Kavganın Asıl Sebebi Başka, Dersane Bahane

Haftalardır gündemin en yoğun tartışma konusu dersanelerin kapatılması. Sağdan soldan, yazılı ve görsel medyadan neredeyse konu üzerine yazmayan kalmadı. Bana da bu konudaki düşüncemi sık sık soran dostlar var. Bir süre tartışmayı geriden izlemeyi tercih ettim. Ama gelinen noktada iş çığırından çıktı, taraflar adeta kılıçları kuşanmış karşılıklı saldırı vaziyetindeler. Bu arada üslup güzelliğine aldırış etmeyen, dolduruşa gelen, işi hakaret boyutuna taşıranlar var. Kim ne kadar itibar eder bilinmez; ama hiç değilse “tarihe not düşmek” babından ben de konuyla ilgili düşüncelerimi paylaşma ihtiyacı duydum.

“Şu taraf haklı, bu taraf haksız” polemiğine girmeye gerek görmüyorum. Herhangi bir tarafın sözcüsü gibi hareket etmek ve duygusal bir analiz yapmak yerine, daha soğukkanlı bir analiz yapmayı tercih ederim.

Dersaneleri kapatmak çözüm değil; eğitim sistemini dersane ihtiyacını ortadan kaldıracak şekilde baştan sona gözden geçirmeden dersaneleri kapatmak palyatif bir çözümdür, yaraya merhem olmaz. Sektörü başka biçimlerde yola devam etmeye zorlar. İhtiyaç var oldukça birileri dersane arayışında olacaktır, talep oldukça da birileri bu hizmeti legal veya illegal yollardan bu talebi karşılamaya çalışacaktır. Bunu benim bildiğim kadar herkesin de, dersaneciler kadar hükümetin de bildiğine kuşku yoktur. O halde bu kavga niye? Kalıcı çözüm üretmeyeceğini bile bile hükümet neden böyle bir yola girdi? Cemaati açıktan karşısına almayı, üstelik önümüzde üç kritik seçim varken, neden göze aldı? Bu tür soruların benim baktığım yerden görünen cevabı, asıl kavganın dersane değil, başka bir kavga olduğu; dersanenin bahane olduğu. Açalım.

Son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim: Bence asıl mesele dersane değil; asıl mesele başka. Asıl mesele Hükümet ile Cemaat arasında bir süredir birikmiş sorunların, gerginlik yaratan meselelerin, bir anlamda iktidar mücadelesinin konsolidasyonu. Bu bağlamda dört anahtar kavrama müracaat etmek lâzım: 28 Şubat, Mavi Marmara, HSYK seçimleri, ve MİT krizi. Her birini kısaca açımlamakta yarar var.

28 Şubat Sürecinde Cemaatin kendini Refah Partisinin temsil ettiği dindar camiadan ayrıştırıp, “bizim onlarla doku uyuşmazlığımız var” cümlesinde ifadesini bulan tavrı, o cenahta zor zamanlarda Cemaat tarafından yalnız bırakılacaklarına dair kuvvetli bir hissiyat ve kırgınlık yaratmıştır.

Mavi Marmara olayında İsrail vahşetine sert bir tepki vermek yerine, o bölgedeki otoriteye saygı göstermeye davet eden beyanat, Ak Parti cenahında İsrail ya da Siyonist cephe ile karşı karşıya gelindiğinde Cemaat tarafından yalnız bırakılacakları algısı yaratmıştır.

HSYK’nın Anayasa referandumuyla yapısı değiştirildikten sonra yeni HSYK üyelerinin seçiminde Hükümet ile Cemaat’in işbirliğine gitmek istediği, ancak son dakikada Cemaatin ulusalcı cenahla işbirliği yaparak Hükümet kanadının üyelerini diskalifiye edip kendi adaylarını seçtirdiği çok konuşulmuş, arada güven krizi yaratmış bir mesele olmuştur.

Nihayet bardağı taşıran son damla, MİT krizi olmuştur. Oslo görüşmeleri ve Terör Örgütü ile yapılan görüşmeler üzerinden MİT Müsteşarını –Cemaate yakın veya öyle bilinen birileri marifetiyle- sorguya çağırmak, Hükümet tarafından doğrudan Hükümete ve Başbakan’a bir meydan okuma olarak algılanmıştır. Bu meselenin biri MİT Müsteşarının kimin adamı olacağıyla, ikincisi ise Çözüm Sürecini baltalamakla ilgili olmak üzere iki boyutu vardır. Eğer doğruysa, halktan yetkiyi Başbakan ve Hükümet aldığı halde, siyasî sorumluluk mevkiinde onlar olduğu halde, işlerin ters gitmesi halinde bütün riski onlar üstlendiği halde, Cemaatin üst düzey bürokratlar üzerinden bürokrasiyi kontrol etmek ve devlet içinde kendisine iktidar alanı açmaya çalışması, gerçekten de siyasi iktidar nezdinden affedilir hata değildir. Sorumluluk kimde ise yetki onundur, devleti o yönetir.

Bütün bu sorunlar zaman içinde birikmiş, günün birinde bir kapışmaya yol açma potansiyeli olan sorunlardı. Bence kavganın sebeplerini buralarda aramak gerekir.

O halde çözümü de buralarda aramak lâzımdır. İki tarafın akil insanları oturup devleti ve bürokrasiyi kimin yöneteceği ve kimi uluslararası kritik sorunlarda nasıl bir üslup tutturmak gerektiği konusunu konuşup bir orta yol bulabilirlerse, dersane sorunu zamana yayılarak gündemden birden düşürülebilir.


Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et