Aşık-Maşuk

Aşık; Bir kimseye veya bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun kimse. Maşuk ise bu sevginin beslendiği kişiye verilen isimdir.

“Aşık mı maşuku sever, maşuk mu aşıka kendini sevdirir” sorusu kafamı hep kurcalamıştır. Şayet maşuk, aşık olunacak kadar sevgiye lâyık biri değilse, aşık ne kadar isterse istesin yine de maşuku zorla sevebilir mi? Ya da maşuk bu kadar sevimli/sevilesi olmasaydı aşık onu aşkla sevmemeye ne kadar dayanabilir ki?

Benim çıkardığım sonuç; “bir insan bir insana aşık olmaz, bir insan diğer bir insanı kendine aşık eder”.

Bunun tersine bir duygu için de bu formül geçerli olur o zaman. Bir insan bir başka insandan durup dururken nefret etmez veya soğumaz. O bir başka insan, diğer bir insanı kendinden nefret ettirir veya soğutur.

O yüzden bir başkasına “neden beni sevmiyorsun” sorusu çok anlamsız bir sorudur ve bu soru ancak “kendi kendine” sorulur. Bugün ülkemizde çoğunlukla maço erkekler, beğendikleri kadından sevgilerine karşılık alamayınca bu soruyu çok sert biçimde soruyorlar. Kendilerinde hiç kusur aramadan. Oysa kendisine “Acaba bu insana ben kendimi neden sevdiremiyorum” veya “acaba şu insanı kendimden hangi davranışımla soğutuyorum, uzaklaştırıyorum” sorularını sorabilseler bu kadar şiddetin sebebi de ortadan kalkmış olacak.

Siyasette de buna benzer bir durum var. Bazı partiler “seçmen şuursuz kardeşim, üç-beş kuruşa oyunu satıyor, göbeğini kaşıyan adamdan ne beklenir, bunlar zaten bidon kafalı, gerçeği bir türlü görmüyorlar ki, celladına aşık bu millet” gibi şikâyetlenmelerle, halkın kendilerini sevmemesinden yine halkı sorumlu tutuyorlar.

Biraz tarihe bakalım 

Bu topraklarda kurulan partilerden yaşayan en eski olanı Cumhuriyet Halk Partisi. O CHP ki, tam 23 sene rakipsiz tek başına mahallede dolaşmış, hava atmış, kendisine rakip çıkmasını da her türlü yolla engellemiş. Ama rakibi olmamasının kendisine fayda vereceğini zannederken zarar vermiş. Kendini, kendisine aşık olacaklara (millete) beğendirme ihtiyacı hissetmemiş. Her türlü kabalığıyla, maçoluğuyla, zalimliğiyle halka zorla kendini beğendirmeye çalışmış. Ta ki rakip delikanlı o mahalleye gelene kadar. Yeni gelen delikanlı (Demokrat Parti), CHP’nin yaptığı hataları yapmamış veya “bundan (CHP’den) kötüsü olmaz nasıl olsa” diyen halk tarafından beğenilmiş/sevilmiş. O (DP) da boş durmamış, halkın/milletin gönlüne girmek için çabalamış (ezanı yeniden Arapçaya döndürmesi).  Millet artık mahallenin ilk delikanlısının (CHP) tarafına pek bakmaz olmuş. Böyle bir duruma alışık olmayan, “bir evin bir oğlu” olarak yetişmiş şımarık CHP, kendini millete beğendirme gayretine girmek yerine, rakibini hileyle yok etme yoluna gitmiş. Mahallenin kabadayılarını (askerleri) çağırarak, DP’yi onlara dövdürüp (27 Mayıs) mahalleden uzaklaştırmaya çalışmış. Bir müddet asker CHP’ye kimse rakip olmasın diye nöbet beklemiş ama çok fazla da koruyamamış. Milletin artık gözü açılmış, gönlünü başkasına kaptırmıştır. Gönül işi de zorla olacak bir şey değildir. Halkın sevgilisi DP başka bir isim ve kılıkla (Adalet Partisi) yeniden mahalleye geri dönmüş. Millet, aşkını kokusundan tanımış ve hemen gönlünü açmış. Bu arada mahalleye yeni yetme başka delikanlılar da gelmiş. Milli Nizam Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi adlı bu delikanlılar da milletin bir kısmının gönlünü CHP’den çelmiş ve kendilerine küçümsenmeyecek sayıda “aşık” edinmişler. Bu durum mahallenin kabadayılarının hiç hoşuna gitmemiş. Bu sefer (asker) CHP’nin çağırmasını da beklemeden eline sopayı aldığı gibi öyle bir savurmuş ki, bütün yeni delikanlılar gibi CHP de bu darbeden nasibini almış (12 Eylül). Mahalle yeniden dizayn edilmek istenmiş ve kendilerinin hoşlanmayacağı delikanlıların mahalleye gelmesini 3-5 yıl engellemişler.  Ama millet ilk fırsatta, maşukunu yeniden bulmuş. AP’ye aşık olanlar ANAP ve DYP’ye, MSP’ye aşık olanlar RP’ye, MHP’ye aşık olanlar MÇP’ye, her şeye rağmen CHP’ye kara sevdayla tutkun olanlar da SODEP, SHP, DSP, ve CHP’ye gönüllerini açmış.

