M. Şükrü Hanioğlu – Yeni Ortadoğu’da nasıl varolacağız?

Türkiye’nin etnik ve mezhepsel eksenlerde oluşma eğilimi güçlenen yeni Ortadoğu düzeninde ne biçimde yer alacağını “siyasal toplum”unun gücü belirleyecektir

Türkiye zorluklarla dolu bir dönemden geçmektedir. Karşılaşılan zorluklar iki temel eksende gerçekleşmektedir. İlk olarak coğrafyamızdaki devletler kompozisyonu ile sınırlar uluslararası, bölgesel ve yerel aktörlerin dahil olduğu bir mücadele ile yeniden şekillenmektedir.

Bu uzun sürecek, acılarla dolu süreç sadece Türkiye’nin yeni güney komşularının kimler olacağını değil ülkemizin oluşacak yeni “status quo” içindeki yerini de belirleyecektir. Türkiye’nin coğrafî ve kültürel nedenlerle bu mücadelenin dışında kalacağını ummak gerçekçi olmaktan fazlasıyla uzaktır.

Yeni Ortadoğu düzeni mücadelesi Türkiye’nin büyük zorluklarla karşılaştığı ikinci eksenin daha açık biçimde farkedilmesini de sağlamıştır. Zikrettiğimiz süreçte toplumumuzda “kiminle ittifak yapılacağı,” “hangi siyasetlerin üretileceği” benzeri konularda etnik ve mezhepsel çizgiler çerçevesinde şekillenen keskin bölünmeler üstü örtülmeye çalışılan temel fay hatlarının ne denli belirleyici ve kırılgan olduklarını ortaya koymuştur.

İlginç olan çok sayıda aktörün müdahil olduğu birinci sorunun, “halının altına süpürmeyi” tercih ettiğimiz diğer meseleyi açığa çıkartmasıdır.

Türkiye’nin etnik ve mezhepsel eksenler çerçevesinde oluşma eğilimi güçlenen yeni Ortadoğu düzeninde nasıl yer alacağını belirleyen ise “siyasal toplumu”nun gücü olacaktır.


Kimliklerin belirleyiciliği

Toplumumuz bireyin statüsünün uzun süre dinî kimliklerle belirlediği bir mirası devralmıştır. Taşınan kimliğin bireyin hangi renkte elbise giyebileceğinden, evinin yüksekliğinin ne olabileceğine, hangi oranda vergilendirileceğinden davasını nerede gördüreceğine varan bir yelpazede belirleyici olduğu bir toplumda “vatandaşlık” kültürü fazlasıyla zayıf kalmış ve “dinî cemaatler”in üzerinde kapsayıcı bir “siyasal toplum” tasavvuru gelişmemiştir.

1789 sonrası dünyasına ayak uydurma amacıyla ivme kazandırılan Osmanlı modernleşmesi pek çok alanda olduğu gibi “eskiyi de yeninin yanında muhafaza eden” bir dönüşüm süreci başlatmıştır. Bunun neticesinde bir yandan “eşit vatandaşlardan oluşan bir siyasal toplum” oluşturulması için toplumdaki hiyerarşiyi törpüleyici, aidiyetlerle ilişkilendirilen farklı muameleleri ortadan kaldırıcı düzenlemeler yapılırken, öte yandan da farklı dinî gruplara verilen yeni nizamnâmelerle inanca bağlı kimlikler tahkim olunmuştur.

Bunun sonucunda “aynı vatanı paylaşan (compatriot)” anlamında “vatandaşlık” yaratılmasına karşılık “bir siyasal toplumun üyesi olan (citizen)” mânâsında “vatandaşlık” tasavvuru oldukça cılız kalmıştır. İnşa olunan “Osmanlı” üst kimliği de büyük çapta birinci tür “vatandaşlık”a atıfta bulunmuştur. Yarattıkları dönüşüm küçümsenemezse de Tanzimat ve İkinci Meşrutiyet deneyimleri “kimlikleri ikinci plana iten” “eşit vatandaşlık temelli” bir “siyasal toplum” yaratma alanında yetersiz kalmışlardır.


Cumhuriyet ve kimlikler
İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde “statü” talebiyle ortaya çıkan “etnik” gruplar “siyasal toplum” yaratılması alanında Tanzimat’ın ilerleyen yıllarına kıyasla daha sorunlu bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Erken Cumhuriyet ideolojisi “ethnos inşa edilmesi” ve bu amaca ulaşabilmek için toplumun tektipleştirilmesini hedeflediği için söz konusu alanda Tanzimat sonrasında gözlenen gerilemeye ivme kazandırmıştır.

