Hoşgörü efsanesi sona erdi

Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, Cemaatin kaybetmeye mahkum olduğunu söyledi. Prof. Dr. Özipek, ‘Cemaat’in ‘diyalog’ ve ‘hoşgörü’ temalı etkinliklerine öteden beri kuşkulu bakanlar açısından bu ‘lanetleşme’ hoşgörü efsanesinin de sonu oldu’ dedi.

Hükümeti hedef alan 17 Aralık operasyonunun ardından bir çok değişenle karşı karşıyayız. İktidarı boyunca vesayetle mücadele eden AK Parti, yeni bir vesayetle mücadele ediyor şimdilerde. Prof. Dr. Bekir Berat Özipek ile cemaatin son dönemde takındığı tavrı ve süreci konuştum. Özipek, cemaatin bu süreçte takındığı tavırla ilgili olarak, ‘Cemaat kaybetmeye mahkum; çünkü ola ki siyasi anlamda kazansa bile zafer onun zaferi olmayacak ve sosyal anlamda döneceği mahalle kalmayacak. Halk daha önce çocuklarının geleceğini çalan darbecilere nasıl baktıysa onlara da öyle bakacak’ diyor. Meselenin yolsuzluk iddiası boyutuna da değinen Prof. Özipek, ‘Yolsuzluk burada araçsal bir kullanıma konu ediliyor. Mızraklarına Kur’an sayfaları takan Muaviye ordusu ne kadar samimiyse, şimdi aniden yolsuzlukları hatırlayan ve ‘temiz toplum’ bayrağı açan güçler de o kadar inandırıcı’ dedi.

Cemaatin hükümete yönelik kuşatmasının başarılı olması halinde nasıl bir Türkiye ile karşı karşıya kalınması muhtemel?

Kuşatan tek başına Cemaat değil; ama o da bunun bir parçası. Hali hazırda en vurucu gücü. Eğer başarırlarsa Türkiye yeni bir kaosa girer.

Ne olur mesela?

Aslında herkesin bir şekilde işaret ettiği bir ‘felaket senaryosu’ var. Buna göre, yargı siyasi operasyonlarını derinleştirir, hükümet bu müdahalenin kendisini alaşağı edecek biçimde geliştiğini görür ve yargının siyasi hamlesine karşı koymaya çalışır, bu ‘hükümetin yargıya müdahalesi’ olarak el birliğiyle gündemleştirilir, bir meşruluk krizi oluşturulmaya ve bir darbe kotarılmaya çalışılır. Belki 1980’deki gibi emir-komuta zinciri içinde, belki de üst kadro yanaşmazsa 1960’deki gibi orta kadro eliyle ve her iki durumda da ‘NATO konsepti içinde’ bir darbe. İkinci yol, açık bir askeri müdahale olmaksızın hükümetin yıkılması, Erdoğan’sız / ‘yönetilebilir’ bir Ak Parti’nin tesis edilmesi için uğraşmak. Eğer bu senaryo doğruysa, başarırlarsa, Türkiye’nin gelişen güçleri kolay toparlanmayacak biçimde budanır, demokrasi bir kez daha kesintiye uğrar, ardından doksanlı yıllardaki gibi güçsüz hükümetler gelir ve Çözüm Süreci’yle 90 yıl sonra bu kadar yakınına geldiğimiz Kürt Barışını kaybederiz.

AK Parti’nin yıkılması halinde ortaya çıkacak yeni tabloda cemaat nasıl bir yer bulabilir?

Bulamaz. Erdoğan’sız Ak Parti’nin veya Ak Parti’siz Türkiye’nin kendileri için daha iyi olacağını düşünebilirler, ama olağanüstü büyük bir hata, tarihi bir yanılgı olur bu.

Yolsuzluk iddialarına siz katılmıyor musunuz?

Katılıyorum ama yaşananın yolsuzluk operasyonu olmadığını söylüyorum. Yolsuzluk burada araçsal bir kullanıma konu ediliyor. Mızraklarına Kur’an sayfaları takan Muaviye ordusu ne kadar samimiyse, şimdi aniden yolsuzlukları hatırlayan ve ‘temiz toplum’ bayrağı açan güçler de o kadar inandırıcı. ‘Öyle bile olsa üzerine gidilmemeli mi?’ diyebilirsiniz. Gidilmeli, ama şu an yapılan bu değil. İyi bir yerden yakalayıp, oradan siyasi bir kuşatma ve saldırı gerçekleştiriyorlarsa, ben neden hala bu bir yolsuzluk operasyonuymuş gibi yapayım ki? Siyasetin ve sevin-sevmeyin meşru seçilmiş siyasi aktörün ve onun üzerinden yeniden halkın iradesinin ezilmeye çalışıldığını göre göre hem de. Cesaret bu değil!

Burada asıl cesaret ne?

