Diktatörlüğe gittiğimize sahiden inanıyorlar mı?

Türkiye’nin diktatörlüğe gittiğine gerçekten inanıyorlar mı, yoksa inanıyormuş gibi mi yapıyorlar? Sahici bir korku mu bu, yoksa -Hegel’in Kantçı tanrı anlayışını eleştirmek için kullandığı benzetmedeki gibi- oyun oynayan çocukların önce bir korkuluk yapıp, sonra da hep birlikte ondan korkar gibi yapmak için anlaşmalarına benzer bir durum mu söz konusu? HSYK, Twitter veya MİT Kanunu konusunda eleştirileri olmakla birlikte hükümetin bu düzenlemeleri yapmasını anlayışla karşılayan demokratlara kızanlar, onları “yandaş” veya “aymaz” olmakla suçlayanlar ve dikta tehlikesine işaret edenler, bu korkunun gerektirdiği şekilde mi davranıyorlar, yoksa korkar gibi yapanlara benzer şekilde mi? Gelin HSYK düzenlemesi üzerinden buna bir bakalım. HSYK örneği 17 Aralık’ta, yargı ve emniyet üzerinden kendisine yönelen operasyonu gören hükümetin önünde iki yol vardı. Birinci yol, yargı ve polisin yaptığına direnmemek, sürece teslim olmaktı. İkinci yol direnmekti. Bunun anlamı, kitabına uygun yürütülüyor görünen yargısal aktivizme karşı yasal düzenleme yapmak, yüksek yargıyı yeniden biçimlendirmekti. Her ikisinin de maliyeti vardı ve bu müdahaleden, en az kötü sonuçla, yaralı olarak çıkabilirdi. Teslim olmanın maliyeti alaşağı edilmek; direnmeninki ise, tam yolsuzluk soruşturmalarının ortasında bunu yapan bir hükümet olmanın damgasını taşımaktı. O ikincisini seçti ve bu girişimden yaralı olarak çıkmayı tercih etti. Aslında böyle olmayabilirdi. Krizi herkes için fırsata dönüştürmeyi mümkün kılacak ideal bir formül elde vardı. Hazır hükümet sıkışmışken, hem yolsuzluk soruşturmasını tüm tereddütleri bitirecek şekilde yürütecek, hem de bu fırsatla başta CHP olmak üzere, muhalefetin şikâyet ettiği mevcut HSYK yapısını geride bırakıp, daha önce mutabakat sağladıkları bir yapıyı hayata geçirmeye imkân verecek bir formüldü bu. TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda dört partinin üzerinde uzlaştığı mükemmel bir “HSYK maddesi” vardı. Virgülüne dokunmadan, komisyondaki şekliyle alıyorum. Yeşiller üzerinde uzlaşmanın olduğu kısımlar. Kırmızılar da gördüğünüz gibi öze ilişkin değil ve rahatlıkla aşılabilecek itirazları ifade ediyor. Gelin önce bunu bir okuyalım. (Hukuki metin, sıkılırım diyenler, bu kısmı atlayabilirler, nasılsa aşağıda özetliyorum.) ____________________________________________________________________
…Hâkimler KuruluMadde 128. (1) Hâkimler Kurulu on bir üyeden oluşur. Kurul, kendi üyeleri arasından üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla bir başkan seçer. Adalet Bakanı gerekli gördüğü hallerde toplantılara katılır ve oy hakkı olmaksızın toplantılara başkanlık eder.(2) Kurul üyelerinin ikisi Yargıtay Genel Kurulu, ikisi Danıştay Genel Kurulu, ikisi meslekte on beş yıl çalışmış kürsü hâkimlerinin kendi aralarından liyakat ve başarı gibi kanunda gösterilen nitelikler dikkate alınarak her üyelik için gösterecekleri üç kat aday arasından TBMM tarafından seçilir. Yargıtay Genel Kurulu, Danıştay Genel Kurulu ve kürsü hâkimleri tarafından yapılacak seçimlerde her üye ve hâkim sadece bir adaya oy verir. Kurulun üç üyesi yükseköğretim kurumlarının hukuk, kamu yönetimi ve siyaset bilimi dallarında en az on beş yıl görev yapan öğretim üyeleri; ikisi mesleğinde fiilen on beş