Liberal Uluslararası Normlara Yönelik Muhafazakâr Septisizm Üzerine – Hüsrev Tabak

Liberal normlara uyum konusunda dünya genelinde kötü bir dönemden geçiyoruz. Gerçekten de kötü bir dönemden. Temel insan haklarından insan refahı, kalkınma ve adalete ilişkin prensiplere, uluslararası normların itibarı ve takibi ayaklar altında. Hükümetlerin popülizmi ve yükselen siyasal muhafazakârlık normlara, normların küreselliğine ya da herkesin bu normlara uyabileceğine olan inanca yönelik kuvvetli dirençlere sebebiyet veriyor. Küresel toplum, yönetişimsel süreçlerdeki çoğulculuğa ve katılımcılığa rağmen, insan haklarının konjonktürel pragmatizmlere kurban edilmesi konusunda epeyce sessiz kalıyor. Afganistan’da Taliban idaresinin tesisi sürecinde Batılı devletlerin yeni yönetimle ilişki geliştirmeye hazır bulunmaları, diğer taraftan Rusya, Çin ve Türkiye gibi küresel güç sisteminin çoğulculaşması için uğraş veren devletlerinse bu desteği vermeye dünden razı olmaları insanî müdahaleciliğin ve bu yolla toplumları küresel değerlere sosyalleştirme misyonunun geçerliliği ve doğruluğu konusunda büyük bir şüphecilik dalgası yaratıyor. Küresel norm yayıcılığı ve emperyalizm arasında, uluslararası normların hiç hak etmediği bir paralellik kuruyor. Ne yazık ki kendi emperyalist gayelerine liberal değerleri perde eden muhafazakâr hükümetler –ki bunda epey mahirler– bizzat uluslararası normların kendilerine zarar veriyorlar. Afganistan’dan çekilme sürecinde sosyal medyada yaygın dolaşıma giren feminizmin ve kadın haklarının Afganistan işgalinde kullanılmasını salık veren CIA raporlarına yapılan atıflar bunu açıkça gösteriyor. Bu yolla küresel çapta her türden muhafazakâr, müdahalecilik ve uluslararası normlar arasında kurdukları paralelliğe ve buradan ürettikleri popülizme eşsiz bir malzeme daha bulmuş oluyorlar.

Muhafazakârlar haklı mı? Küresel normlar Batı’nın çıkar üzere dayattığı birer unsur mu, yani normatif anlamları amaçlı bir materyal kazanç elde etme uğraşının mı ürünü? Bu uluslararası normların Batılılığı ve evrenselliği arasındaki ikiliğe ilişkin bir sorgu ve norm septisizmi zemininde ne yazık ki buna verilen cevaplarla en çok insan haklarını ve özgürleştirici normları yaymayı kendine görev edinmiş ve bunun için yılmadan mücadele eden her türden sivil toplum kuruluşunun yetenekleri iğdiş ediliyor. Nihayetinde uluslararası normlar nereye ait olduklarının sorgularının sadece söylemsel alanda yürütüldüğü fikri mefhumlar değiller – onu yaymaya çalışanlar ve işletilmelerinin tüm insanlık için bir kazanç olduğunu düşünenler için bu sorgu her seferinde ve yinelenerek aşılması gereken bir sınır olarak sivil toplum kuruluşlarının karşısına konuluyor. Bu konuda en yüksek sınırları örenler ve aidiyet argümanını en sık kullananlarsa uluslararasını yereldeki mevcut normatif düzene tehdit olarak gören ve norm savunucularının niyetlerini sarih bulmayan muhafazakâr septikler. Ancak bu uygulamalarında ne kadar haklılar?

Şurası açık, devletler kamu otoritesini kendi menfaatlerine iç ya da dış politikada kullanacaklarında meşruluk krizini aşmak için uluslararası normları kullanıyorlar. İnsanî müdahale gibi uluslararası toplumun gözleri önünde gerçekleşen durumlar için bile geçerli bir durum bu. ABD’nin küresel terörle savaşı pek çok insanî konu üzerinden gerekçelendirildi ve meşruiyet insanî normlar üzerinden kurulmaya çalışıldı, ancak bu savaş beraberinde önce Irak’ta ardından Afganistan’da yüzbinlerce sivil can kaybına giden bir anarşiler silsilesini tetikledi. Yine de ABD’nin küresel kamu vicdanında yargılandığı zemin çiğnediği uluslararası normlar oldu. Kendini her fırsatta bir normatif yapı ve uluslararası norm savunucusu olarak ifade eden ve bunu uzun yıllar başarıyla yapan Avrupa Birliği için de örneğin mülteci krizinde gösterilen tavır ve Avrupa’nın sınırlarını (duvarlarını) yükseltme uğraşları insanî normlarla çelişirken, AB buradaki ahlâkî açığını mültecileri misafir eden ülkelere göç yönetimi süreçlerini sağlayabilmeleri adına maddi ve manevi destek vererek kapatmaya çalıştı.  Septiklerin kendi konumlarını meşrulaştırmak için yaygın olarak kullandıkları bu örneklerde bile norma uyulmasa dahi norm ihlalinin tazmin ve telafi edilmeye çalışıldığı açıkça görülecektir.

