Kürt mahallesinde Gezi satmak, İdris Kardaş

Kürtler, Kemalist hegemonyasındaki bir kitleyle birlikte hareket etmeyecek kadar çok acı çektiler bu ülkede. Bu, sadece siyasi pragmatizmle ilgili de değil. 90 yıllık Cumhuriyet’in, 80 yılında iktidar olan Kemalist rejim, Kürtleri yok sayan ve yok eden rejimin ta kendisiydi.

Bundan 22 yıl önce yine bugün gibi sıcak bir Temmuz ayında Diyarbakır’da gecenin bir yarısı Vedat Aydın’ın evinin kapısını çalanlar, daha sonra ona türlü işkenceler etmiş ve kulaktan kulağa şunlar yayılmıştı; Bedenini parçalamışlar, ellerini, ayaklarını gövdesinden ayırmışlar ve sonra bedenini Maden’de yol kenarına atmışlar. Bu söylenenler sonrasında Aydın’ın cenaze töreni için Diyarbakır’da ilk defa kitlesel bir yürüyüş düzenlenmiş, sonrasında da kalabalığın üstüne ateş açılmıştı. O günden bugüne Kürtler, meydanların en örgütlü grubu olarak hem Doğu’da hem de Batı’da yürüyüşlerin, eylemlerin kitlesel hale gelmesini ve böylece meşrulaşmasını sağladılar.

Böylece Kürt siyasetinin de yakın olduğu özellikle de sol gruplar Kürtler üzerinden kendilerini var etmeyi başardılar. Bunun en kristalize örneği ise yüzyıldır politik varlık gösteremeyen ve yüzyıl geçse de gösteremeyecek olan Türk solundan bazı şahsiyetlerin BDP milletvekili olarak Meclis’e girmeleridir. Bu yönden bakıldığında Kürtlere ciddi anlamda ihtiyaç duyan Türk solunun Kürtlerin hak ve hukuklarını gözeten bir siyasi duruş sergilemesi gerektiğini düşünmek mümkün. Ancak durum bunun tam tersi.

Yani Türk solundan beklenen destek sadece bir elin parmağını geçmeyecek demokrat entelektüellerden oluşmakta, bunların dışındaki büyük çoğunluk ırkçı ve ulusalcı bir siyasa içerisinde hareket etmektedirler. Bu duruma en iyi örnek olan ‘Kürtlerden alışveriş yapmayın’ ırkçılığı, ulusalcı ve kendini solcu diye adlandıran şehirlerde büyük ilgi görmüştür.

Türkiye’nin sol elitizminde durum böyleyken, 2002’den günümüze kadar iktidarda bulunan ve kendini merkez sağ olarak adlandıran AK Parti ise, Kürtlerin yaşadığı zulmü anlama gayreti içerisinde olan siyasi bir zihniyete sahip. Bu bağlamda AK Parti’nin en kritik pratiği ise, TRT Şeş veya Kürtçe dil kursları gibi açılımlardan daha önemli olan içinde bulunduğumuz Barış sürecidir.

GEZİ OLAYI VE MÜZAKERE SÜRECİ

Barış süreci savaş konseptli bir devlet yapılanmasının tümden son bulması anlamına geldiği için ciddi anlamda bir devrimi de ifade etmektedir. İktidara geldiği 10 yıldan beri sivilleşme yönünde, özellikle 90’larda yaşanılan olayların da içerisinde bulunduğu derin yapılanmaların tasfiyesi anlamında büyük bir devrim yapan iktidarın, barış sürecini başlatması ve kimsenin hayal bile edemeyeceği bir şekilde müzakere ile bu soruna çözüm bulma yoluna gitmesi, Türkiye’nin başına gelen en önemli ve hayırlı olaydır. İşte tam da, Kürtlerin yüzyıldır yaşadığı sürgünlerin, katliamların, işkencelerin, hapislerin, yasakların son bulması yönünde bir devrimin yaşanmaya başladığı sırada gerçekleşti Gezi olayı.