yıl çalışmış avukatlar arasından TBMM tarafından doğrudan seçilir. (3) TBMM, kurul üyelerini, üye tamsayısının üçte iki (AK Parti-BDP: beşte üç) çoğunluğunun gizli oyu ile ayrı ayrı seçer. Üçüncü turda yeterli çoğunluğun bulunamaması halinde seçim, her üyelik için aday olanlar (AK Parti: en çok oy almış iki aday) arasından çekilecek kurayla tamamlanır. (4) Kurul üyelerinin görev süresi dört yıldır. Süresi biten üye yeniden seçilemez. (5) Kurul, ehliyet ve liyakat esasına göre hâkimlerin mesleğe kabul, atanma, disiplin ve diğer özlük işlemleri ile kanunla verilen görevleri yürütür. (6) Hâkimlerin denetimi ve soruşturulması Kurul Başkanının izniyle, Hâkimler Kurulu başkanına bağlı hâkim müfettişler tarafından yapılır. (7) Kurul, Adalet Bakanının, mahkemelerin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesine dair teklifini karara bağlar. (8) Kurul üyeleri, özel ve resmi başka hiçbir görev yapamaz. (9) Kurulun çalışma usul ve esasları ile teşkilat yapısı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerine göre kanunla düzenlenir. Gerekçe notu: Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı Kurulun çalışmalarında ve bütçesinde özerk olmasını da içerir. Madde notu: (1) AK Parti, 1. fıkranın 2. cümlesindeki “oy hakkı olmaksızın” ibaresine katılmamaktadır. (2) CHP, Adalet Bakanının Kurul toplantılarına katılması hususunu daha sonra değerlendirecektir. Savcılar Kurulu Madde 129. (1) Savcılar Kurulu yedi üyeden oluşur; başkanı Adalet Bakanıdır. (2) Kurul üyelerinin biri Yargıtay Genel Kurulu, biri Danıştay Genel Kurulu, ikisi meslekte on beş yıl çalışmış savcıların kendi aralarından liyakat ve başarı gibi kanunda gösterilen nitelikler dikkate alınarak her üyelik için gösterecekleri üç kat aday arasından TBMM tarafından seçilir. Yargıtay Genel Kurulu, Danıştay Genel Kurulu ve savcılar tarafından yapılacak seçimlerde her üye ve savcı sadece bir adaya oy verir. Kurulun bir üyesi yükseköğretim kurumlarının hukuk, kamu yönetimi ve siyaset bilimi dallarında en az on beş yıl görev yapan öğretim üyeleri; bir üyesi mesleğinde fiilen on beş yıl çalışmış avukatlar arasından TBMM tarafından doğrudan seçilir. (3) TBMM, kurul üyelerini, üye tamsayısının üçte iki (AK Parti-BDP: beşte üç) çoğunluğunun gizli oyu ile ayrı ayrı seçer. Üçüncü turda yeterli çoğunluğun bulunamaması halinde seçim, her üyelik için aday olanlar (AK Parti: en çok oy almış iki aday) arasında yapılacak kurayla tamamlanır. Not: CHP, Savcılar Kurulunun oluşumunu kendi içinde tekrar değerlendirecektir. Bu değerlendirmeden sonra görüşünü açıklayacaktır. (4) Kurul üyelerinin görev süresi dört yıldır. Süresi biten üye yeniden seçilemez. (5) Kurul, ehliyet ve liyakat esasına göre savcıların mesleğe kabul, atanma, disiplin ve diğer özlük işlemleri ile kanunla verilen görevleri yürütür. (6) Savcıların denetimi ve soruşturulması Kurul Başkanının izniyle, Savcılar Kurulu başkanına bağlı savcı müfettişler tarafından yapılır. (7) Kurul üyeleri, özel ve resmi başka hiçbir görev yapamaz. (8) Kurulun çalışma usul ve esasları, teşkilat yapısı ile diğer hususlar yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerine göre kanunla düzenlenir. Gerekçe notu: (1) Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı Kurulun çalışmalarında ve bütçesinde özerk olmasını da içerir. (2) 