Asıl cesaret, egemen söyleme direnmek. Oysa çokları yolsuzluk söyleminin altında eziliyor ve yolsuzluklara taraftar görünmeyeyim diye gayet hijyenik bir dil kullanarak, ‘yargıya müdahale edilmesin’ söylemini tekrarlıyor. Üstelik de çoğu yüksek yargı üzerinden yaşanan hükümet-cemaat kavgasını veya Hürriyet’in derdinin temiz toplum olmadığını bile bile. Kötü niyetlerinden değil, cesaretsizliklerinden. ‘Yoksa siz yolsuzluğu mu savunuyorsunuz?’ sorusuyla dövülmekten çekiniyorlar. Nitekim bu yaşananları temiz duygularla yapılan bir yolsuzluk operasyonu gibi görmeyi tercih eden biri, oyunbozanlık ettiğim için bana böyle dedi.

TESLİM ALINMAYI REDDETMELİ

Siz ne cevap verdiniz?

‘Evet, benim ipek yüklü kervanlarım var’ dedim. Şimdi zor olan, tam da ‘yolsuzlukla mücadele’ gibi yüce bir kavram üzerinden teslim alınmayı reddetmek, müdahale için kurgulanan söylemin düzenini bozmak.

Cemaat tabanı, AK Parti’ye yönelik operasyonlar ve suçlama dili sebebiyle kafası hayli karışık bir manzara arz ediyor. Cemaatin sosyolojik zemininde ciddi bir kırılma gözlüyor musunuz ya da öngörüyor musunuz?

Bunun için derin bir kavrayış gücü veya öngörü yeteneği gerekmiyor. Şu anda devletçi sermayesi, bürokratı ve oligarşi medyasıyla Eski Türkiye’nin pek çok unsuru yine bir arada. Yeni olan Gülen Cemaati. Bu koalisyonun eski unsurları yenilirse, hırpalanmış biçimde kendi sosyal tabanına geri döner. Ama Cemaat’in gidecek yeri yok. Onun sosyal tabanı esas olarak ‘Çevre’dir; yani ağırlıklı olarak DP-Ak Parti siyasi çizgisine oy veren alt ve orta sınıflardır. Bu anlamda Cemaat kendi ayağını bastığı zemini kurutma pahasına o safta yer alıyor.

HALK DARBECİLERE NASIL BAKTIYSA ONLARA DA ÖYLE BAKACAK

Cemaatin hükümeti devirse de deviremese de hâlihazırda politik olarak kaybettiği vurgusunda bulunuyorsunuz.

Kaybetmeye mahkum; çünkü ola ki siyasi anlamda kazansa bile zafer onun zaferi olmayacak ve sosyal anlamda döneceği mahalle kalmayacak. Halk daha önce çocuklarının geleceğini çalan darbecilere nasıl baktıysa onlara da öyle bakacak. İçinden geçtiğimiz dönemleri bir düşünün, Anayasa Mahkemesi’nin nasıl algılandığını, onun siyasi aktivizmini düşünün. Toplum ‘laik’ yargıçların müdahalesini ne kadar meşru gördüyse, ‘muhterem’ yargıçlarınkini de öyle görecek. Hali hazırda da öyle gördüğünü düşünüyorum. Ve bu kadar köklü bir hareket bunu nasıl göremez aklım almıyor.

POLİS KAMİKAZE GİBİ

Polis operasyonları ne ifade ediyor?

Polis kamikaze gibi. Görevden alınacağını bile bile, işten atılıp suç örgütü üyesi olmakla suçlanmayı da göze alıp başka şehirde gizli operasyon yapıyor. Varsayalım MİT Suriye’ye silah gönderiyor. Devlet memurları hangi ara küresel düzeyde teröre karşı kendi devletini ifşa edecek kadar evrenselci duyarlılık geliştirdi? Daha önce devlet içinde hiç şahit olmadığımız bir durum bu ve aklıma iki ihtimal geliyor. Birincisi Türk polisi en asil duyguların insanı ve bağlı bulunduğu İçişleri Bakanını dinlemeyip kendisini feda ediyor. İkincisi ise polis, kendini İçişleri Bakanına değil de başka bir hiyerarşiye tabi görüyor. Başka bir şık geliyor mu aklınıza?

BİR YANLIŞIN İÇİNDELER

Toplumu operasyon başladığından bu yana en çok rahatsız eden hususlardan birisi de Fethullah Gülen’in bedduası oldu. İnsanlar bu manzaradan neden bu denli rahatsız oldular ve sizin yaklaşımınız nedir?

Cemaat’in ‘diyalog’ ve ‘hoşgörü’ temalı etkinliklerine öteden beri kuşkulu bakanlar açısından bu ‘lanetleşme’ hoşgörü efsanesinin de sonu oldu. Beni en fazla rahatsız eden ise ‘suçlu’ ve ‘kötü’ olanların ‘evine ateş düşmesi’nin temenni edilmesiydi. Kimsenin evladı için bu istenmemeli, soykırım suçlusu bile olsa.

