısından önemlidir. Kolonyal dönemde özellikle İngiltere’de ‘Siyah tehditten (Black Peril)’ söz eden Avrupa medyası, bugün de benzer şekilde ‘İslami tehlikeden (Islamic Threat)’ söz etmektedir. Avrupa medyası İslamofobyayı derinleştirmek konusunda çok başarılı olmasına rağmen, onunla mücadele etmeye neredeyse hiç olumlu katkı sunmamaktadır. Batı medyasının önündeki en büyük meydan okumalardan birisi İslamofobyadan arınmış yeni bir insani dil inşa etmektir. Oslo saldırısından sonra terörist Breivik ve Avrupa faşizmini konuşmak yerine, İslam ve çokkültürlülük gündemde tutulmaya devam edildi. Bununla verilmek istenen mesaj şuydu: Oslo saldırısını yapan Breivik’in yaptığı onaylanmayabilir, ancak asıl barbarlığın İslam’dan ve çokkültürlülükten geldiği unutulmamalıdır. Batı medyası, bütün Müslümanların terörist olabileceğine büyük bir olasılık olarak bakarken, bütün teröristlerin ise Müslüman olduğundan emin olduğunu Oslo saldırısı sonrası yapmış olduğu yayınlarla göstermiştir. 

İslamofobi, şimdiye kadar bir ırkçılık türü olarak kabul edilmedi. İslamofobinin de Antisemitizm gibi tehlikeli bir ırkçılık türü olduğu kabul edilmelidir. İslamofobiyi icat eden ve kurgulayan Avrofaşizmin ta kendisidir. Avrofaşizm, ırkçı ideolojinin bütün hastalıklarını İslamofobi şeklinde tezahür ettirmektedir.İslamofobinin bir ırkçılık türü olduğu kabul edilmeli ve İslamofobi ile mücadelenin ırkçılıkla mücadele olduğu anlaşılmalıdır. Müslümanlara duyulan nefretin bütün düzeylerde köklü bir eleştirisinin yapılması gerekmektedir.İslamofobi ile mücadele sadece Müslümanların sorunu değildir, çünkü ırkçılar, Müslümanların şahsında kendileri dışında herkesten nefret etmektedirler. İslamofobinin aslında bir insanofobi olduğu unutulmamalıdır. 

Avrupa Irkçılığının Zafer Çığlığı: Çokkültürlülük öldü! 

Irk ve ulus düşüncesi birbirini besleyen ve geliştiren kavramlardır. Ulusların genişlemesi, ırk mensupları arasındaki duygusal bağlar, ırk ve ulus kurgularını birbirine bağımlı kılmaktadır. Günümüzde ırk ve ulus kavramları birbirinden ayrılmaz hale gelmişlerdir. Modern ulus devlet, ırk kavramından kendini soyutlamamakta, kendini koruyup kollamak için çoğu şeyi ırklaştırmaya çalışmaktadır.Avrupa’daki ulus devletler, bugün de ırk ve ulusu birbirinden ayırmamaktadırlar. 

Avrupa ülkelerine gelen göçmenler Avrupa coğrafyasını etnik, kültürel ve dini açılardan çeşitlendirmişlerdir. Avrupa’daki bu yeni olgu ‘çokkültürlülük’ olarak kavramsallaştırıldı. Ancak çokkültürlülük olgusu ulus devleti zayıflatan negatif bir durum olarak görüldü, çünkü nasyonalist ve ırkçı anlayışa göre ulus devletin esas gücü ırki saflığa ve bütünlüğe dayanmaktadır. Çokkültürlülüğe saldıran nasyonalistler ve ırkçılar için Müslümanlar ve göçmenler yeni düşmanlar ve tehditlerdir. 

Avrupa ve Amerika’da Müslümanların durumu ve çokkültürlülük konuları ana politik çizginin temel tartışma konuları arasındadır. Merkez politik çizgi ile aşırı sağ olarak nitelenen faşist politik çizginin gündeminde bu konular ortak olarak bulunmaktadır. Faşizm ve ırkçılık barış, özgürlük ve karşılıklı saygı içinde bir arada yaşama imkanını -ideolojiler olmasına rağmen- ortadan kaldırmaktadır; merkez sağ politikacılar faşist söylemin temel tezlerini tekrar etmekten kaçınmamaktadırlar. Avrupa ırkçıları, çokkültürlülüğü kirli ve itibarsız hale getirmek için her şeyi yapmaktadırlar. Angela Merkel, Nicolas Sarkozy ve David Cameron gibi hükümet başkanları ırkçı politikacılar gibi çokkültürlülüğün başarısızlığını ilan ettiler. Çokkültürlülüğün başarısızlığını ilan eden bu politikacılar liberal göçmen politikalarından vazgeçtiler, dini ve etnik azınlıkların haklarını kısıtlamaya başladılar. Minare ve burka yasağı bağlamında çok tartışmalar yapıldı. Sarkozy, Fransa’daki Çingene toplumunu toplu olarak sınır dışı etmeyi istedi. Merkel, Müslüman toplumdan duyduğu rahatsızlığı her fırsatta ifade etmektedir. Merkez politikacıların bu söylemleri sonucunda çokkültürlülüğün ve göçmenlerin Avrupa’yı çöküşe götürdüğüne dair tartışmalar yoğunlaştı. Avrofaşistler, göçmenlerin ve Müslümanların Avrupa’da yaşayan ‘parazitler’ olduğunu söylemektedirler. 

