Bireysel özgürlük, özel mülkiyet ve toplumsal hayat

Bireysel özgürlük ve özel mülkiyetin kamusal müeyyidelerle korunması toplumların kendi kendini regüle edebileceği bir ortamın ortaya çıkmasına yeter. Bu yüzden, kamu otoritesi kullananlar doğru yaşayışın sahibi ve sözcüsü gibi konuşmak ve davranmak yerine bireysel özgürlüğün ve özel mülkiyetin daha iyi korunmasının yol ve yöntemlerini bulmaya çaba harcamalı.

Toplumsal hayatın regüle edilmesi ihtiyacı kalıcıdır, asla ortadan kaldırılamaz. İnsanların birbirlerini yüz yüze tanıdığı, herkesin bir diğerinin yetenek, istek ve özelliklerinden haberdar olduğu kabile toplumlarından milyonlarca insanın bütünü asla gözlemlenemeyecek amorf ilişkiler yığını içinde yaşadığı modern toplumlara kadar her toplum, varlığını korumak ve sürdürmek için insan ilişkilerini regüle etmeye mecburdur. Sorulması gereken, toplumsal hayatın regüle edilmesinin gerekip gerekmediği değil, bu regülasyonun nasıl yapılacağıdır.

Bu sorunun iki cevabı mevcut. Ya toplumun kendisi ya da topluma yön verme gücüne sahip olduğuna inanan, bir anlamda kendisini toplum dışı (veya üstü) gören bir otorite bunu yapacaktır. Az sayıda insandan müteşekkil bir kabile toplumunda, tek veya birkaç kişide tecessüm eden bir otorite beşeri ilişkilerin doğrudan doğruya tanzimi işini bir dereceye kadar becerebilir. Örnek olarak 200-300 insanı barındıran bir Kızılderili toplumunu düşünelim. Bu toplumda herkes herkesi tanır ve herkes herkesin neredeyse her ihtiyacından haberdardır. Toplum üyeleri arasında farklılaşma yok denecek kadar azdır. İnanç, değer ve amaç bakımından çok türdeş (homojen) bir beşeri kitle söz konusudur. Kabile şefi, yanında bir büyücü ve tecrübesi olan bir kişiyle (en yaşlıyla) birlikte o toplumu çekip çevirebilir. Ancak, bunun modern toplumlarda tekrarlanması, hayal dahi edilemez. Zira, günümüzdeki gibi geniş çaplı toplumlarda hiçbir tek aklın gözlemleyemeyeceği ve asla kavrayamayacağı çap ve genişlikte bir farklılaşma ve etkileşim hüküm sürer.

Bu gerçeğe rağmen, geniş toplumlara kabile toplumu muamelesi yapma arzu ve teşebbüsleri ortaya çıkmıştır. Faşist, nasyonal sosyalist (Nazi) ve sosyalist renkleriyle totaliter sistemler, heterojen toplumları kabileye benzer homojen toplumlara dönüştürme yolunda cüretkâr teşebbüsler olarak boy göstermiştir. Liberal değerlerden arındırılmış bir demokrasi de aynı amaca hizmet eder. Bugün kulaklarımızı tırmalayan bir terim hâline gelmiş olan “totaliter demokrasi”nin ruhu budur. Hangi felsefî zemine dayanırsa dayansın geniş heterojen toplumları homojen toplumlara çevirme projeleri kaçınılmaz olarak felaketlere yol açar. Bu yüzden, beşeri hayata mühendislik teknikleriyle geniş çaplı, kapsayıcı müdahalelerde bulunmak yerine, toplum kendi hâline bırakılmalı ve kendi kendisini regüle etmesine izin verilmelidir.

Bu, kamu otoritesinin toplumsal hayattaki yerinin ve toplumsal regülasyondaki rolünün yok seviyesinde olduğunu söyleme anlamına gelmez. Sadece, kamu otoritelerine sınırlar çizilmesi gerektiği gerçeğine işaret eder. Kendi kendini düzenleyen bir toplumun iki ana dayanağı vardır: Bireysel özgürlük ve özel mülkiyet. Kamu otoritesinin görevi bu kurumları toplum adına korumaktır. Bu yapıldığı sürece toplum kendi kendini regüle etmeyi, yani toplumsal ilişkilere yön verip sınır çizecek (ahlak ve hukuk) kurallar(ı) demetini geliştirmeyi başarır.

