Geçmiş, gelecek, anayasa…

Batı özü itibariyle temsili demokrasinin, modern ulus devletin ve sanayileşme ile başlayan ve gelişen üretim ile ticarete dayalı kapitalist ekonomik sistemlerin kurucusu olan medeniyet alanı. Türkiye’nin bu medeniyet alanının neresinde durduğu, içinde mi dışında mı olduğu ya da olması gerektiği ikiyüz yıldır bir tartışma konusu olageldi. Uygulamaya baktığımızda ise tüm çarpıklığı ve taklitçiliğine rağmen Türkiye’nin siyasi, kültürel ve iktisadi bakımdan giderek Batı’ya benzeyen bir yapıya kavuştuğunu gözlemleyebiliriz. Bizde, anayasacılık hareketi Batı örneğinden hareketle gelişti. İdeolojilerimizin şekillenmesinde Batı rol oynadı. Erken dönem Cumhuriyet elitinin oluşturmaya çalıştığı şekli uygulamalar demokrasiye geçişle birlikte daha rasyonel ve halkın onayını alan bir çizgide ilerlemeye başladı. Ama Batı Türkiye için hep bir hedef olmaya devam etti.

Soğuk Savaş’ın sona erdiği 90’lardan itibaren küreselleşmenin yeniden şekillendirdiği dünya ortamında yüzyılı aşkın Batılılaşma hareketinin de sorgulandığı bir döneme girdik. Ergenliği geride bırakan Cumhuriyetin rüştünü ispatlamaya çabalaması ve olgunlaşması olarak nitelendirilebilir bu dönem. Özellikle son yirmi yılda bir muhasebe yapıyoruz. Biz kimiz? Birlikteliğimizin temelleri nedir? Nasıl daha iyi olabiliriz? Temel sorularını aşağı yukarı tüm kesimler soruyor. Kurduğumuz ama çalıştıramadığımız kurumlar, bir türlü rayına sokamadığımız demokrasi, şeklen girdiğimiz birey kılığında sürdürdüğümüz cemaatçi yaklaşımlar, bir türlü arzu edilen iktisadi gelişmişlik ve refah düzeyine erişememenin nedenleri üzerine kafa yormaya belki de çok yakın bir geçmişte başladık.

Sadece sorgulamalar değil, günlük yaşamda karşılaştığımız sorunlar da bizi düşünmeye sevk ediyor. Başta etnik ve dini guruplar olmak üzere farklılıklar arasında ortaya çıkan çatışmaları nasıl sonlandıracağımız, bölgesel ve küresel gelişmeler karşısında nasıl bir tutum takınacağımız, on yılda bir kendini gösteren rejim krizlerinden nasıl kurtulacağımız hep bizi düşünmeye sevk eden konular oldu. Bu sorgulama ve sorunlarla baş etme dönemi belki yıpratıcı bir etki yaratıyor üzerimizde ama artık dünyayı daha iyi anlayabilir, yorumlayabilir ve kendimizi onun içinde anlamlandırabilir bir konuma geliyoruz. Böyle bir dönemde anayasa yaparken geriye gitmemeli, geleceğe bakmalıyız. Türkiye için yeni anayasa, sadece yeni bir hukuk metni değil, deneyimlerimizi ve sorgulamalarımızın sonuçlarını yansıtabildiğimiz bir yeni anlayışı ifade etmeli.

Eğer demokrasi ortak arzumuzsa, gerçekten demokratik olan bir rejim nasıl olmalı diye sormalıyız. Aktörlere değil, işlevlere yönelmeli, geleceğin Türkiye’sini geçmiş alışkanlıklardan, vesayetçilikten, devlet organlarını dengesiz ve denetimsiz iktidar alanlarından, onlarcasını denediğimiz içi boşaltılmış kurumsal yapılardan kurtaracak, “alaturka” olmayan ama “bize uyan” bir gerçek toplumsal sözleşme ile inşa etmeliyiz.

Oluşturduğumuz anayasal çerçeveyi test edebilmeli, toplumdan gelen yankılara gözlerimizi kapatmamalı, dünyada yeni anayasanın için önerilerimizin nasıl tartışıldığını iyi izlemeliyiz. Sayısal üstünlüklere, on yıl sonra eskiyecek geçici moda görüşlere değil, ihtiyaçlara, açılım getirebilecek yeniliklere, taklitçi olmayan ama dünya uygulamalarını dikkate alarak kurgulanmış kurum ve düzenlemelere yönelmeliyiz.

Evet, tüm bunları yapabilirsek, modernizm ile geleneksel paternalizm arasındaki sıkışmışlığımızdan, görüntüyü içeriğin önüne çıkaran şekilciliğimizden kurtulabiliriz. Aksi halde, kısa sürede yeniden bir anayasa yapım sürecinde bulabiliriz kendimizi.

Yeni Yüzyıl, 05.04.2016

http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/gecmis-gelecek-anayasa-1890

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et