Göçmenler ve Avrupalılar arasındaki etnik, kültürel, dini ve dilsel farklılıkların ırkçılığı beslediğine dair bir kanı vardır. Aslında bu kanı doğru değildir. Avrupalı ırkçılar, Avrupalı ve Avrupalı olmayan topluluklar arasındaki farkların ortadan kalkmasından korkmaktadırlar. Avrupalı olmayanların Avrupalılaşmasından duydukları korku yüzünden ırkçılar, Avrupalı olanlar ve Avrupalı olmayanlar arasındaki kültürel, tarihi ve dinsel farkları sürekli olarak gündeme getirmektedirler. 

Irkçılık, standart ve değişmez bir ideoloji ve tutum olarak karşımıza çıkmamaktadır. O, sürekli olarak kendisini yenileme gücüne sahiptir. Klasik ırkçılık, hiyerarşik ve ırksal bir oryantasyona sahipti. Ancak günümüzde karşımıza çıkan yeni ırkçılık, farklılık ve kültür merkezli bir biçime dönüşmüştür. Kültüralizm ve difrentlizm yeni ırkçılığın tezahür biçimleridir. Başka bir ifade ile klasik ırkçılık, ‘ırklar biliminden’ etnosentrizme doğru paradigma değiştirmişlerdir.Avrupa merkezcilik ırkçı etnosentrizmin bir sonucudur. Irkçılıkta paradigma değişmesine rağmen, değişmeyen şey insani ve sosyal dışlama, aşağılama ve ayırımcılıktır. Irkçılığın dışlayıcı ve aşağılayıcı tutum ve söylemleri ‘stigma’ kavramıyla ifade edilmektedir. Stigma kavramı, farklı kültürlere mensup insanların hayatını cehenneme çevirmenin konseptidir. Farklı kültürlere mensup insanların hayatlarını yaşanmaz kılmak için ırkçılık, rutin ilişkilerde yapılan bir alaydan, sokaktaki bir tacize, okulda şamaroğlancılığa ve spor müsabakalarında yapılan ırkçı tezahüratlara kadar her an faaliyet halindedir. 

Faşizme Karşı Umut: Irkçılık Karşı Hareket 

Oslo saldırısından sonra yazılanlar karşımıza ırkçı ve faşist bir Avrupa resmi çıkarmaktadır. Her Avrupalının Anders Breivik gibi ırkçı bir terörist olduğuna dair bir izlenim doğabilir. Irkçılığın Avrupa’da yükselen bir tehdit olduğuna vurgu yapmak ile Avrupa’yı faşizmle özdeşleştirmek arasında fark vardır. Avrupa’da çok ciddi bir karşı ırkçılık hareketinin olduğunu unutmamak lazımdır. Bu hareketler, Avrupa kıtasının tekrar faşizmin karanlığına dönmemesi için önemli çabalar sarfetmekte ve faaliyetler göstermektedirler. Hitler, Mussolini ve Franco faşizmlerini yaşamış Avrupa’da ırk karşıtlığı tarihsel bilincin önemli bir parçası ve insani değerleri korumanın önemli bir gereğidir. 
Irkçılık karşıtı hareketler, Avrupa’da çok güçlü bir geleneğe ve kurumlara sahiptirler. Farklılıkları tanıyan ve insanların farklılıklarına rağmen eşit olduğunu savunan ırkçılık karşıtı söylem, Avrupa’nın özgürlükçü, çoğulcu, insani ve medeni değerlerini savunmaktadır. İkinci dünya savaşından sonra faşizm ve antisemitizmle mücadele için ortaya çıkan ırkçılık karşıtı hareket, daha sonraları göçmenlerle dayanışmayı kapsadı. Günümüzde ise ırkçılık karşıtı hareketin gündeminde İslamofobiyle mücadele vardır. 

