Evlilik programlarından ne istiyorlar?

Bu dönem “darbe gerekçesiyle çıkarılan KHK’lar ile evlilik programları bile yasaklanmıştı” diye tarihe geçebilir.

Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş yaptığı bir açıklamada (mealen) “bu programlar hakkında çok sayıda şikayet alındığını, bu konuda bir çalışma yapılmakta olduğunu, önümüzdeki KHK ile bir düzenlemenin hayata geçirilebileceğini, böylece toplumsal taleplere cevap verilmiş olacağını” ifade etti.

Evlilik programları neredeyse her ulusal kanalda var. Yanılmıyorsam hafta sonu hariç her gün de yayınlanıyorlar ve reytingleri çok yüksek. Başarılı bir iş gibi görünüyor.

Meğer bu programlar herkesin derdi imiş. RTÜK’e gelen şikâyetlerde, zirvede evlilik programları  varmış. Kaldırılması için imza kampanyaları başlatılmış. MHP 16 Şubat 2017’de “aile kurumunu olumsuz etkiliyor” diye araştırma önergesi vermiş. Ve nihayet bu programların yarattığı “infial” o raddeye gelmiş olmalı ki, hükümet çareyi darbe girişimi gerekçesiyle çıkardığı OHAL’in mümkün kıldığı kararnameleri, hayatiyet ve aciliyet içerdiği anlaşılan bu muazzam tehlikeye karşı kullanmakta bulmuş!

Şikâyetler çeşitli; ancak özetle, bu programların aile yapısını bozduğu, toplumu ahlâken yozlaştırdığı türünden iddialar üzerinde yoğunlaşıyor. Bunu önleyebilmek için, bu programların en iyisi yasaklanması — ki herhalde pek çoğunun arzu ettiği çözüm olurdu — veya katı bir “doğruluk” düzenlemesi ile sınırlandırılması talep ediliyor.

Yani insanlar bu programlardaki “kötü” söz ve davranışlardan etkilenerek ahlâken yozlaşıyorlar, kötü davranışlara meylediyorlar, yanlış şeyler yapmaya başlıyorlar.

Eğer bu sav evlilik programları için doğruysa diğer bütün programlar için niye doğru olmasın? Dolayısıyla bu açıdan diğer programlara da göz atalım.

Survivor’dan ses ve yetenek, oradan moda ve yemek kategorilerine uzanan pek çok yarışma programı var. Bu programlarda insanlar yalan söylüyor, kıskançlık gösteriyor, sözünde durmuyor, dedikodu yapıyor, ahde vefasızlık gösteriyor, rakiplerini yanıltmaya çalışıyor, oy toplamak için pek çeşitli hamleler yapıyor ve daha neler neler…

O halde tüm bunlar da yasaklanmalı; maazallah, kim bilir insanları nasıl yozlaşma ve kötü olmaya yöneltiyorlardır!

Tehlike geçti mi? Tabii ki hayır… Daha sırada magazin programları var. Sanatçıların, ünlülerin özel hayatları deşifre ediliyor, gençler lüks yaşama, gece hayatına ve eğlence dünyasına özendiriliyor, programlar çeşitli sanatçı ve ürünlerinin reklamı için kullanılıyor, yani izleyici bir nevi kumpasa getiriliyor. Madem öyle onlar da yasaklanmalı…

Bitti mi? Hayır. Daha sırada astroloji programları var. İnsanları boş inançlara yönlendiriyorlar, insanların geleceği bilme zaafını sömürüyorlar. Öngörüleri çıkmıyor, böylece insanları aldatmış oluyorlar…

Adliye ve polisiye türü programlar da pek çok risk içeriyor. Kayıp, tecavüz, istismar, cinayet, hırsızlık veya ihanet içeren vakalara yer vererek her türlü suçun nasıl işlenebileceğini, nelere dikkat edilmesi gerektiğini sergilemiş oluyorlar. Belki de bu suçlara televizyonlarda yer vererek gençleri özendiriyorlar; suçu olağan hale getiriyor, yaygınlaşmasına vesile oluyorlar.

Peki ya din programlarına ne demeli? Belki de halkımızın dini hassasiyetlerini sömürüyorlar, yanlış dinî anlayışları yaygınlaştırıyorlar; kim bilir, gerçek dini bozuyorlardır bile… Üstelik dini kullanarak servet kazanıyorlar (bu tepki gündeme gelmişti örneğin); ayıp değil mi?

Dizilere, filmlere, reklamlara hiç girmedik bile…

Bunları tek tek sıralamamın sebebi, evlilik programlarının yasaklanmasını istemenin haklı ve sürdürülebilir bir gerekçesinin bulunmadığını gözler önüne sermek. Suç işlemedikleri ve kimsenin haklarını ihlâl etmedikleri halde, insanların beğenmediğiniz, hoşlanmadığınız, canınızı sıkan, sizi rahatsız eden davranışlarına karşı bir kere devletin zor gücünü kullanmayı tercih ettiğinizde, bunun bir sınırının olamayacağını göstermek. Tutarlı kalarak birini yasaklayıp diğerlerini serbest bırakamazsınız; bir yasaklar döngüsüne girip her şeyi yasaklamak durumunda kalırsınız.

Hoşlanmadıkları ve doğru bulmadıkları davranış ve sözler için devletin zorlama gücünün kullanılmasını talep eden bu müdahaleci ve yasakçı zihniyete daha yakından bakalım. Bu zihniyetin en az üç yüzü var.

İlk olarak, bu zihniyet bir nevi riyakârlık içeriyor.