Kürtlerin, Gezi’ye katıldıkları çokça yazıldı çizildi. Özellikle sosyal medya, Gezi hakkındaki diğer konularda olduğu gibi bu konuda da birçok kesimi yanılttı. Ancak gerek BDP gerekse Öcalan’ın tavırları Kürtlerin kitlesel olarak bu eylemlere katılmadıklarını ve katılmayacaklarını net bir şekilde ortaya koydu. Aslında, Öcalan vesilesiyle tabanını büyük ölçüde kontrol altında tutabilen BDP, Gezi olaylarında öncelikle ne yapacağını net bilemedi. Ancak büyük acılar ve tecrübeler yaşamış Kürtler, bu olayların ana motivasyonunun ne olduğunu ve hangi ideolojinin daha baskın olduğunu önceden görebildiler. Dolayısıyla BDP de bir anlamda kendi tabanının hissedilir bir şekilde karşı durduğu Gezi sürecine katılmaktan çekindi.

Kürtlerin Gezi’ye mesafeli durmaları için onlarca neden sayabilirim. Az önce değindiğim, Türkiye’nin sivilleşmesinin ve barış sürecinin en büyük devrim olduğunun farkında olan Kürtler, Gezi’deki acemi devrimcilerin devrim marşlarından elbette etkilenmediler.

KÜRTLERİ GEZİ’YE KATMAK

Ayrıca Gezi’dekilerin demokratlığının bir nişanesi olarak her fırsatta önümüze sunulan ‘Bizim başımıza bu geldiyse kimbilir Kürtler neler yaşadı’  söyleminin de Kürtleri olayların içine çekmek için gösterilen sahte bir empati çabası olduğunu da çok net gördüler. Hele bu iletişim çağında Kürtlerin ne yaşadığının farkına varmak için illa biber gazına maruz kalmak gerekmediğinin de çok iyi farkındalar Kürtler. Üstelik bu söylenenler 90’larda söylenseydi bir anlamı olabilirdi ancak bugün öyle cesur bir barış süreci yaşanıyor ki bu gibi empati cümleleri Kürtleri etkilemeye yetmedi. 

Gezi’nin en temel motivasyonu olan yaşam tarzına müdahale ediliyor salvoları da ispatlanamayan birer hayal ürünüydü ve 28 Şubat’ı hatırlatıyordu. Mustafa Kemal’in askerlerine omuz vererek ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ sloganları ile inleyen meydanlara Kürtlerin inmesini beklemek saflıktan öte kurnazlık ya da kötü niyetlilikti. Bu bağlamda sosyal medyada Kürtleri ‘direnişe’ katma çabalarında birçok örneğe rastlamak mümkündü. Ancak temelde Kürtler, Kemalist hegemonyasındaki bir kitleyle birlikte hareket etmeyecek kadar çok acı çektiler bu ülkede. Bu, sadece siyasi pragmatizmle ilgili de değil. 90 yıllık Cumhuriyet’in, 80 yılında iktidar olan Kemalist rejim, Kürtleri yok sayan ve yok eden rejimin ta kendisiydi.

Kürtler son 10 yılda nefes almaya başladıkça, iktidar da kendine daha çok güvenmeye başladı ve bu durum tam anlamıyla Kürt meselesinin barışçıl bir şekilde çözülmesine yol açtı. Gezi sürecinde, barış kararı alan hükümetin arkasında durma fikri birçok Kürt için vicdani bir karardı ve bunun gereğini yaptılar. Kürtlerin mahallesinde Gezi satma fikrini ortaya atan ‘Kürt dostları’na da iyi bir cevap oldu bu. Kürtler, bilinçaltlarında yatan Kemalist zihniyetin su üstüne çıktığını fark edemeyecek kadar kibirli olan bu insanlar ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirme fırsatı buldu. Velhasıl Gezi, Kürtler için bu yönüyle hayırlı oldu.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et