Cumhuriyet yasakçılığı farklı etnik kimlikleri “konuşulamaz” hale getirmiş, buna karşılık onların etkinlik ve belirleyiciliğini fazlasıyla artırmıştır.

Benzer şekilde “kamusal” alanın inşa edilen yeni kimliği benimseyenler dışındakilere kapatılması, “siyasal toplum” tasavvurunu güçlendirmemiş, “siyaset” ile “kimlik” arasında doğrudan ve belirleyici bir ilişki tesis etmiştir. Cumhuriyet siyasetleri bunun yanı sıra “kimlik”lerin belirleyiciliğini engellemeyi hedefleyen araçların yeni “kimlik”ler üretmelerine de neden olmuşlardır. Örneğin dinî farklılıkların kamusal alanda gözönüne alınmamasını amaçlayan “laiklik” bir “inanç sistemi” biçimini alarak yeni bir “dinî kimlik” yaratmıştır. Bunun neticesinde “kaynaşmış bir kitle” olmasının gerekli olduğu düşünülen toplum, etnik ve dinî kimlikler etrafında örgütlenen, dışarıya kapalı gruplaşmaları barındırmıştır.

Bu tabloda çok partili yaşama geçiş sonrasında yaşanan değişim oldukça sınırlı kalmış, Türkiye egemen olanlar dışında kalan “kimlikler”in kolaylıkla ifade olunamadığı ama “siyaset”in onlar üzerinden yapıldığı bir toplum olma özelliğini sürdürmüştür.


Yeni düzende varolabilme

Türkiye’de son yıllarda “kimliklerin özgürleşmesi” alanında kapsamlı bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Bunun neticesinde sadece adları ağza alınamayan “kimlik”ler özgürleşmemiş, yakın zamana kadar “üstü kapalı” biçimde yapılan “kimlik siyaseti” de aleniyet kazanmıştır. Buna karşılık “siyasal toplum” tasavvuru güçlenmemiştir.

Kanlı Suriye iç savaşı sırasında etnik ve mezhepsel aidiyetler çerçevesinde alınan tavırlar Türkiye’nin “siyasal bir toplum oluşturma” alanında ciddî anlamda geri kaldığını ortaya koymaktadır. Coğrafyasındaki örneklerle kıyaslandığında Türkiye’nin bu konuda hatırı sayılır yol katettiği yorumu yapılabilir. Ancak bu alanda başarı sağlamış yapılara bakıldığında karamsar olabilmek de mümkündür.

Değerleri, sembolleri farklı, siyaseti ait olunan hüviyetin toplumsal ağırlığını artırma aracı olarak gören, ortak paydaları fazlasıyla zayıf kimlik adalarının oluşturduğu toplumun yeni Ortadoğu’nun oluşum sürecinden nasıl etkileneceğini öngörebilmek zordur.

Yeni Ortadoğu köşeleri törpülenen kimlikler üzerinden inşa edilirken, “siyasal toplum”u güdük kalmış, üstü örtülü ya da açık kimlik siyasetinin hükümferma olduğu Türkiye’nin bu süreçten etkilenmemesi kolay değildir. Senfoni orkestrasına sahip olması, Batılılaşmasını ileri seviyeye taşımış bulunması nedeniyle “Avrupalı” olan Türkiye’nin Ortadoğu’daki yeni düzen oluşumunun dışında kalacağını zanneden literatinin savunduğunun aksine mevcut dengeleri altüst edecek, yeni sınırlar ve devletleri ortaya çıkaracak büyük dönüşüm ülkemizi de derinden etkileyecektir.

Ortadoğu’daki çatışmalar bölgenin havası, suyu, topografik özellikleri, popüler müziğinin kalitesi nedeniyle değil “siyasal toplum”ları olgunlaşmamış yapılardaki “kimlik mücadeleleri” nedeniyle yaşanmaktadır. Aynı özellikler diğer coğrafyalarda da benzer neticelerin doğmasına neden olmaktadır. Örneğin “Avrupalı” olması, 1923 yılında Belgrad’da filarmonik orkestra kurulmuş bulunması kimlikler etrafında çatışan Yugoslavya’nın Irak’dan daha kolay biçimde dağılmasını önleyememiştir.

Türkiye’nin yeni Ortadoğu’da ne şekilde yer alacağını belirleyecek olan da “Batılılaşma derecemiz” değil başarılı örneklerin bir hayli gerisindeki “siyasal toplumumuz”un kimliklere dayalı kırılmalara gösterebileceği direnç olacaktır.

Sabah, 18.10.2015

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et