Ekin Gün- Bizim Liberaller…

Özellikle liberal tartışmalarda sivil toplum kavramı çok önemli bir yer tutar. Liberalizmin temel felsefesinde sivil toplum kısaca “birey ile devlet arasında kalmış bir topluluk” olarak adlandırılabilir.

Sivil toplumun devletle iç içe geçmeden, devletten talepleri olan ve bu taleplerin hayata geçirilmesi için organizasyonlar düzenleyen ve de genellikle fikir tartışmaları üzerinde yoğunlaşan bir yapıdır.

Her ne kadar sivil toplum hemen hemen aynı fikre sahip insanların oluşturduğu bir topluluk olarak adlandırılsa da içinde önemli fikir ayrılıklarına rağmen bir arada yaşama güdüsü içinde olan ve hoşgörü çerçevesinde uzlaşı arayan bir yapı olarak da sayılabilir.

Örneğin bir toplumdaki en küçük sivil toplum “aile” sayılabilir. Aile bireylerinin içerisinde farklı nedenlerden dolayı kaynaklanan fikir ayrılıkları olsa da herkes birbirinin menfaatini düşündüğünden ve kendiliğinden gelişen süreçlerde fikir ayrılıklarını belli bir noktada uzlaşı ile çözümlediğinden sivil toplumun yapı taşlarının başında gelir. Ailede yaşanan her şeye rağmen ayrılık kararından önce akla “nasıl bir arada yaşayabiliriz?” sorusunun gelmesi aslında aynı amaç etrafında birleşen ve uzlaşı arayan bir kümeyi gösterebilir.

İnsanların sivil topluma ihtiyaç duyması ve sivil toplumu oluşturan bireylerin fikirlerinin ve taleplerinin olması bir bakıma devlet yapısına muhalif bir çizgiyi oluşturur. Devlet derken resmi kurumların dışında bunu bir otoriteye başkaldırı olarak da tanımlamak mümkündür.

Bugün Türkiye’de yaşanan süreçte AK Parti ile Cemaat gerilimi salt olarak bakıldığında devlet ile sivil toplum gerilimi olarak okunabilir. Ama asıl soru şudur ki; bu mesele pratikte de böyle midir?

Bu yaşananlar da aslında ben bir refleks değişimi olduğunu, devlet ile sivil toplumun ani çıkışlar ve ulaşılması istenen hedefler bazında birbiriyle yer değiştirdiğini gözlemliyorum.

Konuyu biraz daha açmak gerekirse bir sivil toplum faaliyeti gütme amacıyla oluşan Cemaat’in devlet içindeki bazı noktalarda söz sahibi olmak istemesi ve kendisini oluşturan fikrin devlet ideolojisinde hâkim kılınması talebi Cemaat’i sivil toplum kavramından çıkararak aslında otoriteyle eş değer bir noktaya getiriyor.

Bir yandan ise tüm bu yaşananlar karşısında halkın temsili olarak seçtiği kişilerin tehdit, şantaj yoluyla hizaya getirilmek istenmesi sivil siyaseti de tehlikeye sokan bir durum olmakla birlikte halkın seçtiği kişilerin görevlerini yerine getirememesine ve devletin içindeki aygıtlara göre hareket etmesi durumunu doğruyor.

Halkın soyut manada bireylerden oluştuğunu ve bireylerin de birleşerek sivil toplumu otoriteye karşı kurduğunu düşündüğümüzde devlet içindeki aygıtların aslında bireyler bazında sivil toplum yapılarını da tehlikeye soktuğunu görebiliriz.

Daha açık anlatmak gerekirse kuruluş aşamasında otoriteye karşı ya da aynı fikir etrafında birleşen yapıların güç kazanarak devlet içinde ve devlet yoluyla yaptırımlar da bulunması sivil toplum amacıyla kurulan bu yapıyı bizzat otorite haline getiriyor ve bu otorite de Demokles’in kılıcını dilediği zaman sallama hakkını da elinde bulundurmuş oluyor.

Oysa Nigel Ashford’un “Özgür Toplumun İlkeleri” adlı kitabında bahsettiği gibi liberal demokrasi standardına sahip bir ülkede atanmışlarla seçilmişler arasındaki en önemli farkın “halk” olduğu gerçeği yatıyor. Atanmış olan bürokratik yapıyı değiştirmek mümkün olmazken devleti yönetme konumuna sahip gelmiş bir iktidarı seçimle değiştirmek mümkün.

Bugün baktığımızda birtakım liberallerin düştüğü hata ise sivil vesayetle sivil siyaset arasındaki farkı anlamamış olmaktan beri geliyor.

Türkiye’de son dönemde yaşanmış olayları salt bir yolsuzluk meselesi olarak değerlendirmek ne yazık ki mümkün değil. Çünkü bu noktada direk olarak belli bir fikir yapısını devlet ideolojisi haline getirme ve tüm devleti bu noktada dizayn etme çalışmaları direk halkın takdirine ve seçilmişlerin oynadığı sivil siyaset sahnesine bir darbe vurmakta.

Bu konuyla alakalı olaraktan Türkiye’de liberal dendiğinde akla ilk gelen isim olan Atilla Yayla’nın Yeni Şafak’taki geçen yazmış olduğu yazıda belirttiği şu cümlelerin önemi büyük: “Demokratik bir sistemde politikacılar ne kadar hoyrat olursa olsun ve hangi hataları yaparsa yapsın onlardan korunmak ve kurtulmak mümkündür. Zira iktidarı kullananın kimler olduğu bellidir. İktidarın hangi kurallara göre kullanılacağı bellidir. Demokratik iktidar halka periyodik olarak hesap vermek zorundadır. Otonom yapılanma ise görünmezdir. Yapılanmasını ve içindeki mevki-yetki dağılımını temsilcileri aracılığıyla halka değil kendi kendisine borçludur. Hiçbir kuralla bağlı değildir. Her yol ve yöntemi pervasızca kullanabilir. İnsanlar bu yapılanmanın unsurlarını teşhis edemezler. Onları hesaba çekemezler. Yapılanmanın kendisini, oy vererek, bir hükümeti ortadan kaldırmaları gibi ortadan kaldıramazlar. Bu demokrasi için de tek tek her birey için çok ağır bir tehlike yaratır. Bu yüzden, söz konusu otonom yapılanmayla mevcut iktidar arasındaki mücadele basit bir iktidar kavgası olarak görülemez. Bu, demokratik siyaset ile bir bürokratik iktidar odağı arasındaki genel bir mücadeledir.”

Benim bildiğim, öğrendiğim ve hissettiğim liberalizm ise liberal demokrasinin bir gereği olarak seçilmişlerin yanında olmayı, atanmışların topluma dayatmaya çalıştığı ve hedeflediği gizli emellerinin karşısında olmayı gerektiriyor.

Yoksa meseleye salt bir yolsuzluk meselesi olarak bakıp halkın takdirine karşın arkadan hamlelerle bir vesayet kurmaya çalışanların yanında olmak Mısır’daki liberal denilenlerin fikriyatından başka bir şey olmasa gerek.

Haftaya konuya devam edeceğim.

sivildusunce.com

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et