8. fıkrada yer alan “diğer hususlar”dan kasıt, bu maddede öngörülen liyakat ve başarı gibi hususlardır. ____________________________________________________________________ Gördüğünüz gibi, baştan beri isteneni gerçekleştirecek, ayrı birer hâkimler ve savcılar kurulu öngören, adil bir seçim sistemine dayalı ve kimsenin orada olağan dışı bir ağırlık elde etmesine izin vermeyen bir formüldü bu. Kriz sürecinde bu anayasa değişikliği için üç kez teklif yaptı Erdoğan. Hatta o süreçte HSYK düzenlemesi de askıya alındı. Ama CHP yanaşmadı. Daha önce üzerinde uzlaştığı, gerçekten de ideal olan düzenlemeye yanaşmadı. Hükümet karşıtı çevreler de muhalefete bu yönde baskı yapmadı. Ve hükümet, mevcut çerçeve içinde kendisine yönelik tehdidi bertaraf edebileceği tek yola girdi ve yürütmenin yetkisini arttıran bugünkü yasal düzenlemeyi yaptı. Peki CHP, fırsatını bulmuşken, kendisinin de eleştirdiği bir yapıyı, yine kendisinin de uygun bulduğu bir formülle aşmayı neden istemedi? Amacı yolsuzluğu etkin biçimde soruşturmak olsaydı, yapması gereken en sağlıklı düzenleme buydu. Eğer bu yapılmış olsaydı, başta iktidar olmak üzere, çeşitlilik ve çoğulculuk temelindeki bir HSYK’nın yolsuzlukla ilgili kararına kimse itiraz edemezdi. İstemedi, çünkü o kaosa oynuyordu. Hükümetin tam da böyle bir düzenleme yapmasını, adil bir düzenlemeye tercih ediyor, buradan bir meşruluk kaybı oluşturmaya çalışıyordu. Kendince başardı da. Anayasa değişikliğine yanaşmayarak hükümeti “cemaat ağırlıklı yapı” korkusuyla, yürütmenin etkisini arttıran bir yasa değişikliğine mecbur bıraktı. 20 saat süren kavgalı dövüşlü bir oturumla da bu görüntüyü tamamladı. Ve sonra da, “hükümet yargıyı kontrolü altına alıyor” diye feryat etti. Korkuyormuş gibi yapanlara inanıyormuş gibi yapanlar Şurası doğru, hükümet kendisine yönelik saldırıyı bertaraf etmek için önlem alırken hatalar yapıyor. Ama bunu tasarlanmış bir yetki genişletme olarak değil, daha çok panik düzenlemeler şeklinde yapıyor. Zaman zaman otoriter bir dil kullanıyor Erdoğan. Ama bu da diktatörlüğe gittiğimizi söylemek için yeterli değil… Varsayın ki ben hükümetin kötü niyetini hissetmeyecek kadar aymazım. Birçok demokrat da benim durumumda. O halde aymaz olmayanların, ülkenin diktatörlüğe gittiğinden sahiden korkuyorlarsa, dönüp CHP’ye de, HSYK’yı hükümetin etkisine açan bugünkü düzenlemeye bizi neden maruz bıraktığını da sormaları gerekmez miydi? Kaçı sordu acaba? Bir hükümetin yargıyı kendisine bağlamaya çalıştığı, adım adım diktatörlüğe gittiği bir ülkede muhalefet böyle mi yapar? Yaptı diyelim, onun dışındaki muhalefet, kamuoyu ve demokratlar avazı çıktığı kadar yüksek sesle onu uyarmaz mı? “Siz ne yaptığınızın farkında mısınız, tam sırasıdır, hazır hükümet bir şekilde çoğulcu bir yargıya mecbur kalmışken fırsatı kaçırmayın” demezler mi? Demedilerse, çok muhtemeldir ki, diktatörlüğe gittiğimize onlar da sahiden inanmamaktadır. Başka bir açıklaması olabilir mi bu acayipliğin? Diktatörlükten korkanların tutumu bu olamaz. Ama “ülke dikta rejimine gidiyor” söylemini bir strateji olarak tercih edenlerin tutumu bu olabilir. Bir de olup bitenden hiçbir şey anlamadan üretilen klişeleri kullananların. Ve bugün yaşadığımız da bundan başkası değil…

Serbestiyet, 26.05.2014

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et