Kapitalizmin Ahlâkî Üstünlüğü

Küresel refah durumuna dair kara propaganda ‘gerçeklik sonrası’ (post–truth) siyasetinden de güç alarak böylesine çok gürültü çıkarabilmektedir (I). “Olgulardan kopuk gerçeklik üretim ve kullanımına dayalı yeni siyaset” sadece politika dünyasında değil, akademi ve medyada da rağbet görmektedir. Akademi dünyasından en iyi örnek bence Thomas Piketty ve haksız şöhrete sahip kitabı Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital’idir (II). Medya bu sakat gayretin sayısız, gerçekten sınır tanımaz örnekleriyle doludur. Ardan Zentürk bir köşe yazısında özel bir hüner göstermiştir (III). “Küresel finans burjuvazisinin” son yıllarda gelir seviyesini kat be kat yükselttiğini yazmış ve ardından bu burjuvazinin kâr oranlarındaki büyük çöküşlerden kurtulmak için savaşları körüklediğini iddia edebilmiştir. Kâr oranlarında büyük çöküş yaşanan bir ortamda en zenginlerin nasıl olup da kat kat zenginleşebildiği sorusu Zentürk gibilerin aklına hiç gelmemiş görünüyor. Gerçeklik sonrası siyaseti işte bu işe yaramaktadır.

1970’lerin ilk yarısında gaza bastığı söylenebilecek küresel kapitalizm lanetlenmeyi gerçekten bu kadar çok hak ediyor mu? Bize mutlak fakirliği 1820’den bu yana resmeden grafiğe bakınca ‘ne laneti?’ diye sormak sanırım kaçınılmazdır (IV). Günde 1,90 ABD dolarından daha az bir gelirle yaşayan insanların sayısı acaba 1950’den sonra nasıl bir seyir izledi?

Önce 1950’deki duruma bakalım. Mutlak fakirlik içinde yaşayan insanların sayısı 1,81 milyar kişidir (grafikte kırmızı alan), hem de dünya toplam nüfusu 2,52 milyar kişi iken. Günde 1,90 dolardan daha yüksek bir gelire sahip olanların sayısı çok daha az, yaklaşık 708 milyon kişi (grafikte yeşil alan). Dünya nüfusu bu tarihten sonra hızla yükselmeye başladı ve 2015 itibariyle yaklaşık 7,35 milyar kişiye çıktı. Bu devasa nüfus artışına rağmen, mutlak fakirlik seviyesinde yaşayanların sayısı son 65 yılda 1,81 milyar kişiden 706 milyon kişiye düştü. Yani, dünya 4,83 milyar kişi daha kalabalık hâle geldi ama kapitalizm en fakirlerin sayısını 706 milyon kişiye kadar indirebildi. 2015 itibariyle, mutlak fakirlik sınırının üstünde yaşayan insan sayısı 6,64 milyara yaklaşmaktadır. Yalnızca bu tespit bile kapitalizmin II. Dünya Savaşı sonrasında dünya tarihi boyunca eşi benzeri görülmemiş bir refah ürettiğine işaret eder.

Vurgulamaya değer ki, fakirliğe karşı bu büyük zafer 1970’ten bu yana hız kazanmıştır. 1970’te 2,22 milyon kişi olan en fakirlerin sayısı son 45 yıl boyunca –kısa dönemli bir iki istisna haricinde– kuvvetli bir düşüş eğilimini korudu. 1820’lerde neredeyse herkes fakirdi. 19. Yüzyıl’ın sanayi devrimleri ile birlikte en nihayet insanlık tarihi bir yeşil alanı, yani fakir olmayan bir nüfusu görmeye başladı. İlk küreselleşme dalgası I. Dünya Savaşı ile akamete uğramasaydı eğer, yeşil alan 1970’ten çok daha erken bir tarihte belirgin bir şekilde genişlemeye başlayabilirdi. İşte bu, 20. Yüzyıl’ın moda faşizm ve sosyalizm akımlarının insanlığa ödettiği ağır bir bedeldir. İşte bu dönem, ‘liberalizm öldüğü için’ illiberallerin sevinçten çıldırdığı bir dönemdir. 1970 sonrası ise illiberallerin gayet manidar bir şekilde çok üzüldüğü bir süreçtir. Tesadüf bu ya, son 45 yıl aynı zamanda fakirliğe karşı en büyük zaferin kazanıldığı ikinci bir küreselleşme dalgasıdır. Sol ve onu sağ türevleri acaba bizzat bu zaferden mi bu kadar rahatsız olmaktadır?

78

Fakat neden sadece gelir seviyesine bakalım ki? Ve neden 1,90 doların üstünde bir gelir seviyesine sahip olanları tek bir çuvalın içine atalım ki? Küresel refah durumuna bu kadar basit bakmak zorunda değiliz, hatta daha derin bakmak zorundayız.

Örneğin, içme suyu sıkıntısı çekilen Yemen’deki bir ev kadını, günde 1,90 dolardan daha çok geliri olsa da, ekseriyetle içme suyu satın alamaz. Bunun yerine, yıl boyunca yağmur suyuyla dolan ve koli basili zengini havuz suyunu kullanmak zorundadır. Veya Afrika’da iyi kötü iş sahibi bir baba oğlunu her gün 25 km ötedeki en yakın ilkokula götürmeyi istese de, yol üzerinde silahlı çetelere haraç ve hatta can vermek zorunda kalabilir. Dolayısıyla, gelir seviyesine ek olarak sağlık, güvenlik, eğitim gibi koşulları da hesaplamaya katan, kısacası kalkınma seviyesini gösteren daha derin bir bakış açısına ihtiyacımız vardır.

