Gelir eşitsizliği artıyor mu?

Geçen haftaki yazımda da işaret ettiğim üzere temel insanî değerlerden biri olan eşitliğin farklı türleri mevcut ve her türün mahiyeti ve sonuçları üzerinde aynı derecede geniş bir mutabakat bulunmuyor.
Tüm insanların eşit insanî değere sahip olduğunu söyleyen ahlakî eşitlik, herkesi kanun önünde bir gören hukukî eşitlik ve siyasal haklara eşit sahipliğe işaret eden siyasî eşitlik genel bir ilke olarak, maddî eşitliğe nispetle, daha kolay ve daha yaygın kabul görmekte.

Eşitliğe bakışta farklı ideolojik ve sosyolojik pozisyonlar var. Faşizme göre insanlar eşit olamaz. Bazıları yönetmek, bazıları yönetilmek üzere yaratılmıştır. Aristokratlar, elitistler sade halk tabakalarının kendileriyle aynı olmasını asla kabul edemez. Kendi etnisitesini üstün görenler, diğer etnisiteleri aşağı, hatta iğrenç bulur. Kendi dinini herkese zorla benimsettirmeyi hak eden bir inanç sayanlar diğer dinlerin mensuplarına tepeden, acıyarak, küçümseyerek bakar. Liberaller ahlakî, hukukî ve siyasî eşitliği esas alır. Maddî eşitliğin imkânsız ve maddî eşitlikçi uygulamaların birçok türünün zararlı olduğunu düşünür. Ya sosyalizmin eşitlik karşısındaki pozisyonu nedir? Bunu sormak gerekli, zira sosyalizm eşitliğin temel değeri olduğunu gösterişli retoriğinde devamlı vurgular. Ne var ki, sosyalizmin eşitlikçiliği sözde kalır, zira o, özünde, insanın ahlakî, siyasî ve hukukî eşitliği fikrine dayanmaz. Eşitliğin asıl önemli türlerini maddî eşitlikle ikame etmeye çalışır. Bu yüzden, abartılmış bir maddî eşitlik ideali uğruna ve adına kurulan sosyalist rejimlerin ahlakî, hukukî, siyasî ve de maddî eşitsizliğe dayanan sistemlerin en görkemli numunelerini teşkil etmiş olması tarihin garip bir cilvesi değil, ideolojinin mahiyetinin ve epistemolojisinin doğal bir sonucudur.

Son zamanlardaki eşitlik tartışmalarının bir ayağı globalleşmenin eşitlik üzerindeki tesiri veya aynı anlama gelecek şekilde eşitsizliğe katkısı. Kimi popüler kitaplar globalleşmenin eşitsizliği artırdığını ileri sürmekle yetinmiyor, eşitsizlikle birçok toplumsal problem arasında korelasyon kuruyor. Bunların en meşhuru, Richard Wilkinson ve Kate Pickett’ın “The Spirit Level: Why More Equal Societies Almost Always Do Better” (“Örnek Seviye: Neden Daha Eşit Toplumlar Daima Daha İyi İşler”) (2009) adlı eseri. Eşitsizlik tartışmalarında kullanılan analitik aletlerden biri “gini katsayısı”. Sıfır ile bir arasında uzanan bir skala bu ve eşitsizlik 0’a yaklaştıkça azalıyor, 1’e yaklaştıkça artıyor. Gini katsayısı kullanılarak eşitsizliğin arttığı gösterilirken, Wilkinson ve Kate, İngiltere’de eşitsizliğin giderilmesinin cinayet artışlarını durduracağını, ruh hastalıklarını üçte iki azaltacağını, obeziteyi gerileteceğini, hapishane nüfusunu küçülteceğini, çocuk annelerin yaptığı doğumları yüzde 80 oranında indireceğini ileri sürüyor.