Ne var ki, devlet toplumun kendi kendini regüle etmesi fikrini beğenmez. Onu kendisine her zaman muhtaç ve devamlı müdahale edilmesi gereken bir varlık olarak görmeye meyillidir. Totaliter sistemler bu mantığın kaba ve vahşi sonuçlarıdır. Ancak, demokratik ülkelerde de bu yönde çabalar zaman zaman ortaya çıkar. Dolaylı yollarla bireysel özgürlük ve özel mülkiyet geriletilir ve toplumun öz-regülasyon gücü zayıflatılır. Kendi ülkemizden örnek olaylarla konuyu açalım.

Bireysel özgürlük, tercih yapan bireyin önünde, birden çok şık içeren bir yelpazenin bulunmasını gerektirir. Devletler vatandaşlarına neyin yapılıp neyin yapılamayacağıyla ilgili doğrudan talimatlar verirlerse, özgürlük gaspı gizlenemeyecek kadar aşikâr olur. Buna karşılık, doğrudan talimat vermek yerine tercih yelpazesinin daraltılması yoluyla vatandaşların özgürlük alanı budanırsa, özgürlük yine engellenir, ama bu daha az dikkat çeker. 28 Şubat sürecinde yapılan kurban derileriyle ilgili düzenlemeler böyleydi. Kamu otoritesi bireylere “Kurban derisini şu kuruma vereceksin” şeklinde bir buyruk çıkarmadı. Fakat, deri toplama yetkisini tek kuruma tanıdı (THK). Böylece, vatandaşların tercih yelpazesindeki alternatif sayısı bire indi. Yâni deriyi bireysel tercihe bağlı olarak tasarruf etme özgürlüğü ortadan kalktı. Söz konusu düzenleme özgürlük hakkı yanında mülkiyet hakkını da çiğnedi.

Benzer bir durum içkiyle ilgili olarak ortaya çıkabilir. Kamu otoritesi vatandaşa doğrudan doğruya “içme!” talimatı vermek yerine, meselâ içki üretimini yasaklarsa, sonuç aynı olur. Veya, daha hafif bir durumda, içki tüketimini içki içmeyi fiilen imkânsız ve yasadışı hâle getirecek şekilde regüle ederse, içki kullanmak isteyen insanların özgürlüğünü tamamen çiğnemiş veya ciddî oranda kısıtlamış olur. Bu yüzden, içki tüketimini regüle ederken kamu otoritesinin makul olması beklenir.Dünyanın her yerinde içki tüketiminin alan, yaş ve zaman bakımından regülasyona tabi tutulduğunu biliyoruz. Şüphe yok ki Türkiye’de içki tüketimi regüle edilebilir, edilmelidir. İçki kullanımı regülasyonu iki gerekçeye dayandırılabilir. Kullanıcının bizzat kendisini korumaya yönelik paternalizme ve üçüncü kişilere yansıyan negatif dışsallıkları önleme amacına. Bunların ilkinde daha yumuşak, ikincisinde daha sert olmak gerekir. Kişileri korumak için meselâ 18-38 yaş arasına içki tüketimini yasaklayabilir ve bunun için birçok gerekçe bulabilirsiniz. Ama bu yanlış olur. Özgürlük alanını daraltır. Buna karşın, içkili araba kullanmanın yasaklanması önemli bir özgürlük ihlâli teşkil etmez. Bu çerçevede bakıldığında, gençlik çağını 15-24 arası olarak tanımlayıp içki tüketimine yaşı yirmiyi aşan insanlar için kısıtlama getirmek, makulü aşan bir düzenleme gibi görünmektedir. İçkili araba kullanımının ciddi caydırıcı cezalara muhatap kılınmaması veya kâğıt üzerindeki yaptırımların eşit olarak işlememesi ve çok kolay delinebilmesi de endişe verici bir gerçek olarak ortada durmaktadır.

Yetişkinlere her ne adına olursa olsun reşit olmayan insanlar veya her kalıba sokulabilecek hamura benzer varlıklar muamelesi yapmak hem çok yanlış hem ahlak dışı. Bireysel özgürlük ve özel mülkiyetin kamusal müeyyidelerle korunması toplumların kendi kendini regüle edebileceği bir ortamın ortaya çıkmasına yeter. Bu yüzden, kamu otoritesi kullananlar doğru yaşayışın sahibi ve sözcüsü gibi konuşmak ve davranmak yerine bireysel özgürlüğün ve özel mülkiyetin daha iyi korunmasının yol ve yöntemlerini bulmaya çaba harcamalı.

Zaman-yorum, 18.03.2011
 

  .

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et