Bursaspor’un şampiyonluğu ve kendiliğinden doğan düzen

Süper Lig’in 2009-2010 sezonu Bursaspor’un şampiyonluğuyla sona erdi. Ligin tarihinde Trabzon’dan sonra ikinci defa bir Anadolu takımı şampiyonluk tahtına oturdu.  

Üstelik bunu yarıştığı İstanbul takımlarınınkine nispetle çok küçük bir bütçeyle başardı. Ligde artık dört değil beş büyükten bahsedilecek. Şampiyonluk Bursa’yı manevî bakımdan olduğu gibi maddi bakımdan da güçlendirecek, böylece lig daha çekişmeli hâle gelecek; futbolun kalitesi yükselecek. Bu gelişmenin bir diğer önemli yanı laikperest medyaya giden mesaj. Bursaspor’un teknik direktörü Ertuğrul Sağlam’a, Beşiktaş’tayken, muhafazakâr hayat tarzı yüzünden cephe alanlar umarım şapkayı önlerine koyup biraz olsun düşünecektir.

Günümüz dünyasında profesyonel spor dalları önemli bir sosyal fenomen ve aynı zamanda ciddi bir iş dalı. Neredeyse her yerde her zaman bir şekilde spor konuşulmakta ve herkes spor (özellikle futbol) hakkında bir bilgiye veya fikre sahip. Spor, televizyonların da başlıca malzemesi. Sırf spor yayını yapan çok sayıda kanal faaliyette. Dünya Futbol Şampiyonası gibi organizasyonlar milyarlarca insanı ekran başına çekmekte. Her spor dalının kendine mahsus kuralları var. Bu kurallar hem oyunlarda hem de ihtilafları çözmede kullanılıyor. Hatta bir dünya spor mahkemesi de kuruldu: Lozan’daki Spor Hakemlik Kurumu. Kısaca, dünya, bir bakıma, çok sayıda spor dalları, milyonlarca kulüp, her bir dalın işleyişini sağlayan kurallar ve kurumlarla, bir spor dünyası.

Peki, bu dünya, başka bir deyişle bu muazzam pratikler, kurumlar ve kurallar nasıl doğdu? Bunun hikâyesi özgür insanî birliklerin, bir kişinin veya grubun dizayn edemeyeceği karmaşık, kurallara dayalı (kurallar tarafından idare edilen) sosyal düzenler yaratabileceğinin iyi bir örneğidir. Spor düzenleri yukarıdan aşağıya, bir merkezî planlama otoritesinin dayatmasıyla değil; aşağıdan yukarıya, gönüllü katılım ve etkileşimle oluşmuştur.

Futbolun hikâyesini özetleyerek bunu daha iyi anlatabiliriz. Orta Çağ’da Avrupa’nın birçok yerinde önemli günlerde oynanan ve genellikle “futbol” (football) olarak adlandırılan bir spor vardı. Oyunun hedefi topu üzerinde mutabık kalınan bir çizgiye taşımaktı ve oyunun taraflarının oyuncu sayısında ve topla yapabilecekleri hareketlerde bir kısıtlama yoktu. Oyunlar çoğu zaman şiddet içermekte ve bir spordan çok kavgaya benzemekteydi. Oyunun bazı versiyonları, Floransa’da Calcio Fiorentino’da olduğu gibi, daha belirgin kurallara sahipti. Genel olarak her mahalle veya bölge kendi kurallarını uygulamaktaydı ve geniş bir alanda uygulanan bir kurallar demeti yoktu.

Sonra İngiltere’de önemli bir gelişme oldu. 16. yüzyılın sonlarından itibaren, okullar iki tarafın oyuncu sayısının belli olduğu ve daha açık kuralların uygulandığı bir futbol türünü oynamaya başladı. Bu kurallar zamanla gelişti ve kodifiye edilebilecek ölçüde çoğaldı. 1845’te meşhur Rugby Okulu üç öğrencisine orada oynanan futbol türünün kurallarını kodifiye etme görevi verdi. 18. yüzyılda ve 19. yüzyılın başlarında her okul kendi kural setine sahipti. Aşağı yukarı aynı dönemde iki önemli gelişme daha vuku buldu. İlk olarak çok sayıda spor kulübü kurulmaya başladı ve futbol türleri akademik kurumlar dışında da oynanır hâle geldi. Bu kulüpler genellikle serbest birliklerdi ve her biri kendi kurallar dizisini muhafaza etmekteydi. İkinci olarak, kara ve demiryollarının gelişmesi ulaşım maliyetini düşürdü ve farklı okullar ve kulüpler arasında oyunlar düzenlenmesini kolaylaştırdı.