Çok partili siyasî hayatımız genel olarak 4 maşuk adayının kendisine aşık bulma yarışı halinde geçmiş. Merkez sağ maşuk DP, AP, ANAP, DYP, merkez sol maşuk, CHP, SODEP, SHP, CHP, dindar maşuk MNP, MSP, RP, FP, AKP, SP, milliyetçi maşuk ise CKMP, MÇP, MHP ile mahallede kendilerine aşık aramışlar.

2000 yılına kadar bu maşukların, “ne olursa olsun aşkından vazgeçmeyecek” kara sevdalıları oluşmuş ve onlar maşuklarını hiçbir şartta terk etmemişler. CHP’nin kara sevdalılarının nüfusa oranı %25. Ne olursa olsun bu aşıklar CHP’den vazgeçmeyecek kadar sırılsıklam aşıklar. Yine ANAP-DYP’nin veya o cenahın kara sevdalıları da 2000 yılına kadar aynı orandadır. Yani %25. MSP’nin kara sevdalıları %10-12, MHP’nin kara sevdalıları ise %7-9 civarıdır. Dikkat ederseniz bunların toplamı yaklaşık %70 yapmaktadır. Geriye kalan %30 ise hiçbir delikanlıya gönlünü vermeyen bazen şu partiyi, bazen bu partiyi beğenen, ama kara sevdaya tutulmayan, belki aşık olmayan ama beğenen, eğer bir seçimde bir parti gönlünü alacak bir jest yapmış ve ona güvenmişse hemen ona göz kırpan/gülümseyen/ondan hoşlanan bu grup, bütün iktidarları belirleyen kesim olmuştur. Yani Türkiye’de bu %30’luk kesimin gönlünü alabilen iktidar olmuştur. Bu kesimin hiçbir maşuka sadakati yoktur. Onlar çok akıllı ve menfaatçidirler. Menfaat derken, kısa vadeli taktik menfaati değil, uzun vadeli stratejik menfaati hedeflemişlerdir. Bu kesim kendisini daha fazla memnun edecek maşuku gördü mü, eskisine hiç acımaz, hiç de vefa duymaz ve hemen yeni maşukun yanına koşar.

