Gezi olaylarının şoku atlatılamadan 3 Temmuz’da Mısır’daki darbe patlak verdi. Daha doğru bir ifadeyle göz göre göre geldi. Darbe ayrışmaya, tabiri caizse, tuz biber ekti. Başka bir ülkede olmasına rağmen sanki ülkemizde vuku bulmuşçasına etkili oldu ve liberaller arasında yine iki ana çizginin ortaya çıkmasına yol açtı

İlk çizgidekiler darbeye karşı şu tavırları takındı: Sessiz kalmak; belli belirsiz kınamak; utangaç bir manevî destek sağlamak; doğrudan, hatta coşkulu moral destek vermek. Maalesef bu kadarla da kalmadı, ilk çizgideki liberallerin bazıları, en azından başlarda, katliamları dahi onayladı. Birbirleriyle ilintili bu tavırları meşrulaştırmak için kullanılan tezler aşağı yukarı şöyleydi: ‘Askerî müdahale Müslüman Kardeşlere karşı yapıldı. MK tarihi ve duruşu itibariyle demokrat değil. Mısır’da bir din devleti ve dinî düzen kurmak istiyor. Mursi 11 aylık iktidarı boyunca kapsayıcı davranmadı. Sadece kendi tabanını dikkate aldı. Önemli görevlere hep MK üyelerini getirdi. Hiç uzlaşma arayışı içinde olmadı. Ülkenin ekonomik problemlerini çözemedi. Toplumda ona karşı büyük bir memnuniyetsizlik vardı. Mursi’nin istifası için milyonlarca (kimine göre 22 milyon) kişi imza verdi. Sisi darbe yapmadı, Mursi’yi azletti. Mısır toplumunun Mursi yönetiminin meşruiyetini yok edecek kadar büyük bir kısmı ona karşıydı. Mursi zaten bir azınlık tarafından seçilmişti’.

Darbenin ilk günlerinde dahi geçerliliği şüpheli bu tezler ve iddialar sonradan ortaya çıkan bilgiler tarafından yalanlandı ve çürütüldü. Mısır demokratik siyasî geleneği olmayan, demokrasi kültürü hayli zayıf bir ülke. Başka bir şekilde ifade edersek, Mısır’da bir anlamda herkes demokrasi öğrencisi. Demokrasiyi kurma ve geliştirmede, ister istemez, dünya demokrasi geleneğinden alınacak dersler yanında deneme yanılma yönteminin de bir yeri olacak. Demokrasi bir mühendislik projesi gibi hayata aktarılamaz. Bu yüzden, demokratikleşme sürecinde adım adım ilerlemek ve sabırlı olmak gerekir. Diğer taraftan, Mısır’da İslam toplumsal hayatın her alanına yansıyan bir gerçek. Diktatör Mübarek zamanında bile İslam’a anayasal atıflar vardı. Sistem her zaman dini içte halka dışta dünyaya karşı bir meşruluk kaynağı olarak kullandı. Mursi ve MK meselâ Suudi Arabistan destekli, Kur’an’ın doğrudan anayasa ilan edilmesini isteyen Selefi Nur partisine göre çok daha ılımlı. Bu yüzden darbenin İslâmî radikalizme karşı yapıldığı iddiası inandırıcılıktan uzak. Mursi yalnızca 11 ay iktidarda kaldı. Hükümetindeki bakanların yarısından fazlası Mübarek dönemindendi. Muhalefetle işbirliği yapmak için birçok teşebbüsü oldu. Ancak, hem muhalefet hem de Mısır’ın silahlı ve sivil bürokrasisi Mursi’nin hiçbir karar alamaması, alsa bile uygulayamaması için elinden geleni yaptı. Mursi hep kendine yakın kimseleri göreve getirseydi Sisi ve korsan devlet başkanı Adli Mansur’un atamalarını yapmamış olması gerekirdi. Mursi yönetimi demokratik teori açısından meşruydu. Demokrasilerde kâğıt üzerinde çoğunluk fiiliyatta en büyük azınlık seçimle yönetme hakkını kazanır. Oyunun kuralları oyuna başlamadan önce tüm taraflarca biliniyor ve onaylanıyorsa en büyük azınlığın iktidar olması bir meşruiyet problemi yaratmaz.

Mısır fakir bir ülke. On bir ay içinde on yılların ekonomik sorunları elbette çözülemezdi. Ancak, sonradan anlaşıldı ki, benzin vs. gibi mallardaki kıtlıklar suniydi. Aynı zamanda büyük bir ekonomik güç olan orduyla ve yerli ve yabancı işbirlikçilerinin marifetiydi. Darbenin ertesi günü kuyruklar ortadan kalktı. Zengin Arap ülkeleri darbe yönetimine bağış ve kredi yağdırdı. Bir Amerikan gazetesi İsrail’in de darbenin içinde olduğu haberini yaptı, İsrail’in Sisi’ye darbe yapması hâlinde ABD’nin yardımı kesmeyeceği garantisi verdiğini iddia etti. Demokratik dünyanın çoğu da darbeye ya açık destek verdi ya da utanç verici bir sessizliğe gömüldü. Her gün ortaya çıkan yeni bilgiler darbenin uluslararası boyutları olduğu kanaatini güçlendirmeye devam ediyor.

Bazı liberaller, bu gerçeklerin ışığında ve liberal demokrasinin temel ilkeleri gereği darbeyi kınadı. Mursi’ye karşı imzaların oy muamelesine tabi tutulamayacağını vurguladı. Demokrasinin ancak zamanla ve tecrübeyle kurulabileceğini ve ilerleyebileceğini hatırlattı. Sandığın bir yöntem olarak meşruiyetine işaret etti. Katliamlara tepki gösterdi. İsrail’e karşı süt dökmüş kedi gibi olan ‘kahraman’ Mısır ordusunun silahsız, barışçıl göstericileri, çocuk kadın demeden, ateş kusarak öldürmesini kınadı, lânetledi. Müslüman bir ülkenin halkının önemli bir bölümünü ezerek ve sindirerek demokrasi olmasının imkânsız olduğunu, Mısır demokrasi olacaksa bunun ancak hiçbir toplum kesimi dışlanmadan gerçekleştirilebileceğini vurguladı. Diğer bazı liberallerse bu yaklaşımlara hiç katılmadı. Mısır darbesine ve katliamlara bu iki farklı bakış ta, liberaller arasındaki ayrışmayı hızlandırdı ve koyulaştırdı.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.