HAYATI ANLAMLI KILAN RENKLİ VE ZEVKLİ BİR ÇEŞİTLİLİK

Her kulüp kendi kurallarına sahipti. Oysa, iki taraf arasında bir oyun ancak tek bir kural setiyle mümkün olabilirdi. İki taraflı seyrek müsabakalar tek kural setine göre yapılabilirdi. Fakat bu da, düzenli oyunlar için, tatmin edici olmaktan uzaktı. Bu soruna, gayet kendiliğinden bir şekilde, iki çözüm doğdu. İlk çözüm katılan bütün takımların başka (dışarıdan) bir takımın veya kulübün kurallarını kabul etmesiydi. Böylece Rugby Okulu tarafından üretilen kurallar yaygın biçimde benimsendi ve “Rugby futbolu”nun doğmasına yol açtı. İkinci çözüm birkaç kulübün gönüllü olarak bir araya gelmesi ve “spor sözleşmesi” denebilecek bir ortak kurallar dizisi üzerinde anlaşmasıydı. Bu “birlik futbolu” (Türkiye’de bildiğimiz futbol) (soccer) dalında vuku buldu.

Bir sonraki gelişme kural setleri (kodlar) arasındaki rekabetti. Belli bir kural setini gittikçe daha çok takımın benimsemesi, diğerlerinin de öyle yapması için müşevvik sağlamaktaydı; zira bu, alanlarının genişlemesi ve rakiplerinin artması (daha çok oyun oynama) anlamına gelmekteydi. Ancak, bir kural setini kabul etmek belirli bir oyunu tercih etmek demekti. Bazı okullar ve kulüpler bazı kural setlerini diğerlerine tercih edince, futbol içinde bir farklılaşma oldu ve değişik futbol türleri ortaya çıktı. Gelişme sürecinde bir sonraki safha millî veya bölgesel liglerin ortaya çıkmasıydı. Bu lige katılan takımlar birbirleriyle, belli bir kural seti içinde organize rekabeti kabul etmiş oluyordu. Liglerin oluşmasıysa bu sefer hem rekabet sürecini idare etmek hem de kuralları tanımlayıp uygulamak için daimi organizasyonların doğmasına yol açtı. Sonuç olarak, uluslararası regülasyon organları ortaya çıkmaya başladı, 1904’te kurulan FIFA gibi. Bu organların hiçbiri devletler tarafından yaratılmadı, kurdukları organlar tarafından idare edilmeyi kabul eden spor kulüpleri arasındaki gönüllü birleşmelerle varlık alanına girdi.
 

Futbolda olan şeyler diğer spor dallarında da tekrarlandı. Her dalın gelişmesi kendiliğindendi, planlanmamıştı, aşağıdan yukarıyaydı, kulüplerin gönüllü katılım ve anlaşmasına dayanmaktaydı. Farklı kural sistemleri arasında rekabet vardı. Bazen bir müteşebbis birey veya kulüp süreçte önemli bir rol oynadı. Bunun en iyi örneği, Yale futbol antrenörü Walter Karp’ın yaptığı icatların bugünkü Amerikan futbolunu yaratmasıdır. Oyunun kurallarında ve organizasyonel yapısında onun yaptığı yenilikler ve kurallar çerçevesinde uygulanan taktikler Amerikan futbolunun daimî özellikleri hâline gelmiştir.

Günümüz dünyasında insanlar beşeri hayatta yeri olan her kurumun ve her kurallar setinin somut bir iradenin (çoğu zaman devletin) bilinçli ve amaçlı çabalarıyla varlık alanına girdiğine çok inanmaktadır. Bu, her konuda her zaman devlete başvurulmasına ve devletlerin olmaması gerektiği kadar irileşmesine, tabir caizse obezleşmesine yol açmaktadır. Oysa, tarihi incelemeler gayet açık şekilde göstermektedir ki, insan hayatını anlamlı kılan, renkli ve zevkli bir çeşitliliğe izin veren, barış ve istikrar sağlayan sosyal düzenler, genellikle, somut bir iradenin ürünü olmaksızın, kendiliğinden var olmaktadır. Bugün birçok kimsenin hayatında önemli yer işgal eden spor düzeni bunun en iyi örneğidir.

Zaman, 21.05.2010
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et