Kanal İstanbul ve Çatışmacı Siyaset

CHP’nin Kanal İstanbul’a muhalefeti pek çok kimse nezdinde inandırıcı ve etkili olamıyor. Bunun sebebi bence aşikâr: CHP’nin ve onun çizgisindeki çoğu sivillerin (sade vatandaşların) ve (TBB, TMMOB gibi) sözde (veya yarı) sivil toplum kuruluşlarının “yaptırmayız, ettirmeyiz” çizgisinin vazgeçmez, usanmaz, iflah olmaz yolcuları olması. CHP geleneği şimdiye kadar Türkiye’deki neredeyse tüm imar hamlelerine ve ekonomiyi serbestleştirme çabalarına karşı çıktı. Bu tavır toplum hafızasında derin izler bıraktığı için, bazı insanlar, çok da haksız olmayacak şekilde, CHP bir şeye karşı çıkıyorsa o şey doğrudur ve yararlıdır diye düşünmekten kendini alamıyor.

Bununla beraber CHP’yi tersinden rehber, doğrunun pusulası olarak kullanmak her durumda doğru olmayabilir. Genelleştirmelere dayanmak yerine vakaları kendi zeminlerinde ve meziyetlerinde değerlendirmekte yarar var. Kanal İstanbul meselesine de böyle bakılmalı.

Kanal İstanbul çok büyük bir proje. Tabiata çok yönlü ve kapsamlı bir müdahale. Bu yüzden, heyecanlı olmaktan ziyade ihtiyatlı olmayı gerektiriyor. İnsanlığın ortak tecrübesi tabiata çok büyük müdahalelerin içinde yaşadığımız eko-sisteme geri dönülmez ve/veya ağır zararlar verebileceğini gösteriyor. Dolayısıyla, projeye yönelik her itirazın değerlendirilmesi icap ediyor. Ancak, İmamoğlu’nun projeye karşı çıkmak için ileri sürdüğü on beş gerekçe arasında en ciddîleri Kanal İstanbul’un yer üstü ve yer altı su kaynaklarının ve çok miktarda tarım toprağının kaybına neden olabileceğine ilişkin olanları. Suya ve toprağa dair iddialar çürütülürse Kanal İstanbul’un önündeki en büyük çevre engeli ortadan kalkar. Diğer iddialar ciddiye alınabilecek nitelikte olmaktan uzak.

Kanal İstanbul projesi elbette siyasî bir boyuta sahip. Onu yapmak isteyenler de ona karşı çıkanlar da meşru ve resmî siyasî aktörler. Demokratik siyasette, usul kurallarına uyuldukça ve insan hakları yok farz edilmedikçe,  her pozisyon meşru. Yani bir imar hareketini yapmak istemek kadar ona karşı çıkmak da demokrasiye sığar. Binaenaleyh, tarafların rakiplerini siyasî meşruiyet alanının dışına atmaya çalışması, daha somut söylersek, projeye karşı çıkanların hain ve projenin kendisinin ihanet ve cinayet projesi olarak etiketlenmesi haksız ve yanlış. Bu çerçevede CHP’nin iktidara gelirse projeyi durduracağını söylemesi de olağan bir tavır. Keşke Gezi parkı meselesinde de şiddeti tahrik edeceğine aynı yerde durmuş olsaydı. Lakin mesele sadece siyasî değil, aynı zamanda çok ciddî teknik boyutları haiz. Teknik hususların (örneğin Terkos’a tuzlu deniz suyunun karışıp karışmayacağının)  siyasî yaklaşım farklarıyla değişecek olmaması beklenir. Bu yüzden,  sağırlar diyaloğuna dönüşen bir söz düellosuna girişmek, daha güzel bir sözle havanda su dövmek yerine, açık ve dürüst bir tartışmaya girilmeli. Hatta bu tartışmaya Türkiye’de siyasete taraf olmayan yabancı uzmanlar da çağırılmalı, katılmalı…

Kanal İstanbul konusunda kafam net olmaktan uzak. Tabiata müdahalenin çok büyük boyutlu olacak olması yüzünden ihtiyatlı olmaya ve yavaş ilerlemeye taraftarım. Ama bu duruşum bazılarının iddia ettiği gibi Gezi’de aldığım tavırla çelişmez. Gezi’de Kanal İstanbul ile kıyaslanmayacak kadar küçük çapta bir imar çabası vardı. Alanda ne yapılacağı ne çevrecilik ne de başka bir konu açısından hayatî bir öneme sahipti. Parka müdahale insan haklarına ilişkin bir hükümet icraatı değildi. Bu yüzden, tartışmalarda Gezi parkı alanına ne yapıldığı değil kimler tarafından yapıldığı önemlidir dedim ve seçilmiş meşru otoritenin karar alma ve uygulama hakkının sokak şiddetiyle ve kışla yapılmasına karşı çıkanların memnuniyetsizliğine, popülizme zirve yaptıran ‘biz, sadece biz halkız’ zihniyetine ve saçma sapan, komik bir bilimist anlayışa müracaatla engellenmek istenmesinin yanlış ve demokrasiye aykırı olduğuna işaret ettim. Hâlâ aynı noktadayım. Kanal İstanbul’u engellemek için hükümete karşı benzer şekilde şiddet kullanılırsa onun için de aynı yorumu yaparım. Birilerine göre yanlış olsa bile meşru otoritenin böyle bir kararı alma ve uygulama hakkı olduğunu söylerim. Dolayısıyla, ortada bir çelişki yok.

Türk siyaseti, maalesef,  uzlaşmacı olmaktan çok çatışmacı. Bu çatışmacı anlayış, tutum ve dil her kesimde yansıyor. İktidar olduğu için kamunun dikkatini daha çok Erdoğan’ın sert söylemleri çekiyor. Ama çoğu zaman çatışmacı dilde muhalefetin iktidardan aşağı kalır bir yanı yok.  Türkiye ne sadece iktidarın ne de sadece muhalefetin; hem iktidarın hem de muhalefetin. Bu yüzden, siyasî kanatlar bir tutum geliştirmeden önce, halka açık ve teknik boyutları öne çıkaran bir tartışma zinciriyle merak edilen hususların aydınlatılmasına katkı sağlanması memleket için her bakımdan çok daha yerinde ve yararlı olur kanaatindeyim.

 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et