“Dayan, rüsva etme beni.”

Ne zaman yeise kapılsam yazardım çocukken. O yüzden de Hürfikirler’e ilk yazmaya başladığımda şaşırmıştı pek çok kişi, hayat sağolsun, yazmaya alışmıştım çünkü.

Sosyal psikolojiyi de an az yazmak kadar seviyorum. Yüksek lisans mülakatında o meşhur “neden sosyal psikoloji?” sorusuna “çünkü onu çok seviyorum” diye cevap verdiğimi hatırladığımda hâlâ utanırım ama bu konuda bildiklerimi şimdinin öğrencisi, geleceğin meslektaşı olan gençlere aktarmak beni hayatta tutan bir şey.

Öğrencilerimi seviyorum. Birinci sınıfa geldiklerindeki şaşkınlıklarını ve kızgınlıklarını, giderken o ilk zamanlarını özleyecek olmalarını söylemelerini. Gittikten sonra daha da büyümelerini. Öğrendiklerini öğretmelerini. En çok da bana bir şey öğretmelerini. Yaşıtlarımın kör, sağır tepkilerinden ne zaman ikrah etsem onlardan birinin yaptığı minnacık bir edim ile umutlanabilmeyi. “Dünya iyilerinin yüzü suyu hürmetine dönüyor” demişti Özlem Hanım bir keresinde, benim için o bazıları sanırım öğrencilerim.

Umutla uyandığımız bir sabahı sırtından vurmaya kalktığında terör örgütleri, günlük hayatın benim için en değerli olan üç şeyini bir daha yapamayacakmışım gibi hissediyorum. Sevdiğim bir filmi, bir kuram ile bağdaştırıp öğrenciler ile konuşamayacakmış gibi. Sinirlendiğim bir mesele ile ilgili uzun uzun yazamayacakmış gibi. Günlük tutamayacak, laboratuvarda çocuklarla şakalaşamayacak gibi. Çünkü olağan hayatım akmıyor. Hiçbirimizinki akamıyor. Bunun sebebini de sadece lanetlemek yerine konuşmanın zamanı gelmedi mi?

Terörün sosyal psikoloji açısından ele alınmasında siyaset biliminden farklı olarak üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanımı mevcut;  terör, doğrudan saldırının ortaya çıkaracağı etkiden daha çok etki sağlayan sembolik şiddet kullanımı ile sivilleri hedef almadır. Burada sadece bir suçun işlenmesi meselesi yoktur, belirli bir talebin kişilerin dikkatini celbetmesi için çabalama vardır. Terörün tanımında bizim için kritik olan yer, sivillerin süreğen bir dehşet yaşamalarıdır. Evden çıkmaya korkmaları, günlük hayatlarını devam ettirememeleri aslında o kadar rahatsızlık verici olur ki, farklı kriterlere göre birbirinden ayrışan terör aslında aynı amaca hizmet eder: korku üretmek ve bunun yayılmasını sağlamak.

Evet, terör grubun maddi destekçisinin kim olduğu, eylemlerini bireysel düzeyde düzenleyip düzenlemediği, otorite ile ilişkisi, bağlamı, dinî güdülenmesi, politik ideolojisi, ölme isteği, hiyerarşik görev dağılımı, hedefi ve sıklıkla kullandığı yöntemleri açısından birbirinden farklılaşsa da amaçta birdir. Kruglanski bu amaçları 11 başlık altında toplasa da en kritik olanları şu şekilde sıralanabilir. Sivillerin kendi hayatlarına ve devletlerine yönelik güvenin ortadan kalkmasını sağlamak, sürekli şüphe duyarak saldırıdan sonra ortaya konan söylemleri daha şiddetli savunmak, yöneticilerin karar verme mekanizmalarını sekteye uğratıp zedelenen bu süreçlerin sonunda siviller ile yöneticilerin bağlarının kopup, özellikle yerel bölgelerde halkın desteğini kendi yanına çekmek. Okuduğunuzda tanıdık geliyor mu bu amaçlar? Peki ya bu gayelerin gerçekleştirilebilmesi için ortaya konan çabalar?

Ne PKK, ne DAEŞ ne de FETÖ eylemlerinde sembolik mesaj verme sürecini üstün körü geçiştiriyor. Hepsi bu süreci ne kadar iyi kullanacağını biliyor ve tabir-i caizse oyunu ona göre oynuyorlar. Saldırılar gerçekleştikten sonra açılan troll hesaplardan hep aynı mesajların verilmesi, saldırılardan önce saldırılacak bölgeye dair nefret mesajlarının sözde farkli siyasî görüşe sahip kişiler tarafından dillendirilmesi birbirinden nefret eden grupların oluşumunun sağlanması açısından hep en kullanışlı yol. Bunu da Türkiye bağlamında 80’lerde gördük.

O zaman içinde yaşamaya çalıştığımız kabustan çıkmanın bir yolu olabilir. Amaçlarına hizmet etmeyebilir, bu bildiğimiz amaçların ortadan kalkması için çabalayabiliriz. Özellikle PKK’nın artık “Kürt hakları” ile bir alakası kalmadığını, dün akşam “babamız evde yok iken kapıyı açamayız” diyen çocuklara sahip Şehit Fethi Sekin’in Kürt olduğunu unutmaz isek bitecek bu terör. Her DAEŞ saldırısından sonra çevremizdeki mütedeyyinlere kin kusmaz isek bitecek. Hangi görüşte olursa olsun, hangi kimliğe sahip olursa olsun arkalara saklananlara “sen hâla buralarda mısın?” der isek bitecek. Ben öğrencilerimle derslerde iddialaşmaya devam edeceğim, hiç olmaz ise akıllarında kalan “önyargı” kavramını önyargılı biri gördüğünde hatırlarlar diye umut edeceğim, siz de her sabah kalkıp işe gidecek, bugüne kadar yaptığınız işe daha da sarılacaksınız. Birbirimizle tartışacağız, hatta belki dalga geçeceğiz ama bunu “biz” olarak yapacağız.

Yoksa bitmez.

Hamiş: Bu yazıyı yazarken eski bir öğrencim, yeni meslektaşım Ahmed Arif’in “Öyle Yılma” şiirini koymuş kendi sosyal medya hesabına. Dayanalım, rezil rüsva etmeyelim birbirimizi.

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et