Ders laiklik alanında mı? Onu kim alacak? – M. Şükrü Hanioğlu

En-Nahda hareketi lideri Raşid el-Gannuşi’nin partisinin onuncu kongresi öncesinde Christiane Amanpour ile yaptığı söyleşi ve verdiği demeçler basınımızda “laiklik dersi” biçiminde yorumlandı.
Seküler hassasiyeti yüksek çevreler, el-Gannuşi’nin “siyasal İslâm” değerlendirmesi ile Tunus’ta “cami ile devlet“in ayrılması sürecini desteklemesinin “Türkiye’ye verilen bir ders” niteliğinde olduğunu vurguladılar.
Ana akım İslamcı siyasal hareketler ve gelişimleri gözönüne alındığında el-Gannuşi’nin yorumlarının Türkiye‘de uzun süre önce kabûl edilmiş ve olağanlaşmış yaklaşım ve siyasal tavır alışları dile getirdiği kuşkusuzdur. Bu açıdan bakıldığında onun Tunus’un demokratikleşmesi, çoğulcu ve katılımcı bir topluma dönüşmesi alanında son derece önemli olan görüşlerinin Türkiye‘ye “ders vermesi” söz konusu değildir.
Buna karşılık, el-Gannuşi’nin yukarıda zikredilen konuşmada ortaya koyduğu tarihselleştirme girişiminin toplumumuza vereceği son derece önemli dersler vardır ve bunları alması gerekenler de sadece İslâmcılar değildir.

Çatışmayan dönem ve şahsiyetler
En-Nahda’nın “bölücü” değil “birleştirici bir güç olduğunu vurgulayarak onun “çatışansiyasal seçkinler” beyninde uzlaşma ve geçmiş ile gelecek” arasında süreklilik sağlamayıhedeflediğini belirten el-Gannuşi, bu yaklaşımın “tarih“in değerlendirilmesi alanında da geçerli olduğunu belirtmektedir.
Tunuslu lider, bu nedenle “tarih“e birbiriyle “çatışan dönem ve şahsiyetler” biçiminde yaklaşmak yerine Ahmed Bey, Tunuslu Hayreddin Paşa, Muhammed VII el- Munsif (Moncef Bey), Habib Burgiba, Ferhad Haşid, Abdülaziz el-Ta’alibî, Salih bin Yusuf, Şeyh Muhammed el-Tahir ibn Âşur, Tahir el- Haddad benzeri figürlerin “milletin sembol“leri olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
El-Gannuşi’ye göre, farklı görüşlere sahip bu kişiler toplumun ilham kaynakları olmaları nedeniyle “saygı“yı hak etmektedir. Kendi ifadesiyle dile getirmek istersek: “hiç kuşkusuzhepsinin hataları vardı, ancak onların olumlu yanlarına bakıp, bunların üzerine koymak gerekmektedir.” Diğer bir deyişle, el-Gannuşi, geçmiş ve kişilerin “tarihselleştirilmesi“nin yanı sıra onların farklı yaklaşımları üzerinden güncel çatışmanın sürdürülmesi yerine, bunların “biz“in yaratılması alanında araçsallaştırılmasını önermektedir.
Bu açıdan yaklaşıldığında, bir İslâm devletinde ilk kez köleliği kaldıran (1846), iktidarda iken Batı ülkelerini resmen ziyaret eden ilk Müslüman devlet adamı olan, aşırı Batılılaşmaya destek vererek daha sonra geri adım atmak zorunda kalacağı kılık kıyafet değişiminden, Muhammediye’de Versailles benzeri bir saray ve kraliyet şehri inşa etmeye ulaşan eylemleri nedeniyle ulemânın eleştirdiği Ahmed Bey; İslâmî temellere dayanan anayasacılığın öncülerinden, Osmanlı devletine de sadrâzâm olarak hizmet veren Hayreddin Paşa;
Kur’an’ın liberal tefsiriyle modern Batı düşüncesinin sentezinin yapılmasını savunduğu için muhafazakâr çevrelerce kınanarak hapis cezasına çarptırılan Abdülaziz el-Ta’alibî; Fransız sekülerliğini, daha da katı yorumuyla, Tunus’ta hayata geçirmeye çalışan Habib Burgiba; onun “verimliliği düşürdüğü gerekçesiyle oruç tutulmaması” yolunda fetva kaleme alması talebine radyoda “devlet başkanı yalancıdır” diyerek cevap veren Şeyh Muhammed el-Tahir ibn Âşur benzeri figürler üzerinden çatışma yerine onların “tarihselleştirilmesi” gerekmektedir.
El-Gannuşi, derin çizgilerle birbirinden ayrılan, farklı tasavvurlar savunmuş kişilikler arasında yaşanmış iktidar mücadelelerinin onlar aracılığıyla yapılacak güncel tartışmaya neden olmamasının gerekliliğine de işaret etmektedir. Burgiba ile önde gelen muhaliflerinden olan ve onun emriyle katledildiği iddia edilen Salih bin Yusuf’un beraberce ve “saygı” ile anılmasını istemek, şüphesiz bu yaklaşımı dile getirmektedir.
En-Nahda lideri buradan yola çıkarak, bu şahıslar yardımıyla “dönem“lerin çatıştırılması yaklaşımını da eleştirmektedir. Tarihin güncel kavgaların arka planını oluşturma yerine ortak paydalar yaratılması amacıyla kullanılmasının, toplumsal barışın sağlanması ve toplumsal “biz” kavramsallaştırmasının yapılabilmesine önemli katkıda bulunacağı açıktır.