Birleşmiş Milletler’in hazırladığı Beşerî Kalkınma Raporu (V), ülkeleri gelişmişlik seviyelerine göre sıralayan ve tasnif eden bir endeks içerir. 2015 yılına ait raporda (s. 56’da) yer alan aşağıdaki tabloda görülebileceği gibi, ülkelerin kalkınma seviyeleri ‘çok yüksek–yüksek–orta düzey–düşük’ olarak raporlanır. Her ülke kendi sırasını belirleyen bir endeks puanına sahiptir. (Örneğin, 1. sıradaki Norveç’in endeks puanı 0,944’tür, Türkiye 0,761 ile 72. sıradadır. Son sırada yer alan 188. Nijer’in puanı 0,348’dir). Tablo dünya nüfusunun % 98’ini oluşturan 156 ülke verilerine dayalı olarak hazırlanmıştır. Ve söz konusu 25 yılda dünya nüfusunun refah seviyesini geliştirme yolunda kat ettiği büyük dönüşümü özetlemektedir. 1990 yılında 3 milyardan fazla nüfusa sahip 62 ülke ‘düşük’ kalkınma seviyesindeydi. 2014 yılında ise 1 milyardan biraz daha fazla nüfusa sahip 43 ülke ‘düşük’ seviyede kalmaya devam etti. 1990 yılında 1,2 milyar nüfusa sahip 47 ülke ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ gelişmişlik seviyesindeyken, 2014 yılına gelindiğinde 3,6 milyar nüfusa sahip 84 ülke ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ gelişmişlik seviyesine tırmanmıştı.

Dikkat edilirse, ‘gelir seviyesine göre en fakirlerin sayısını’ 706 milyon kişi olarak raporlayan ilk grafiğimizden farklı olarak, BM raporu 1,19 milyar kişiyi düşük kalkınma seviyesinde göstermektedir. BM raporunun daha geniş ve derin bakış açısını dikkate aldığımızda bunun tutarlı bir farklılık olduğu açıktır.

79

1990’dan bu yana, dünya nüfusu 2 milyar arttığı hâlde, düşük kalkınma seviyesinde yaşayan insan sayısının yaklaşık 2 milyar kişi azalması tek başına büyük bir refah dönüşümüdür. Yüksek ve orta düzey kalkınma seviyelerinden oluşan orta sınıf ise 1990’da 1,5 milyar kişi iken, 2014’te 4,5 milyar kişiye genişlemiştir. 3 milyar kişilik yeni bir orta sınıfın doğuşu sizce fakirin daha fakir, zenginin daha zengin olduğu bir dünyada mümkün olabilir mi? Ve eklememiz gerekir ki, tablo eğer 1970’ten bu yana küresel kalkınma durumunu gösterseydi, bize ancak çok daha büyük boyutlu bir dönüşümü yansıtacaktı.

Ben klâsik liberalizmin pür faydacı geleneğinden gelen bir iktisatçıyım. Bence kapitalizm için en sağlam ahlâkî argüman budur; kapitalizm alternatiflerinden yalnızca ‘daha iyi’ değildir, onlara karşı mutlak bir üstünlüğe sahiptir. Sadece hayırseverlik kurumunun varlık bulmasına zemin hazırlamakla kalmaz, günlük/sıradan ekonomik faaliyetler sayesinde hayırseverlik kurumunun yapabileceğinin fersah fersah ötesinde, çok daha fazla sayıda insanın karnını doyurur. İnsanın doğal yaşam koşulları açlık, sefalet ve erken yaşta ölümdür. Bugünkü ferah seviyesini sağlayan şey ise özel mülkiyet, serbest ticaret, sınırlı devlet ve demokrasi idealleri yönündeki son birkaç yüzyıllık yolculuğumuzdur.

Kısacası, kapitalizm insan özgürlüğüne hizmet ettiği için değerlidir ve bu nedenle de ahlâkîdir.

Notlar

(I) Şükrü Hanioğlu, ‘’Gerçeklik sonrası siyaseti’’, 26.02.2017, Sabah, http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/02/26/gerceklik-sonrasi-siyaseti

(II) Ünsal Çetin, “Gerçeği Örten İstatistik”, 13.02.2017, Hürfikirler, http://www.hurfikirler.com/gercegi-orten-istatistik/

(III) Ardan Zentürk, “Küresel finans burjuvazisini’ devirmek zorundayız”, 21.01.2016, Star, http://www.star.com.tr/yazar/kuresel-finans-burjuvazisini-devirmek-zorundayiz-yazi-1083833/

(IV) Mutlak fakirlikte yaşayan dünya nüfusu, 1820–2015. Ourworlindata.org, https://ourworldindata.org/grapher/world-population-in-extreme-poverty-absolute

(V) UNDP, Human Development Reports: 1990–2015, http://hdr.undp.org/en/global-reports, ve 2015 Raporu; Work for Human Development, http://hdr.undp.org/en/content/human-development-report-2015-work-human-development

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et