AK Parti/Tayyip Erdoğan

2000’den sonra Türk siyasî hayatına başka bir maşuk adayı girdi. Yani mahalleye yeni bir delikanlı geldi. Bu delikanlı önceden babasının (Necmettin Erbakan) dükkânında (RP, FP) çalışıyordu. Önce il başkanı, sonra Beyoğlu Belediye Başkan adayı, sonra milletvekili adayı, sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı oluyor ve herkesin ezberini bozan bir seçim stratejisiyle rakiplerini şaşırtıyordu. Bütün milletin de dikkatini çekiyordu. Boyu 1.85, yaşı 40, hitabeti düzgün, yakışıklı ve güven veren bir görüntüsü vardı. Hele İstanbul BŞB adaylığı sırasındaki rakipleri tam bir yıldızlar topluluğuydu. Zülfü Livaneli, İlhan Kesici, Bedrettin Dalan, Ertuğrul Günay. Bunların arasında hiç şans verilmeyen bu yeni delikanlı büyük bir sürpriz yaparak seçimi kazandı. Ama “siyasetteki babasına” saygıda da kusur etmiyordu. Ta ki kurdukları 4. parti de mahallenin kabadayılarınca kapatılana kadar. Ne zaman ki Fazilet Partisi de kapatıldı, oğul babadan bir talepte bulundu. “Baba, dükkânın yönetimini artık bana bırak. Sen yaşlandın. Gel kasada otur. Ama kararları ben alayım sana da danışayım. Bu marketi büyük mağaza haline getireyim” dedi. Baba da, klasik Türk babaları gibi muhafazakâr, gençlere tam olarak güvenmeyen bir karakterdeydi. “Evlat, sen daha çocuksun. Bu işler senin bildiğin gibi değil. (“Bunlar daha dünkü çocuk” N. Erbakan) Bu piyasada seni iki lokmada yerler” diyerek evladının talebini reddetti. Evlat durmadı, kendine güveniyordu. Milletin gözündeki aşk ateşini görmüştü. Babasından mevcut sermayenin (FP’nin) yarısını (40 milletvekili) alarak tam babasının dükkanının karşısında yeni bir dükkan (Akparti) açtı. Vitrini, rafları, fiyatları babasının dükkanından daha iyiydi ve halk (aşıklar) “babanın dükkânını” bırakarak “oğulun dükkânına” yöneldi. İlk girdiği seçimde de önce kara sevdalılardan % 8, aşık olmayıp sadece beğenen/hoşlananlardan da %26 oy alıp hemen iktidar oldu. İlk iktidar döneminde gösterdiği performans sonucu girdiği her seçimde hem  beğenen/hoşlananlardan ve hem de diğer partilerden çok sayıda seçmeni kendine aşık ederek hep mahallenin tek favori delikanlısı olmayı sürdürdü. Demek ki bir kişi kendisini sevdirmeyi becerebilirse, halk ister istemez onu sever. Bağrına basar, arkasında durur (“yedirmeyiz”).

Bu arada eski delikanlılar yine aşıkları (milleti) suçlamaya devam ettiler. Hiç kendilerine “ben bu milleti kendime niye aşık edemiyorum/sevdiremiyorum, acaba millet benim neyimi beğenmiyor, hata acaba bende mi?” diye sormadılar. Yine mahallenin eli sopalı kabadayılarına, dış güçlere (ABD ve AB)  devlet içinde örgütlenmiş yapılara bel bağladılar. Muhtıra verdirdiler, kapattırmaya kalktılar, içeriden ele geçirmeye kalktılar, etrafını boşaltmaya çalıştılar, en son da tarihin en kanlı darbesini denediler. Ama milletin maşuku, bütün bunların altından başarıyla kalkmasını, dik durmasını bildi. Bilhassa CHP, kendisine kör/kütük aşık %25’in üzerine bir kişiyi bile kendine aşık edemedi. Ama yine suçu, kendine aşık olmayanlarda, kendisine hiç ısınamayanlarda aradı. Şayet eline kısa bir sürelik bir yetki geçse, “neden beni sevmediniz ulan” diyerek bir çok cinayet işleyeceğinin (“iktidar olduğumuzun ertesi günü yandaş medyaya el koyacağız” Gürsel Tekin) işaretlerini de ara sıra gösterdi.

İnsanlar da, partiler de, karşısındakilere/millete “neden beni sevmiyorsun/neden bana oy vermiyorsun?” diye kızmak ve efelenmek yerine, “neden ben kendimi millete sevdiremiyorum/beğendiremiyorum, milletin oyunu alamayacak ne yapıyorum, neyi yapmıyorum, ne yapmalıyım?” diye kendine sormalı. Aşık adayını/milleti değiştirmeyi değil, kendini/partisinin politikasını değiştirmeyi denemeli. Millete güven vermek istiyorsa itiraflarda bulunmalı. Bunları cesaretle, samimiyetle yapmalı. Yanlışlarından dolayı aşık adayı milletinden özür dilemeli. Aşık adayı millet işte ancak o zaman maşuk adayına güvenir, gönlünü açar, oyunu verir.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et