Nereye gidecek bu gerilimin sonu?

Gülen Cemaati’nden tanıdığım insanlar var. Onlar, hükümetin çevresindeki oportünist pek çok isimle kıyaslandığında çok da düzgün görünüyorlar bana. Trajik olan da bu; çünkü şu an dehşetengiz bir yanlışın içindeler. Adeta münazarada kendilerine düşen saçma tezi savunmaya çalışanlar gibiler. Hükümetin onlara yaklaşımındaki yanlışlardan söz ediyorlar ama görmeleri gereken şu: Bunların hepsinde haklı olsalar bile, şu an yaptıklarını haklılaştırmıyor bu. Bir meslektaşımın ifadesiyle ‘Cemaat narsisizmi’ içinde görünüyorlar. Ama hala bir umut var, Cemaat en önemli temsilcilerinin diline yansıyan bariz sağduyu kaybını aşabilirse, kalan son zamanı da tüketmeden bu yanlışın bir parçası olmaktan vazgeçerse, az hasarlı atlatırız.

Ortada bir çatışma var. Türkiye’nin önemli meselelerinden birisi olan ‘Çözüm Süreci’ bu çatışmadan nasıl etkilenebilir?

Eğer hükümet bu müdahaleyi püskürtmeyi başarırsa, bunun Çözüm Süreci bakımından anlamı muazzam olur. Çünkü toplum bu kritik tarihsel anda Kürtlerin nerede durduğunu gördü. İslami duyarlılıkları olan Kürtler zaten bu girişimin karşısında duruyor. Ama sadece onlar değil. PKK lideri Öcalan’ın açıkça bunun bir darbe olarak ortaya koyması ve ateşe benzin dökenlerden olmayacaklarını deklare etmesi, bugüne kadar onlara kuşkuyla bakan Kürt-olmayan geniş toplum kesimleri tarafından toplumsal belleğe silinmez biçimde kaydedildi. Bu ‘güven’dir; ‘bölücü terör örgütü lideri’nden, ‘bu ülkenin bir kader ânında sorumlu davranan Kürt lider’ çıkaran bir güven. Türkiye’nin dış destekli bir darbe girişimine maruz kaldığı, algı olarak söylüyorum, Türkiye gemisinin batırılması için işbirlikçilerin etrafı ateşe verdiği bu zor zamanda görülen şudur: Kürtler yine ihanet etmemişlerdir. Üstelik de Türk solunun ve Türk oligarşisinin tüm savaş telkinlerine rağmen; onlar tarafından sıkıştırılmayı ve kınanmayı göze alarak. Bunun yeni inşa edilecek ortak gelecek açısından anlamı büyük olacaktır.

Bu kuşatmayla birlikte ortaya çıkan sorundan çıkış için sizin çözüm yolunuz nedir?

Bu hükümetin sorunu değil; bir demokrat olarak ben de ‘demos’un, yani halkın ve onun meşru temsilcilerinin yanındayım. Ak Parti İstanbul İl başkanının bizimle ilgili sözlerini unutmuş değilim. Başbakan Erdoğan da babamın oğlu değil; ama onun hedef alınması, onun üzerinden halka saldırı anlamına geliyor. Eğer başarırlarsa, yine sandık, seçim ve demokrasi dışı bir yolla iktidarı değiştirmiş olacaklar ve yeni egemen demos değil, bunu başaran olacak. Bu yüzden de ben siyasetin kendisini savunma hakkını tanıyorum. Ama bu hakkı çok akıllıca kullanmak zorunda.

Neden?

Çünkü kendisinden tam da irrasyonel tepki vermesi bekleniyor olabilir. O nedenle bunu panik düzenlemelerle değil, akıllıca yapmalı. Bunun kolay olmadığını biliyoruz. Çünkü CHP, örneğin HSYK ile ilgili kendi anlaştığı anayasal düzenlemeye bile karşı çıkacaktır; çünkü bu parti son tahlilde egemen zümrenin siyasi aktörü olarak bir kaos ihtimalini değerlendirmek isteyecektir. Huylu huyunu kolay terk etmez.

Ne yapılmalı bu durumda?

Siyaset bu kuşatmayı ancak kapsamlı bir demokratikleşme paketiyle yarabilir. Kürt Sorununda kararlı bir ilerleme, Alevi Sorununda samimi ve ciddi bir açılım önemli. Birileri tarafından bahane olarak kullanılsa bile yolsuzluk meselesini de gündemine almak ve yolsuzluk yapanları elemek zorunda. Hükümet, çeşitlilik ve çoğulculuk temelinde oluşacak yüksek yargının yolsuzlukların gereği gibi üstüne gideceği güvencesini verebilirse iyi olur.

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et