Ders ve muhatapları
Dolayısıyla el-Gannuşi’nin tarihi “güncel çatışma malzeme“si olarak gören yaklaşımlaraciddî bir ders verdiği tartışma götürmez. Söz konusu tarih algısının güçlü biçimde hissedildiği ve değişik siyasal yaklaşımlar tarafından fütûrsuzca kullanıldığı Türkiye hiç şüphesiz bu derse en fazla ihtiyacı olan toplumlardan biridir.
Ancak bu dersin belirli bir ideolojinin savunucuları ya da siyasal hareket değil tüm toplum tarafından alınmasının gerekli olduğu vurgulanmalıdır.
Türkiye’de son dönemlerde, birbirinin karşı tezi olarak kavramsallaştırılan monolitik “Osmanlı” ve “Cumhuriyet” dönemselleştirmeleri üzerinden yaratılan çatışma ivme kazanmış, “anma günü savaşları” yoğunlaşmış, “benim kusursuz kahramanım seninkinidöver” seviyesinde kişi kültleştirmesi yaygınlaşmıştır.
Bu çerçevede iki asrı kapsayan bir sürecin siyasal figürleri de “kahraman” ya da “hain” biçiminde yaftalanarak güncel tartışmaların savaşçıları haline getirilmektedir. Bu gelişmeler gözönüne alındığında, Türkiye’nin, 1989 Doğu Avrupa Devrimleri sonrasında “tarih” ve tarihî kişiliklerin güncel toplumsal çatışma alanında en fazla kullanıldığı toplumlardan biri olma özelliğini kazandığını belirtmek yanlış olmaz.

Kendi örneğimiz
El-Gannuşi’nin “dönem” ve “tarihî şahsiyet“lerin çatıştırılmaması, ikincilerin hata“ları ile “olumlu” yönlerinin beraberce değerlendirilerek “tarihselleştirilmesi” teklifinin Tunus’ta hayata geçirilmesinin güçlüğü ortadadır. Böylesi bir yaklaşımın Türkiye’de kabûl görmesi ise maalesef çok daha da zordur.
Örneğin, el-Gannuşi’nin önerisinden yola çıkarak yapabileceğimiz “tarihimizi ‘Osmanlı’ ve‘Cumhuriyet’ benzeri ‘iyi/kötü” dönemlere ayırarak çatıştırma yerine bir devamlılık olarak görelim; Mustafa Reşid Paşa, Mehmed Emin Âlî Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi, Midhat Paşa, II. Abdülhamid, Ahmed Rıza, Mustafa Kemal Atatürk, Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Turgut Özal benzeri şahsiyetleri hatadan münezzeh olmayan ama toplumumuza önemli hizmetler veren kişilikler olarak, olumlu katkılarıyla ele alalım ve güncel mücadelelerin savaşçıları haline getirmeyelim; bunun neticesinde geçmişimiz “biz“i, “birarada tutan ortak paydalardan birisi haline gelsin” benzeri bir yorum şiddetli eleştiriler alacaktır.
Daha da önemli olarak bu “eleştiriler,” ne yazık ki, tek bir kaynak tarafından dile getirilmeyecektir.

Sabah Gazetesi, 05.06.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et