Milleti arkasına almayan hiçbir ittifak başarılı olamaz!

Ülkemizde yıllardır yaşanan kanlı cinayetlerin ve çatışmanın ilk defa çözülmesinin ve barışa bağlanmasının eşiğindeyiz. Kürt sorununu eskiden ağzımıza bile alamazken, Kürt sözcüğünü telaffuz dahi edemezken bugün Kürtçe şarkılardan tiyatroya, Kürtçe kitaplardan, Kürtçe TV programlarına kadar pek çok şeyle karşılaşabiliyoruz. Bu bir normalleşme sürecidir ve devletin vatandaşının hizmetine girme sürecidir.

Devletle ilgili teorilerde liberallerin basit bir formülü vardır: vatandaş devlet için değildir, devlet vatandaş içindir veya vatandaş devletin hizmetinde değil, devlet vatandaşın hizmetinde olmalıdır. Bu formül ülkemizde yıllarca tersine işledi. Devletin dayattığı ideal vatandaşlık tipini benimsemek zorunda kaldık. Bu vatandaş tipini tartışmak askeri bürokratik baskının altında uzun yıllar mümkün de değildi. Mutlu azınlık çoğunluğun acı dolu sesini askeri bürokratik vesayet sayesinde yıllarca bastırabildi.

28 Şubat post-darbesinden sonra uzun mücadeleler ile sivil hükümetin askeri vesayeti, bürokratik vesayeti ve en son da hukuki vesayeti geriletmesi mümkün oldu. Gelişen sivil toplum olanakları ile birlikte Türkiye’nin demokratik dönüşümü de hız kazandı. Bugün yeni bir anayasa projesi etrafında devlet bir sözleşme yapmak üzere vatandaşıyla yeniden masaya oturuyor. Kürt kökenli vatandaşıyla ve diğer etnik kökenli vatandaşlarıyla, kendi Türk vatandaşıyla bir başka deyişle Türkiye’nin halklarıyla sözleşmesini yenileyecek. Yeni sözleşme devleti vatandaşına karşı koruyan ve vatandaş üzerinde baskı yaratan Jakoben bir sözde-sözleşme değil, vatandaşın temel hak ve hürriyetlerini koruyan sivil bir sözleşme olacak. En azından genel temâyül bu yönde.

Mevcut anayasa kültürel kimliklerin çoğulluğunu reddederken Türk milliyetçiliğini yüceltiyor ve vatandaşı sıkı sıkıya tarif ediyordu. İlk üç maddesinin değiştirilemeyeceğini değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesiyle yine anayasa vasıtasıyla garanti altına alıyordu. Bugün bu maddeler dahi çeşitli toplumsal kesimler tarafından tartışılmaktadır.

Bütün bu dönüşümün dinamiğini nihai noktada çözüm sürecinin akıbeti belirleyecek. AK Parti ile başlatılan çözüm süreci tarafların müzakereleriyle ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla sürüyor. Elbette barışı isteyenler ile istemeyenler arasında da amansız bir mücadele de var. Bu mücadelede barışı istemeyenlerin yahut kendi çözümlerini dayatmak isteyenlerin en önemli enstrümanı hükümet dışındaki odaklarla hatta hükümete muhalif odaklarla ittifak kurmak oldu. Yakın dönemde Türkiye ilginç ittifaklara sahne oldu. Çözüm sürecine adeta meydan okuyan Gezi hadisesiyle kitlesel işgâl ve akabinde yargısal müdahaleyle mevcut iktidar yerinden edilmeye çalışıldı.

Bugün yakınlardaki siyasi seçimlerin hemen öncesinde ise daha ilginç ittifaklarla karşı karşıya : CHP-HDP- Paralel Yapı ile ABD-İsrail. AK Parti iktidar olmasın da ne olursa olsun isterse ülke batsın diyen bir politik ittifakla karşı karşıyayız. Fısıltılara göre Tayyip Erdoğan, Abdullah Öcalan ve Barzani’yi saf dışı bırakarak yeni bir çatışma ortamını tahrik etmeye dönük bir ittifak bu. Ancak Türkiye’yi tam barış ortamı kurulmuşken tekrar kana bulamak isteyenlerin dikkate almadıkları mühim bir husus var. Bu planları yapanlar tarihten hiçbir zaman ders almadılar. Geçen yıl, 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçiminde de HDP’nin içinde olmadığı fakat CHP, MHP ve paralel devlet yapılanmasının birlikte hareket ettiği çatı adayla yeni bir tezgâh yürürlüğe konmuştu. Bununla birlikte halk bu ittifaka karşı yine Tayyip Erdoğan’ı desteklemekten geri durmadı. Seçimlerde bu ittifak hüsrana uğrarken gizlice yeni bir ittifak arayışını da sürdürdü.

Çağımız demokrasi çağı. Totaliter devletlerin, totaliter ve otoriter hareketlerin itibarını yitirdiği bir çağ. Bugün halkı, milleti arkasına almayan hiç bir hareket uzun vadede başarılı olamaz. Mısır’da ordu tarafından darbe yapılmıştır doğru ama uzun vadede ne olacak? Halkın desteğini almadan nasıl kendisini garanti altına alabilir bir iktidar? Arap Baharı bize yeterince şey söyledi. Türkiye’de de Sayın Demirtaş ve paralel yapının anlamadığı anlamak istemediği mesele budur. Bizim milletimiz anti-emperyalisttir. Pensilvanya’da ikamet edenlere bu yüzden hiçbir destek vermez. Halkın bütününe hitap etmeksizin sadece seküler Kürt seçkinlerinin ve Kürt radikallerinin oyunu almakla ve buna yönelik politika üretmekle de bir yere varılamaz. Yine yalnızca devlet içindeki yapılanmaya güvenilerek milletin desteğini almaksızın paralel bir vesayet sistemini oluşturarak iktidar olmak artık mümkün değildir. Halk mutlaka son sözü söyler. Türkiye’de halk başbakanları asıldıktan sonra sandıkta sözünü söylemiştir. Darbe sonrasında yine sözünü sandıkta söylemiştir. 28 Şubat süreci ertesinde de sözünü hala söylemektedir. Milleti ciddiye almayan her politik hareket bugün başarısızlığa mahkumdur. Milletin şiirini söylemeyen her politikacı iktidar yüzü göremez. Görse de iktidarı hiç bir şekilde daimi olamaz.

Çözüm süreci, barışa alışan halkların barışı sürdürmek arzusuna rağmen dış mihraklı kirli ittifaklar yoluyla son bulamaz. Sona erdirilse bile aktif olarak çalışan Barış yanlılarıyla, Cengiz Algan gibi vicdanlı kişilerin sonsuz enerjisiyle Barış trenini bütün ülkede dolaştıran Barış’a Bak gibi sivil insiyatifler tarafından muhakkak sürdürülecektir. Hem de eskisinden çok daha güçlü bir şekilde, muhafazakar kesimin, hakiki liberallerin ve vicdanlı solcuların kurdukları sivil insiyatifler ve işbirliğiyle sürdürülecektir. Asıl ittifak budur: Barışı arzulayan kanaat önderleri ile milletin ittifakı.

15.05.2015, Yeni Söz

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et