gelir değil tüketim önemli

Gelir eşitsizliğinin arttığını iddia edenlerin sesi hem dünyada hem Türkiye’de gür çıkarken, artmadığını veya sadece bu değişkene dayalı analizlerin bilimsel olarak doğru ve anlamlı sonuçlar vermeyeceğini savunanların sesi çok cılız kalıyor. Niçin? Çünkü eşitsizlik artıyor korosuna ters şeyler söylemek hem zor hem de tehlikeli. Zor, zira gerçeği tespit için ciddi bilimsel incelemeler yapmak gerek, kim uğraşır bununla? Tehlikeli, zira koronun entelektüel terörüne ve telafisi zor veya imkânsız itibar kaybına maruz kalmak çok kolay. Yine de, birileri durmuyor, duramıyor, doğruluğu aşikâr sayılan büyük tezleri iğneliyor. Geçenlerde böyle yapan bir makaleyi, Dalibor Rohac’ın “Does Inequality Matter?” (“Eşitsizlik Problem midir?”) adlı yazısını okudum. Rohac’a göre Wilkinson ve Pickett’in meşhur çalışması yeterince sağlam bir bilimsel çalışma değil. Başka bazı yazarların da (Christopher Snowdon gibi) işaret ettiği üzere, bu ikilinin eşitsizlikle toplumsal sorunlar arasında bulduğunu iddia ettiği korelasyon, geçerli bir metotla yapılmış empirik çalışmalara dayanmaktan çok spekülasyonlar, önyargılar ve tahminler üzerine inşa edilmiş. Meselâ, önemli bir araştırmacı olan Argus Deaton’a göre (Princeton Üniversitesi), “gelir eşitsizliği ile kötü sağlık arasında hiçbir doğrudan ilişki yok”. Wilkinson ve Pickett’in daha vahim bir hatası, kişilerin sosyal hiyerarşideki yerinin tek belirleyicisinin gelir seviyesi olduğunu zannetmeleri. Oysa insanlar sosyal statü iyileşmesi için değişik yollarda mücadele ediyorlar, sadece gelir seviyesi alanında değil.

Rohac’ın makalesinin önemli bir yönü, kavramsal zenginliği. Sırf gelir eşitsizliği esas alındığında, dünyanın bazı yerlerinde (Avrupa’da ABD’den daha fazla olmak üzere) gelir eşitsizliğinin arttığını tespit etmek mümkün. Ancak bu, eşitlik skalasında altta kalan insanların hayat şartlarının zorunlu olarak kötüye gittiğini göstermiyor. Bunun farkına varabilmek için önce ayrı cinsleri (mesela taşrayla şehir) değil aynı cinsleri karşılaştırmak gerekiyor. İkinci olarak, ulusal gelir ve ulus devlet ölçeklerinin tüketim seviyesini ve maddî refahı ölçmekte gayet yetersiz ve yanıltıcı olduğunu hatırda tutmak icap ediyor. Eşitlik tartışmasının daha anlamlı olması için gelir eşitliğinin hemen yanına bir başka kavram daha eklemek lazım geliyor: Tüketim eşitliği. İnsanların tüketim seviyesindeki değişikliğe bakarak refah seviyelerinin nereden nereye gittiği hakkında daha doğru bir fikir edinmek mümkün. Konuyla ilgilenen yazarlardan Richard Blundell ve Ben Etheridge’in araştırmaları, tüketim eşitsizliğinin gelir eşitsizliğinden çok daha yavaş yükseldiğini gösteriyor. Bunun anlamı, süper-zengin bir sınıf doğarken, ortalama insanların tüketim seviyesinin aşağı kaymadığı. Nitekim 1980’lerden beridir en zenginlerin tüketim seviyesi aynı kalmış, ama daha aşağıdakilerin yükselmiş. Teksas Üniversitesi’nden Daniel T.Slesnick’e göre, ABD’de tüketim eşitsizliği 90’lar boyunca sabit kalmış veya azalmıştır. Bunu sağlayan, dünya üretimindeki artış ve ürünlerin fiyatının düşmesidir. Somut bir örnekle açıklamak gerekirse, bir evde 15 bin, bir diğerinde 500 dolarlık bir buzdolabı bulunması, bir gelir eşitsizliğinin işareti olabilirse de, önemli bir tüketim eşitsizliği yaratmaz, zira, ucuz buzdolabı da gıdaları koruma, suyu soğutma vs. imkânı verir. Dolayısıyla, malların ucuzlaması, yani daha kolay elde edilebilir hale gelmesi, daha düşük gelir gruplarının refah seviyesinin yükselmesine önemli katkıda bulunmaktadır.

Sosyal ve ekonomik olguları tek değişkenle izaha kalkmamak; gerçeği anlamak için sağlam, kabul gören bilimsel yol ve yöntemler kullanarak çok boyutlu ciddi araştırmalar gerçekleştirmek lazım. Bu yapıldığında, hem gelir eşitsizliğinin iddia edildiği ölçüde artmadığı hem de gelir eşitsizliğinin artmasının kendi başına insanlığı korkutucu bir sosyal dengesizlik durumuna sürüklemediği ortaya çıkıyor.

Zaman, 16.09.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et