Normlar septiklerin beklentilerinin aksine varlıkları itibariyle aktör davranışını kesin olarak belirleyebilen yapılar değiller, aktör davranışını anlamlı, meşru ve münasip kılacak fikri ve zihni çerçeveleri bize sunarlar. Uluslararası normlarda işin bu kısmını açıkça görüyoruz. Liberal devletler liberal uluslararası normlara özellikle de dış politikada uyum konusunda sorun yaşıyor, devlet çıkarı insanlık (humanity) kaygısının önüne hele de popülizm çağında çok çabuk geçiyor. Ancak bu durum septiklerin çok övündükleri yerel kültürel normlar için de böyle. Budizm’in barışçıl ve pasifist normlarının Myanmar’da soykırım yapılmasına engel olmadığı ortada, benzer şekilde İslam normlarını anayasal güvence altına almış devletlerde bile iyi yönetim süreçlerinin pek işlemediğini görüyoruz. Haliyle küresel normları apriori olarak kötü, yerel olanı ise iyi ve işe yarar addetmek çok işe yaramıyor, norm ile norm takibi arasında epey bir sosyal ve bilişsel süreç var ve normun eyleme dönmesi, fikrin ya da inancın amele dönmesindeki zorluktan hareketle yüzlerce yıldır görüldüğü üzere, hiç de kolay değil. Haliyle septikler küresel norma haksızlık ediyor, yerel ile küresel arasında haksız bir ikilik kuruyorlar. Dahası septikler şu hususu göz ardı ediyor: evrensellik niteliği mevcut küresel normlar mümkün, dahası gerekli. Liberal normlar da buna aday. Bu normların işlerlik kazanmasının sonuçları ve bundan yerelin fayda sağlayıp sağlamayacağı hususunun cevabı esasında onlarca yıllık tecrübeyle sabit – Türkiye’nin kendini Müslüman ülkelere model olarak sunması bile özünde ülkenin küresel medeniyetle kurduğu sahih ilişkiden ve küresel normları benimseme seviyesindeki, diğer Müslüman ülkelere kıyasla, pozitif farktan ileri geliyor.

Şunu unutmamak gerek, liberal normlar günümüzde en temel küresel ahlâkî pusula (moral compass), Taliban dahi kendi meşruiyetini liberal normları seçmece de olsa uygulayacağını söyleyerek kurmaya çalışıyor. 1990’lardaki yönetimine kıyasla ılımlılığı, esasında, ABD’nin ülkeyi işgal ederken kullandığı, küresel normlara olan yakınlaşmada ya da basit bir anlatımla ABD’yi taklidinde yatıyor. Afganistan, ülkedeki varlığını küresel normlarca meşrulaştırılmış bir müdahaleye borçlu olan ABD ülkeden çekildikten sonra bile yönetimi ele geçiren Taliban’ın ülkedeki kontrolünü benzer şekilde küresel normlara referansla tahkim etmeye çalıştığı bir dönem yaşıyor. Uluslararası liberal norm septikleri normların bu önemini iyi kavramalı ki uygulandıklarında sunacakları fırsatları görebilsinler – nihayetinde Türkiye’deki popüler tabirle eğer “Batı’nın iyi yanı”nı temsil edecek ve alınacak bir şey varsa, onlar da liberal normlar olsa gerek. Şunu gelecek dönemde daha da net göreceğiz, küresel sistemi çoğulculaştırmak ancak küresel liberal norm süreçlerine Batı dışı katkıların seviyesini artırarak mümkün olacaktır –küresel liberal norm süreçlerine katılım güç dağılımını ve bunun sistemsel temsilini adilleştirebilir.

Uluslararası normlara ilişkin muhafazakâr septisizmi ve bunun yereldeki yansımalarını yazmaya devam edeceğim.

* Hüsrev Tabak, Uluslararası İlişkiler doçenti.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et