Irkçılık, bugün temsili demokrasi içinde ortaya çıkmakta ve şekillenmektedir. Irkçılar, ideolojik başarılarının yanında bugün ciddi siyasi mevziler kazanmaktadırlar. Terörist saldırının olduğu Norveç’te ırkçı Progress Parti, parlamentoda ikinci büyük partidir. İsveç’te aşırı sağcı parti parlamentoya temsilcilerini sokmayı başarmıştır. Hollanda’da faşist Özgürlük Partisi yüzde on beşin üzerinde oy almıştır. Finlandiya’da Gerçek Finliler Partisi üçüncü büyük siyasi güçtür. Fransa’da National Front her geçen gün güçlenmektedir. Avrupa’da faşizm ve ırkçılık, Müslüman, göçmen ve yabancı düşmanlığı üzerinden siyasi iktidarı ele geçirmeye başlamıştır. Bu gerçeği çoğu kimse fark edememektedir. Faşist partiler kendi aralarında faşist bir ittifak oluşturmuşlardır. İslam ve göçmen karşıtlığı, beyazların üstünlüğü, İsrail’i desteklemek, Hıristıyan fundamentalizmi, liberal demokrasiden nefret etmek ve Amerika’da gelişen Tea Party (Çay Partisi) gibi ırkçı oluşumlara sempati duymak gibi ortak noktaları olan bu faşist koalisyonun nihai hedefi bütün Avrupa’da iktidarı ele geçirmektir.Irkçılık karşıtı sivil hareketler, ırkçı hareketlerden daha güçlü bir şekilde kendilerini yenilemeli, eşit haklar ve eşit vatandaşlık kavramlarını yeniden tanımlayarak faşizmle mücadelede Avrupa düzeyinde büyük bir blok meydana getirmelidir. 

Sonuç 

Avrupa Birliği çoğulculuk içinde birlik düşüncesinden hızla uzaklaşmaktadır. Fransızlar, İngilizler, İsviçreliler ve diğer Avrupalı uluslar, uluslarını koruma ve kollamayı hedef alan dar ve ırkçı bir nasyonalizme kaymaktadırlar. Bugün Avrupa’da ırkçılığın çok ciddi bir siyasi ve sosyal ideolojisi bulunmaktadır. Irkçılık, Avrupa’da sadece küçük partilerin ideolojisi değildir. Büyük partilerde ırkçı ideolojinin dayandığı sosyal kesimlerden destek bulmak için ırkçı söylemler kullanabilmektedirler. Irkçılığın, merkezin ideolojisi ve baskın sosyal eğilim haline gelmesi çok ciddi bir sorundur. Genelde seçimlerden sonra ırkçı partiler oy artışı sağladıkları zaman Avrupa’da ırkçılığın yükselişe geçtiğine dair tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmalarda Avrupa’da ırkçılığın niceliksel değil niteliksel bir sorun olduğu çoğu zaman unutulmaktadır. 

Avrupa’da ırkçılığa karşı gösterilen hassasiyetler ve refleksler zayıflamaktadır. Eskiden aşırı sağcı bir parti oylarını yükselttiğinde Avrupa Birliği ve  diğer Avrupa kurumlarından çok ciddi tepkiler ortaya konurdu. Bugün birçok Avrupa Birliği ülkesinde aşırı sağcı partiler mecliste temsil edilmektedir, hatta hükümete ortak bile olabilmektedir. Avrupa Birliği organlarında da ırkçı siyasi partiler temsil edilmeye başlanmıştır. Avrupa’da ırkçılık artık marjinal olmaktan çıkarak devlet gücünü kullanma pozisyonuna sahip olmaya başlamaktadır. Merkez sağ veya merkez sol olarak ifade edilen siyasi partiler, ırkçılığa karşı çıkmak yerine aşırı sağın retoriğini değişik düzeylerde kullanmaktadırlar. Avrupa, bünyesinde kanser hücresi gibi bulunan ırkçılığa eskiden karşı koyuyordu. Bugün ise Avrupa, vücutta bu kanser hücresinin bulunmasını normal gören ve bu hastalığa alışan bir görüntü vermektedir. Irkçı ideolojinin varlığına alışılması, Avrupa için alarm zillerinin çaldığını göstermektedir. Çünkü ırkçılık, kanser hücresi gibi sinsice bütün vücuda yayılmakta ve bütün bünyeyi en sonunda öldürmektedir. Oslo saldırısı, ırkçı terörizmin insanı yok edebileceğini ancak insanlığı öldüremeyeceğini göstermektedir. Irkçılık, daha çok demokrasi, özgürlük ve çoğulculukla cezalandırılmalıdır. 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et