Konuşmalı, konuşmalı, konuşmalıyız

Geçen haftaki yazımda Kürt meselesini çözebilmek için önce her kişi ve kesimin ezberlerini bozması gerektiğini söylemiştim. Bunun kolay olmadığının farkındayım. Ancak, daha önce kendi ezberlerini bozmuş ve halen gerektiğinde böyle yapmaya kararlı bir akademisyen olarak, bunun yapılabileceği kanaatindeyim.

Yıllarca doğru olduğuna inanarak savunulan, olayları ve dünyayı kesinkes açıklamamızı sağlayan ve bize kafa konforu sağlayan ezberlerimizi sorgulamaya ve çürütüldüklerinde onlardan vazgeçmeye, ne kadar zor olursa olsun, çabalamalıyız. Sadece ülkemizin ve toplumumuzun esenliği için değil kişisel iyiliğimiz için de bunu yapmalıyız. Zira, kafamızda dogmalarla dolaşmak ve kritik anlarda onların düşünce ve davranışlarımıza yön çizmesine izin vermek hem fikir dünyamızı hem de kişiliğimizi sakatlayabilir.

Bir fikrin doğruluğunun ölçüsü o fikre samimiyetle veya kuvvetle inanmak olamaz. Her fikir, kanaat, görüş daimi bir testten geçme sürecindedir. Bu testi hem her yönü ve parçasıyla hayat yapar hem de alternatif fikir, kanaat ve görüşler. Bazı fikirler hayatın realiteleri karşısında iflas eder. Bazı görüş, kanaat ve düşünceler ise rakiplerinin eleştirileri karşısında dayanamaz ve çöker. Hayatın ve alternatiflerinin testinden geçen tezler her zaman daha açıklayıcı ve daha sağlam temellidir. Bu ikisini, yani hayatın somut olgularını ve sağlam temelli düşünce faaliyetlerini de birbirinden ayırmamalıyız. Aksi takdirde hayatı ve dünyayı anlama ve anlamlandırma ve canımızı yakan sorunları çözme çabalarımız sonuçsuz kalır. Soyut teoriler her zaman işlerliğe sahip olmayabilir. Buna karşılık, yılların pratikleri de sağlam bir muhakeme süzgecinin sorgulayıcılığı sonucunda terk edilmek mecburiyetinde kalabilir.

Birlik Tek Tiplik Değildir

Bu söylenenler açısından Kürt meselesine tekrar bakınca daha almamız gereken epey mesafe olduğunu görüyoruz ve anlıyoruz ki ezberleri bozmak gerçekten zor. Ezberler zaten yıllardır etrafta uçuşup durmaktaydı. Ancak, hükümetin son inisiyatifi bu ezberlerin kısa süre içinde yeniden dile getirilmesine sebep oldu. Bunlardan biri “milli birlik ve beraberlik” söylemi ve bu istikametteki bitmez tükenmez çağrılardır. Milli birlik ve beraberlik elbette kıymetlidir; ancak, herkesin kabul edeceği bir tanımının yapılması ve bazı gereklerin yerine getirilmesi şartıyla. Başka bir deyişle, milli birlik ve beraberlik her halükarda ve şartlar ne olursa olsun kıymetli ve mutlaka ulaşılması gereken bir hedef olmayabilir. Daha doğrusu, birlik ve beraberliğe çağrılan bazı kesimler onu böyle görmeyebilir. Mesela, din özgürlüğünü bastıran bir düzenin tesis edildiği bir yerde, din özgürlüğü taleplerine milli birlik ve beraberliğimizi koruyalım çağrısıyla cevap vermenin dindar kimseler için hiçbir anlamı olmayacaktır. Zira, büyük bir ihtimalle, dindarlar dinlerini yaşayabilmeyi ve yaşatabilmeyi milli birlik ve beraberlikten daha önemli görecektir. Onlar ancak din özgürlüğünü veri alan bir sistemin milli birlik ve beraberlik çağrısının anlamlı ve peşinden gitmeye değer bir hedef olduğunu düşünecektir. Benzer endişeleri etnik kimliği bastırılan kimseler de taşıyacaktır. Bir kesimin kimliğini, kültürünü reddettikten sonra ona bir de milli birlik çağrısında bulunmak o kesim ile alay etmekle eş anlamlıdır. Çünkü, kimliği inkar edilen ve bastırılanlar bilirler ki bu çağrının gerçek anlamı hak ve özgürlük talebinde bulunmamak ve var olana rıza göstermektir. Bu yüzden onlar nazarında milli birlik ve beraberlik en başta gelen değer olamaz.