Bu insanlar kendi aileleri, komşuları veya çevrelerinde gördükleri, toplumda zaten yaygın olarak rastlanılan bazı davranış tarzlarını televizyonlarda gördüklerinde veryansın ediyorlar. Bunlar “bizim kültürümüze aile yapımıza aykırı şeyler, bizim güzel ve saf geleneğimizi bozuyor” diye yakınıyorlar. Gerçekte olanın açık edilmesinden duyulan bir hoşnutsuzluk veya gerçeğin çıplak halinden memnuniyetsizlik söz konusu.

Örneğin pek çok kişi bu programlara katılanların maddi koşullar öne sürmesini ve evlilik için maddi imkanları önemli bir kriter olarak ortaya koymasını ayıplıyor. Ne var ki para meselesi evliliklerin gerçekten de önemli bir kriteri. Bilhassa geleneksel evliliklerde, damadın işi ve/ya evi olup olmadığı, çiftlerin ailelerinin maddi güçleri arasındaki denge, düğünün, eşyaların veya takıların nasıl karşılanacağı gibi konular en temel evlilik mevzuları arasında yer alıyor.

Mesele şu: yakınılan davranışlar zaten toplumda mevcuttur; ancak gizli saklı, çaktırmadan, konu komşuya duyurmadan, öyle değilmiş gibi bir hava verilerek sergilenir. Televizyonda ise her şey açık seçiktir, hattâ ilgi çekmesi için bu “zaaf veya gerçek”lerin üstüne üstüne gidilir ve iyice abartılır. Bu tür programlar sosyal gizlilik ve bilmiyormuş gibi yapma zarafetini iplemeyebilir. Bu ise bazı insanlarda hoşnutsuzluk yaratıyor sanırım.

İkinci olarak, bu zihniyet yüksek düzeyde kibir içeriyor.

Örneğimiz üzerinden gidersek; evlilik programlarını yapanların, sunanların, yayınlayanların, reklam verenlerin, katılımcıların, konukların ve nihayet severek izleyenlerin, yani bunca insanın bile isteye yaptığı tercihlerini ve iradelerini hiçe sayacak kadar yüksek bir kibir taşıyorlar. Bu kibir onları küstah yapıyor.

Bunca insanın tercihinin yanlış veya kötü olduğunu, ancak kendi görüşlerinin doğru olduğunu düşünüyorlar. Buraya kadar sorun yok. Ancak devamında, bunca insanın aslında kendileri için neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyecek ve buna karar veremeyecek düzeyde cahil veya zavallılardan oluşan bir kitle olduğunu ileri sürmüş oluyorlar. Kendileri ise bu durumda bilgili, görgülü, akıllı ve başkaları adına hüküm vermeye ehil, neredeyse üstün kişiler konumuna yükseliyor.

Ayrıca, yasaları çiğnemedikleri halde yapımcıları, sunucuları, katılımcıları kötü niyetli olmaktan “mahkûm” edebiliyorlar. Kötücül ve paragöz yapımcılar bu cahil ve zavallı kitleyi sömürüyor; kendileri ise buna kahramanca dur diyor. Onlar çıkarını düşünen, ahlâken düşkün, kötü, insanlar; kendileri ise her türlü zaafı, saplantıyı, hırsı ve nefreti aşmış, sırf toplumun iyiliği için uğraşan şövalye veya melekler payesine erişiyor.

Sadece burada kalsa keşke, ama yetinilmiyor; bunca yetişkin insan kendi tercihleri ve rızaları hilâfına, sırf kendilerinin doğru veya iyi bildiği şeyi yapmaya devlet eliyle zorlanmak isteniyor. Korkarım devlet de bu çağrıya olumlu cevap vermeye hazırlanıyor.

Bu, kibirden kaynaklanan bir küstahlık değilse nedir?

Son olarak, bu zihniyet hijyenik toplum saplantısı ile yüklü haldedir.

Bana göre bu saplantı, (yönetilenlerin iyiliğini gözetmek adına) sıvı hali olan paternalizmden başlayıp (yönetilenleri hizaya sokmak adına) katı hali olan faşizme kadar uzanabilecek bir nevi “psiko-sosyal hastalık” durumudur.

Bu hastalığa yakalananlar, ahlâklı insanlar ve tertipli bir toplumdan oluşan kitabî bir dünya arzu ederler. Müellifinin kendileri olduğu o kitaba uygun görmedikleri her ne varsa, onları saplantı haline getirirler. İnsanların bu kitabi dünyaya uymayan tercih ve davranışları toplumda kir ve dağınıklık yaratır. Toplumdaki o kirlerin yıkanması ve temizlenmesi, dağınıklıkların düzenlenmesi ve tertiplenmesi gerekir.

Örneğin hijyenik toplumda insanların saçma sapan evlilik programları izlemek yerine kitap okuması veya spor yapması gerekir. Televizyon izlenecekse “bari” belgesel filan izlenir.

Bu zihniyet çerçevesinde, insanların bazı eğilim ve güdüleri ya yok sayılır, ya da temizlenmesi gereken kirler, düzene sokulması gereken dağınıklıklar olarak görülür. Para kazanma isteği, beğenilme isteği veya ünlü olma isteği gibi eğilimler, bunları yansıttığı düşünülen davranışlar üzerinden mahkûm edilir.

Aslında “kir ve/ya dağınıklıklar” sadece diğer bireylerin kendi hayatlarını, kendi istedikleri şekilde yaşamaları sonucu ortaya çıkan olgulardır. Sadece kınamaları veya bu “kir ve dağınıklık” ile sadece kendi imkânlarıyla mücadele etmeye çalışmaları anlaşılabilir; ancak devletten bunu istemek, hijyenik toplum hastalığının artık tedavisi mümkün olmayan aşamaya gelmesidir.

Siz katılmayın, izlemeyin, ama katılanlara ve izleyenlere karışmayın.

Evlilik programlarını rahat bırakın…

Serbestiyet, 24.03.2017

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et