Başkanlık sisteminin felsefesine dair: Cumhurbaşkanlığını başbakanlığa katmak

16 Nisan halkoylaması ile Türkiye resmen başkanlık sistemine geçti. Sistemin hukuki ve teknik yapısı genel hatlarıyla belirlendi. Benim tartışma konum ise; başkanlık sisteminin felsefesine dair. Bu kurucu dönemde sistemin felsefesi en az teknik yapısı, mevzuatı kadar hatta daha da önemlidir. Kurucu dönemde yerleşecek anlayış ve ilkeler sistemin akıbetini belirleyecektir.

Önce “katmak” fiilinin anlamına bakalım: TDK’na göre katmak: (-i, -e) 1. Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey eklemek, karıştırmak: Sirkeye su katmak.  (TDK sözlük, 2017). “katma”nın birinci anlamı; bir şeye başka bir şeyden eklemek yani değişiklik oluşturmakla birlikte ana unsurun çoğunluk olarak kaldığı bir ekleme yapmak demektir. İşte başkanlık sistemi kurumsallaştırılması sırasında başbakanlık asıl unsur olmalı ve ona cumhurbaşkanlığı katılmalıdır. Çoğunluk başbakanlık anlayışını yansıtmalı, devleti temsil eden cumhurbaşkanlığı başbakanlığın içinde eritilmelidir.

Türkiye siyasi tarihinde, daima iki başlı bir yönetim sistemi hâkim olmuştur, devletin (bürokratik oligarşi) ve halkın iktidarı (demokratik yönetim). Devlet iktidarını cumhurbaşkanlığı temsil etmiştir. Halkın demokratik iktidarının temsilciliğini ise başbakanlık teşkil etmiştir. Türkiye siyasi tarihi bu iki erk arasındaki savaşın tarihidir. Halktan yetki alamayan yönetim güç odakları cumhurbaşkanlığı etrafında kümelenmiştir. Bunun yanında çalışıp çabalayan, halktan yetki alan başbakanlar (Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan) özellikle bürokratik oligarşi ile mücadele etmek durumunda kalmışlardır. Bunun sonucunda halk başbakanlara büyük bir hürmet beslemiş, cumhurbaşkanlarının ise kendisine uzak olduğuna kanaat getirmiştir. Devlet ile halk arasındaki bu güç mücadelesi 16 Nisan 2017’de demokrasi, başka bir ifadeyle halk lehine sonuçlanmıştır.

Başkanlık sistemi, başbakanlığın felsefesini esas aldığında nasıl bir yapı oluşacaktır: Bir defa başkanlık demokratik olacaktır, bürokrasiden yana değil halktan yana olacaktır. Başkan, devlet çarkının içinde değil halkın içinde olacaktır. Meşruiyet kaynağı, devlet iktidarı değil demokratik temsiliyet olacaktır. Bundan sonra başkan, günlük zaman programını devletin, bürokrasinin belirleyici olduğu tören anma vb. etkinliklerden olabildiğince kurtarmalıdır. Günlük programını “halkın içinde olmak” düsturuna göre dizayn etmelidir. Ankara zihniyetinden ayrılarak toplumun gelişim ve dönüşümüne dâhil olmalıdır. Kısaca anlattığımız felsefe sadece başkanlıkta vücut bulmamalı, değişim ve dönüşüm, sistem olarak devletten hükümete doğru evirilmelidir.

Bürokrasinin gündemi ve önceliği hiçbir zaman demokratik meşruiyet temelli olamamıştır. Bürokratlar, seçimle gelen hükümetlere yardımcı olmamış, her türlü engeli çıkarmıştır ve çıkaracaktır. Türkiye’nin değişim ve dönüşümünde bürokrasi daima bir engeldir. Bu bürokrasinin “iyi-kötü insan” faktöründen bağımsız kökleri Osmanlı İmparatorluğuna dayanan bir gelenek ve sistem problemidir. Bütün bunlardan, başkanlık felsefesinin nelerden uzak nelere yakın olması gerektiği konusunda dikkatli ve ihtiyatlı olmamız gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. 2018’da resmen seçilecek ilk Cumhurbaşkanının portresi ve felsefesi çok önemlidir. Umarım, Menderes ve Özal’ın ruhlarını yaşatacak bir başkanlık felsefesi tesis edebiliriz.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et