Esasen milli birlik ve beraberlik demokrasilerde bir yan sonuç olarak görülmelidir. Onu ana hedef haline getirmek çoğu zaman baskı ve zora dayanan homojenleştirme politikalarını beraberinde getirecektir. Bundan dolayı, demokrasiden soyutlanmış milli birlik ve beraberlik çağrıları faşizan çağrılardır. “Bir ve beraber olalım”, “sıkılmış yumruk gibi olalım”, “ayrımız gayrımız olmasın” çağrıları bu çağrıları yapanların değer, inanç ve kimlikleri etrafında aynılaşma çağrılarıdır. Demokraside birlik ve beraberlik tek tipleşme anlamına gelemez. Bereket versin Başbakan’ın önceki haftaki duygu yüklü konuşması böyle anlaşılmaya fazla müsait değildi. Ama, yine de, birlik ve beraberlik söylemine fazla başvurmamakta, başvurulduğunda da onu demokrasiyle irtibatlandırmakta fayda var.

Makulde Buluşmayı Kolaylaştırmak İçin

Milli birlik ve beraberlikten anlaşılması gereken, ülke sınırlarının ve siyasî sistemin temel niteliklerinin korunması olabilir. Toprak bütünlüğü ancak ve ancak o topraklarda yaşayan bütün insanlar hak ve özgürlükte eşit olduklarına inandığı takdirde mümkün olabilir. Ayrıca, insanların beraber yaşama arzusunun da toprak bütünlüğü kadar önemli olduğunu unutmamak lazım. Toprak bütünlüğünü korusanız bile insan grupları birbirinden kaçar hale geldiyse ortada bozulan bir beraberlik var demektir. Siyasî sistemin genel ilkelerinin korunması hedefinin meşruiyeti de o sistemin demokratlık derecesine bağlıdır. Bir sistem antidemokratikse, vatandaşların hak ve özgürlüklerini sistematik olarak ihlal ediyorsa, o sistemi olduğu gibi muhafaza etmek niçin ve nasıl meşru olabilir?

Kürt meselesinde anlaşılması gereken temel nokta, mevcut statükonun ve ona dayanan pratiklerin problemin ana kaynağı olduğudur. Bunu görmezden gelmenin ve eski tezleri allayıp pullayarak tekrarlamanın anlamı da yararı da yoktur. Statüko ve sistemin ilgili temel nitelikleri ne ise o olmasaydı herhalde bu problem doğmazdı veya bu boyutlara ulaşmazdı. O zaman, problem çözülecekse statüko kaçınılmaz olarak değişecektir. Soru statükonun değişip değişmeyeceği değildir, ne kadar ve nasıl değişeceğidir. Ne kadar değişeceği konusunda da bugünden kesin bir cevap veremeyiz, zira bu bir süreç meselesidir ve azalan marjinal maliyet kanunu gibi her değişiklik sonraki değişiklik ihtiyacını azaltacaktır. Muhteva hakkında tartışmalara boğulmaktansa önce yöntemlerde anlaşmak daha yerinde olur. İşte birkaç temel yöntem ilkesi: Bu süreçte inisiyatif ve yetki silahlarda ve silahlılarda değil siyasette ve TBMM’de olmalıdır. DTP mutlaka devreye alınmalıdır. Adım adım gidilmelidir. En radikal önerilerden değil en basit önerilerden işe başlanmalıdır. Mesela bir federalizmi tartışmak yerine önce mahalli idarelerin kelimenin gerçek anlamında genişletilmesi, geliştirilmesi ve halkın temel ihtiyaçlarına mahalli seviyede cevap verilmesi merkeze alınmalıdır…

Kürt probleminin çözümünde bazı insanların korkularının olmasını anlıyorum. Ama korkular çoğu zaman bu tür problemlerin çözümünde yardımcı olmuyor. Çözüm sürecinde her adımın ileride daha “radikal” bir talebin gündeme getirilmesine sebep olacağı tezi mecburen doğru değildir. Tam tersi daha muhtemeldir. Her doğru adım sonraki talepleri azaltacak ve yumuşatacaktır. Ayrıca, atılması gereken adımlar daha önce atıldığı için problem doğmamıştır, problem zaten ortada olduğu için bu adımların atılması gerekmektedir. Bu çerçevede “Türkler dağa çıkar” türü radikal söylemlerden de mutlaka kaçınılmalıdır. Aslında, tuhaf bir şekilde, bu söz Kürt isyanını haklılaştırmaktadır. Onu duyanlar, Kürtlerin akıbetine maruz bırakılmayan Türkler dağa çıkmayı hak görüyorsa Kürtler haydi haydi böyle görebilir diye düşünebilir. Yani, hesapsız ve radikal sözler sahiplerinin tezlerine faydadan çok zarar verebilir.

Bir kere daha tekrarlamakta mahzur olmadığını sanıyorum: Sakin olalım ve konuşalım. Kırmızı veya mavi çizgilerle engellenmemiş bir serbest tartışma ortamı korkuları giderecek, aşırılıkları törpüleyecek ve makulde buluşmayı ve anlaşmayı kolaylaştıracaktır.

Zaman, 21.08.2009

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et