Darbe yapmak neden siyaset değildir?

Abant Platformu’nun geçtiğimiz günlerde Ankara’da düzenlenen “Yeni Bir Toplumsal Mutabakat İçin Demokratikleşme” toplantısında bir konuşmacı “darbe yapmak da bir siyasettir” demişti.

Bu ifade, üzerinde hayli konuşulsa ve hayatımızı çok etkilese de, siyaset hakkında sarih ve makul kanaatlerin pek de oluşmadığını gösteriyor. Siyasetin, özellikle modern dönemde, iktidar ve iktidar mücadelesi vakıasıyla özdeşleştirilmesi, iktidar oluşturmaya ait her aktivitenin siyaset olarak nitelenmesi sonucunu doğuruyor. Weber’in Hobbes’u yanlış anlayarak oluşturduğu “devlet, meşru şiddet kullanma tekeline sahip bir iktidar mekanizmasıdır” şeklindeki sakat kavramsallaştırması da bu anlayışı beslemekte ve çoğu siyaset ve sosyoloji öğrencisinin kafasını karıştırmaktadır. Hemen belirtmeliyim ki; siyasetin şiddetle veya şiddet kullanımını içeren bir aktivite (mesela darbe) ile birlikte düşünülmesi, mantıksal ve tarihsel olarak mümkün değildir. Peki, siyaset ne demektir?

Genel bir tanımlama olarak, siyaseti; görüşleri ve menfaatleri başlangıçta farklı olan bir insan topluluğunun, müşterek bir politika olarak tatbik edilmek üzere bağlayıcı olduğu kabul edilen birtakım ortak kararlara, iradeleriyle varması süreci şeklinde tarif edebiliriz. Başka bir deyişle, siyaset bir toplumsal mutabakat oluşturma işidir. Bu tanımda açımlanması gereken birkaç öğe var.

İlkin; siyaset bir tek kişiye has bir keyfiyet değil, bir grubu, bir topluluğu, yani en az iki kişiyi ilgilendirmektedir. Başka bir deyişle, siyaset, sosyal bir süreçtir. İlaveten, söz konusu topluluk ya da grubun mensuplarının, en azından başlangıçta, görüş ve menfaatlerinin ayrışması gerekir. Eğer, görüş ve menfaatler aynı ise o zaman yapılacak herhangi bir şey, çözülecek-konuşulacak bir mesele yoktur. Bu nedenledir ki, emir-komuta zinciri dahilinde hareket eden bir askerî birliğin oluşturduğu grupta siyasetten bahsedemeyiz, çünkü görüş ve menfaat ayrılıkları söz konusu olamaz.

İkincisi; bu grubun ya da topluluğun ortak bir karar alma veya müşterek yaşama sorunsalı olması gerekir. Tesadüfen, anlık, geçici olarak bir şekilde bir arada bulunan ya da birbirinden tecrit halinde olan insanlar için de siyasetten bahsedemeyiz. Çünkü böyle bir durumda da mesele yapmamız, hatta açıklamamız gereken bir durum yoktur. Dolayısıyla, siyaset; görüşleri ve menfaatleri ayrışan, fakat birlikte yaşamak durumunda olan bir insan grubunun keyfiyetidir.

Üçüncüsü; bahse konu insan topluluğunun mensuplarının ortak yaşama sorunsalına iradeleriyle katılmaları gerekir. İnsan grubunun üyelerinin iradi kapasiteye sahip olması gerekir. Köprüde karşılaşan iki inatçı keçinin de görüş ya da menfaatleri ayrışabilir; ama bu durum, iki keçiden oluşan grubun aktivitesini siyaset yapmaz, çünkü onlar iradi varlıklar değildirler. Zaten, mezkûr hikâyenin neticesi beraber yaşama ile değil, beraber yok olmayla sonuçlanmaktaydı. Siyaset iradi varlıklar arası bir süreç ve eylemdir ve bu manada asgari bir eşitlik gerektirir. Herkesin iradesi ile hareket edebilmesi eşitliği. Bunun içindir ki, Aristo haklı olarak efendi ve köle ile ebeveynler ve çocuklar arası ilişkileri siyasetin konusu olarak görmez. Çünkü efendi-köle ya da ebeveyn-çocuk grubunda, mensuplar birbirlerine karşı iradi eylemde bulunma eşitliğine sahip değildirler.

Dördüncüsü; siyaset barışçıl bir aktivitedir. Eğer birisi şakağınıza silahını tutarak, size bir tavrı ya da politikayı dayatırsa, bu siyaset değildir. Çünkü burada ne ortak bir eylemden ne de iradi bir fiilden bahsedebiliriz. Aynı şekilde kaba güce ve şiddete dayalı bir yapılanmanın bulunduğu topluluklar siyasi topluluklar değildirler. Buradan, siyasetin görüşleri ve menfaatleri ayrı olan insanların barış içinde bir arada yaşamak için karar alıp politika oluşturması olduğunu çıkarmaktayız. Başka bir deyişle, siyaset; sadece bir arada yaşama sorunsalı olan değil, barış içinde bir arada yaşama sorunsalı olan gruplar için geçerlidir. Şiddet ve fiziksel güç siyaset değildir.

