“Fezleke Hukuku”

Öcalan, 1999’da yakalandı. Havanın muhalefet etmesinden ve kosterin arızalanmasından (!) kaynaklanan istisnalar haricinde Öcalan, avukatlarıyla görüşebiliyordu. Görüşmelerin hangi şartlar altında yapıldığı da biliniyordu: Tepeden tırnağa sıkı bir aramadan geçen avukatlar Öcalan’la uzun bir masada karşılıklı olarak oturuyorlar ve Öcalan’a hiç dokunmadan sadece kurşunkalemle not alıyorlardı.

Çarşamba yapılan görüşmelerin notları perşembe gözden geçiriliyor ve cuma günleri öğlen saatlerinde“Öcalan’ın Cuma hutbesi” internete düşüyordu. Avukatların tüm görüşmeleri devletin sıkı kontrolü altında yapılıyor, sarf edilen her cümle kayıt altına alınıyordu. Bu, 12 yıl boyunca devam etti.

Sonra bir gün devlet, avukatların Öcalan’ın talimatlarını örgüte ilettiğini ve örgütü yönetmesini sağladığını keşfetti. Avukatlara yönelik operasyon başlattı; çok sayıda avukatı tutukladı. Gerekçe tuhaftı; “Madem böyleydi, buna nasıl müsaade ettiniz, bugüne kadar aklınız neredeydi”soruları havada kaldı, zira bunlara verilecek mantıklı bir hukuki yanıt yoktu.

Şimdi de ÇHD’li avukatlar çarmıha gerilmek isteniyor; siyasi operasyonun hedefinde bu kez onlar var. Polis büyük bir hoyratlıkla tüm hukuk kurallarını göstere göstere ihlal ediyor.Sabahın köründe evler ve bürolar basılıyor, kapılar kırılıyor. Yasa gereği, avukatların büroları aranırken orda olması gereken savcı, trafiğe takılıyor, arama onsuz yapılıyor. Bürolardaki belgeler alınıyor, bilgisayardaki bilgiler kopyalanıyor, avukat-müvekkil ilişkisinin mahremiyetine saldırılıyor. Avukatların üzerine basılıyor; küfür ve hakaretlere maruz kalan avukatlardan zorla kan ve DNA örnekleri alınıyor. Savcının davetine icabet edecekleri belli olan avukatlar, suçüstü yapılmış azılı bir katil gibi, elleri kelepçeli bir şekilde adliyeye çıkarılıyor.

Polis, ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın bürosunda “patlayıcı madde, patlayıcı madde yapımında kullanılan malzeme” arıyor. Ama sürprize bakın ki bir şey bulamıyor. Hakkında gözaltı kararı bulunan Kozağaçlı, Beyrut’tan kalkıp geliyor, uçakta gözaltına alınıyor. Mahkemeleri mekân tutan ve her gün toplumun gözünün önünde olan dokuz avukat için hâkim “adli kontrol”ü yeterli bulmuyor, matbu ifadelerle tutuklanmalarına karar veriyor.

İnsan, savunma hakkını ve örgütlenme özgürlüğünün bu denli pervasızca çiğnenmesinin ardından aklı başında bir açıklama bekliyor. Ne olup bittiğini anlatan, avukatlara yönetilen ithamları açıklıkla ortaya koyan, bu ithamların dayandığı sağlam delilleri gösteren, ikna edici bir açıklama.

Polis, merakta koymuyor bizi, hemen kaleme sarılıyor. Tabi burada “Neden polis de, savcılık değil”sorusunu sormuyoruz; çoktandır hak-hukuk işlerinin polis marifetiyle yürütüldüğünü biliyoruz.

Açıklama, evlere şenlik. Polis, operasyonun DHKP-C’ye yönelik olarak yapıldığını söylüyor ve avukatları da “kozmik bilgileri yabancı devlete sızdıran ajanlar” olarak suçluyor. Kozağaçlı’nın ifadesiyle, polisin “televizyon dizilerinde duyduğu ‘kozmik bilgi’ ve ‘ajan’ gibi safsatalarla”avukatları suçlamasının bir mantığı var elbette. Operasyonun şekli ve suçlama metniyle polis, avukatların gizli-kapaklı işler çeviren tehlikeli kişiler olduğu algısını yaratıp yapıp-ettiklerine toplumsal bir meşruiyet üretmeye çalışıyor.

Bu “ajan”ların Engin Ceber’in, Festus Okey’in, parasız üniversite isteyen öğrencilerin, haksız bir şekilde işten atılan işçilerin ve daha birçok mağdurun davalarını üstlenen, hukuk-dışılıkların peşini bırakmayan avukatlar olmaları ise, bildik bir hastalığımızın nüksettiğini düşündürüyor. 

Türkiye’de hukuk öteden beri bireylerin hak ve hürriyetlerini korumaktan ziyade muhalif olarak mimlenenleri sindirmek ve ortadan kaldırmak için kullanılan bir enstrüman olageldi. Gücü elinde bulunduranlar, kendilerine tehdit gördüklerini hukuk aracılığıyla tasfiye ettiler. Dün, asıl güç askeriyedeydi; bugün ise ibre Emniyet’e dönmüş hâlde. Polis tehlikeli olduğuna hükmettiklerine operasyon düzenliyor, “polis fezlekesi” iddianameye dönüşüyor ve mahkeme de bunun üzerinden karar tesis ediyor. Mevcut düzende, savcı ve hâkim etkili bir aktör vasfını kaybediyor, yargılamanın bütün aşamalarında polis belirleyici oluyor.

Bu “polis fezlekesi hukuku”nda herkes, her an “terörist” olabilir. Her birimizin hak ve özgürlüklerini pamuk ipliğine bağlayan bu düzene karşı çıkmak bugün için en acil sorumluluktur.

Taraf, 25.01.2013

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et