Dini tarafsızlık

Laiklik tartışmasına kaldığımız yerden devam edelim. Bir önceki yazıda, “özgürlükçü laiklik” yerine dini tarafsızlık kavramının kullanılmasının daha doğru olduğunu söylemiş, dini tarafsızlığın da iki türü olduğundan bahsetmiştim.

Devletin bireylerin din ve vicdan özgürlüklerinin garantörü olduğu ve her din-inanç karşısında tamamen tarafsız kaldığı ilk türüne pasif dini tarafsızlık diyebiliriz. Devletin, din-inanç özgürlüğünü garanti etmek yanında inanç gruplarına din hizmeti sunmasını da din-vicdan özgürlüğünün bir gereği olarak kabul eden ikinci anlayışı aktif dini tarafsızlık olarak adlandırabiliriz.

Türkiye’nin ne pasif ne aktif anlamda tam bir dini tarafsızlığa sahip olduğunu söylemek mümkün değil. Eskiye göre din-inanç özgürlüğünde büyük genişleme yaşandı. Gayri-Müslim cemaatlerin vakıf mallarının geri verilmesi, ibadethanelerin yeniden açılması, Cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından kutsal günlerden kutlama mesajları yayınlanması ve elbette Müslümanların kamuda maruz kaldığı baskı ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması.

Bu ve benzeri icraatlar çok olumlu ancak hala önemli eksiklikler var. Bugün için bilhassa üç mesele hem hukukta hem siyasette öne çıkmış durumdadır. Bunlar; Diyanet İşleri Başkanlığı, Cemevlerinin statüsü vezorunlu din dersleridir.

Verdiği çok sayıdaki din hizmeti ve yaptığı dini düzenlemeler sebebiyle devletin pasif anlamda tarafsız olmadı çok açık. Ancak, din hizmeti sunumunda “sadece” belli bir dinin belli bir mezhebi referans alındığı için devletin aktif anlamda tarafsız olmadığı da çok açık.

İlk olarak devlet ve din işleri eskiden beri gayri-Müslimler ve Müslimler olarak iki ayrı kategori içinden yürütülmektedir. Yine, Müslümanlar içinde de Sünni ve Alevi olmak üzere iki ayrı kategori üzerinden dini kesimlerle ilişki kurulmaktadır. Kamu imkanlarının “sadece” Sünni Müslümanlar için kullanılıyor olması, şimdilik sadece Alevilerin, devleti haklı olarak dini temelde eşitsizlik yapmakla suçlamalarına ve bunun değişmesini talep etmelerine yol açıyor.

Şimdi, hem daha adil, hem daha özgürlükçü hem de daha az sorunlu tarafsızlık türü pasif olandır. Bunun için bütün dini grupların özgürce örgütlenmesine ve kendi din hizmetlerini kendilerinin yönetmesine izin verecek bir serbestliğe izin vermek gerekir. Ayrıca, devletin dinle ilgili hizmetlerinin ve kurumlarının tasfiye edilmesi gerekecektir. Ne var ki, bir kamu kurumunun tasfiyesi bahsi açılınca aklıma hemen Ahmet Hamdi Tanpınar’ınSaatleri Ayarlama Enstitüsü eseri geliyor.

Tarihi deneyim ve halihazırdaki siyasi eğilimler dikkate alındığında dini taraflılıktan, pasif olan yerine aktif dini tarafsızlığa geçmenin “siyaseten” kısmen daha kolay olacağını öngörebiliriz.

Bu konuda ademi merkeziyet ve dini örgütlenmelerde serbestlik ilke olarak kabul edilmelidir. Dini hizmetlerin sunulması görevi, bununla ilişkili halihazırdaki mülk ve personel ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınıp ilçe belediyelerine devredilmelidir.

Başkanlık İslami ilimler ve araştırmalar enstitüsü olarak Türk Dil veya Tarih Kurumu gibi muhafaza edilebilir. Belediyeler ise isteğe bağlı bir vergileme ile talep edenlere bu hizmetleri vermeyi sürdürebilir.

Diğer iki tartışma konusunda ise çözüm çok kolaydır. Devlet okullarında zorunlu din dersi kaldırılacak ve özel okullara bu konularda müfredat serbestliği getirilecek. Cemevleri ibadethane olarak tanınarak kamunun ibadethanelere sağladığı ayrıcalıklardan Alevilerin de yararlanabilmeleri mümkün olacak.

Böylece, gayri-Müslimler, inançsızlar ve Aleviler bakımından mevcut eşitsizliğin giderilmesi sağlanmış olacaktır. Ayrıca, dini teori ve pratiklerinin devlet tarafından belirlenmesi ve denetlenmesinden memnun olmayan Sünni Müslümanlar bakımından da  eşitlik sağlanmış olacaktır.

Yeni Yüzyıl Gazetesi, 06.05.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et