Beşincisi; siyasetle alınan kararların, adı geçen insan grubu için bağlayıcı olduğu ve bunun müşterek bir politika olarak uygulanacağının kabulü gerekir. Eğer alınan kararlar bağlayıcı değilse ve tatbik edilmeyecekse, o zaman müşterek karar almaya da gerek yoktur. Bu da bize, siyasetin asgari bir iradi eşitlik şartının yanında, bir de ahde vefa ahlaki şartının olduğunu göstermektedir. Alınan kararların uygulanması gereği siyasetin güç, otorite ve iktidar kavramları ile birlikte anılmasının sebebidir. Çünkü belli bir otorite yoksa, alınan kararlar, Hobbes’un dediği gibi, kâğıt üzerinde kalabilirler. Lakin burada esas olan, fiili güç ya da iktidar değil, tanımlanmış yani üzerinde anlaşılmış güç veya iktidardır ve biz buna fiili güçten ayırmak için otorite deriz.
 
Son olarak, siyasetin ve siyasi aktivitenin, söz konusu topluluk ya da grubun genelini ilgilendirdiğini belirtmeliyiz. Şüphesiz herhangi bir grup ölçeğinde yürütülen her tür aktivite o grubun genelini etkilemekte ve ilgilendirmektedir. Lakin, topluluğun genelini ilgilendirmek keyfiyeti siyaset kadar başka hiçbir aktivitede baskın bir hususiyet değildir. Bunun içindir ki; siyaset, toplumsal yaşamın en temel ve belki de en belirleyici aktivitesidir. Siyaset ve siyasi aktiviteler toplumun bütününü düzenlemeye, etkilemeye, değiştirmeye ya da aynen korumaya yönelik aktivitelerdir. Zaten odak noktası, topluluğun beraber, barış içinde bir arada yaşama ve kolektif eylemlerde bulunması olan bir aktivite, ister istemez umumu alakadar etmek durumundadır.

Bu noktada, siyasetin siyaset–olmayandan nasıl ayrılabileceği üzerinde duralım. Böyle bir ayrım mümkün mü? Eğer bir ayrım yapamazsak, ne siyaseti tanımlayabiliriz, ne de siyasetten söz edebiliriz. Siyasi olanı; iktisadi-kültürel-dinsel-psikolojik olan gibi diğer aktiviteler ve süreçlerden nasıl tefrik edebiliriz? Siyasi olanın diğerlerinden ayrılmasını şüphesiz mutlak ve kesin olarak düşünemeyiz. Çünkü kesin ve mutlak bir ayrım, insan ve toplumun belli kompartımanlara ilintisiz bir şekilde bölünebileceği demektir ki, insan ve toplum hayatının bütünlüğü ve karşılıklı etkileşimi buna imkân vermez. Yani siyasi olan ile iktisadi olan birbiriyle ilintilidir ve kesin bir tefrike tabi tutulamazlar. Dolayısıyla yaptığımız bu tür ayrımlar pratik ayrımlardır. İnsan ve toplum hayatının belli hususiyetlerine yoğunlaşarak onlara muayyen adlandırmalar yaparız. Mesela, iaşe meselesine yoğunlaşmaya iktisat, ruhsal hususiyetlere ve sembollere yoğunlaşmaya kültür ve yönetim (ortak karar alma) meselesine yoğunlaşmaya siyaset diyoruz. Başka bir deyimle, ortak karar alma ve barış içinde bir arada yaşama sorunsalı, insani süreç ve aktivitelerin çoğunda vardır, ama bu sorunsal siyasette öncelikli ve temel olandır. Bir toplumun barış içinde bir arada yaşamasının sağlanması demek olan siyasetin temel işlevi, müşterek kararların alınması ve uygulanmasıdır, yani yönetimdir.

Buraya kadar söylediklerimizi özetlersek, siyaset; birden fazla, en az iki insanın iradi olarak barış içinde bir arada yaşama sorunsalına odaklanmıştır ve temel aktivitesi müşterek karar alma ve bunları uygulamadır. Asgari bir eşitlik ve iyi niyet gerektirir. Cebir ve şiddet, siyasetin enstrümanı değildir. Siyasetin enstrümanı müzakere, pazarlık, ikna ve kabullenmedir. Ancak bu yolla bir toplumsal mutabakat ortaya çıkar. Şiddet ve şiddet içeren eylemlerle, mesela darbe ile, toplumsal mutabakata varamayız, sadece dayatmalara maruz kalırız.

Zaman, 02.04.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et